Batıda İslam düşmanlığı yükseliyor, bu konuda dost düşman herkes hemfikir. İsveç’te bir densizin mushaf-ı şerifi ateşe vermesi, Lahey’de bir korkağın üzerine mushaf yazılı olduğu söylenen bir kısım kağıtları yırtıp çiğnemesi sadece aysbergin görünen ucu. Meseleyi kavramak, vüzuha kavuşturmak için biraz derine inmek gerekiyor.
Derinlemesine tahlil edildiğinde batının yabancı düşmanlığının (xenofobi) kalıtsal olduğu ileri sürülebilir. Yabancı düşmanlığı, ötekine, farklı olana tahammül edememe, esasında insanlığın en büyük yanılsamalarından biridir; doğuya ya da batıya has değildir . Irkçılık hastalığı şeytanın kadim oyununa gelen insanın illetidir ve bunun çaresi İslamdır, şifası Kur’an-ı Kerim’dedir; muhabbetin mi’racı Hz. Muhammed’tedir. Ne yazık ki günümüz Müslümanlarının muhabbeten ve Muhammed’den (sav) uzak olması dünyada gittikçe yayılan İslam korkusunun ve Müslüman düşmanlığının baş sebebidir.
İslam korkusunun mayası haçlı seferleri
Batının İslam düşmanlığı, Yolların Ayrılış Noktasında İslam kitabının yazarı müfessir Muhammed Esed’e göre onulmaz ve değiştirilemez bir durumdur, çünkü Batının İslam düşmanlığı Haçlı Seferlerine dayanır. Haçlı seferleri batı medeniyetinin çocukluk döneminde vuku bulmuştur. Çocukluk dönemi travmalarının bir insanın hayatını ömrü boyunca etkilediği gibi, batı medeniyeti de Haçlı seferlerinin etkisinden hala kurtulamamıştır. Batılılar kendi aralarında da uzun savaşlar yapmışlardır, yüzyıl savaşları, otuz yıl savaşları, birinci ve ikinci dünya savaşları... Ancak İslam’la batının savaşı batılı kimliği belirleyen en önemli temel taşlarından biri olmuştur. [1]
Batı adım adım İslam düşmanlığının çıtasını yükseltmektedir. Avrupa’da artık özel şirketler, bunu şirket politikasına yazmak kaydıyla başörtülü eleman istihdam etmeyi reddedebilecekler. Çünkü artık Avrupa’da başörtüsü resmen dini sembol kabul edilmiştir ve kamusal alanda dini sembollerin kullanılmasıyla ilgili kısıtlamalar her ülkede farklı biçimlerde yürürlüğe girmektedir. Avrupa’da İslam’ın ve Müslümanların hareket alanı gün geçtikçe daraltılmaktadır.
Din özgürlüğü “tanrıdan özgürlük” olarak anlaşıldı
Avrupa’da din özgürlüğü bizim Türkiye’den baktığımızda görebileceğimizden daha çetrefilli bir konudur. Esas olarak özgürlük konsepti “Tanrı’dan özgürlük (freedom from God)” şeklinde gelişmiştir. Özgürlük hareketleri Kilise’ye kafa tutan ve kamusal alanları Kilise’nin kontrolünden adım adım kurtaran bir özellik taşır. Bu durumda din özgürlüğü demek, “Tanrı’ya özgürlük (freedom for God)” demek olur ki, tamamen ırmağın akış yönüne ters bir istikameti işaret eder. Sözün özü, gerçek anlamda din ve inanç özgürlüğünün batı düşüncesinde hakiki bir karşılığı yoktur. Bunun yerine farklı Hristiyan mezheplerinin birbirlerine kerhen tolerans göstermesinden söz edilebilir. Yoksa İslam dininin veya Müslümanların bu özgürlüklerden nasiplenmesi genel konsepte ve ırmağın akışına uymamaktadır. Batıda antisemitizmin yasaklanmış olması ise tamamen istisnai bir uygulamadır. Bunun nedeni de ikinci dünya savaşı öncesinde ve sırasında Yahudi toplumunun topyekûn toplumsal nefretin hedefi olması ve gaz odalarında topluca yakılmalarına varıncaya kadar ayrımcılık, şiddet ve soykırıma tabi tutulmalarıdır.
Tarih daima tekerrür eder, çünkü insanlar pek az ibret alırlar. Bugün Avrupa’da Müslümanların yaşadığı sürecin aynısını geçtiğimiz yüzyılın kırklı yıllarında Yahudi toplumu birebir aynen yaşamıştı. Etiketleme, ayrıştırma, ötekileştirme, kuşku ve endişe, korku ve düşmanlık, nihayet fırınlarda yakmaya varıncaya kadar giden nefret sarmalı...
Avrupalı aydınlar bugün, Avrupa’nın kendi değerlerinin gerisine düştüğünü esefle kayda geçiriyor. Hollandalı sabık bakan Prof. Jan Pronk “Avrupa kendi değerleri konusunda ‘turn out’ yaşıyor, geriye gidiyor” [2] tespitini yaparken, Fransız siyaset bilimci François Burgat “Batı şiddet üretiyor, Fransa’nın Irak’a yağdırdığı bombalar bumerang etkisiyle gelip Paris’te Fransızları vuruyor” analizini yapmaktadır. [3]
11 Eylül 2001 miladıyla âdeta resmileşen ve legalleşen İslamofobi, İslami sembollere, camilere, Müslüman bireylere, kurumlara; hatta Müslüman olduğu zannıyla Sihler ve bazı Hristiyanlar gibi farklı dini gruplara yönelik şiddet olaylarına zemin hazırlamaktadır. Haçlı seferlerinin ruhu 9/11’le yeniden hortlatılmıştır ve Müslümanlara yönelik sistematik düşmanlığın dozu her yıl gittikçe arttırılmakta; İslam’ı hedef alan psikolojik savaş çok yönlü olarak hız kesmeden devam etmektedir.
İslam karşıtı söylemler krizleri doğuruyor
İslam karşıtı söylemler önce kimi politikacılar, sanatçılar, sporcular gibi önde gelen kişiler tarafından dile getirilmektedir. Halkın ve hükümetin tepkisi bu söylemleri bireysel görüşler; basın özgürlüğü ve düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında görmek yönündedir. Aslında birkaç kişinin dile getirdiği bu İslam karşıtı aşırıcılık, aynı oranda olmasa bile genel kitle tarafından da paylaşılmakta, ancak dışavurumu çeşitli sebeplerle dizginlenmektedir. Hiç kimse ırkçı damgası yemek veya hoşgörüsüz olarak tanımlanmak istemez. Aksine o kadar hoşgörülüdür ki, komşusunun dinine küfreden kişiyi bile tolere edebilir. Ancak 11 Eylül, karikatür krizi, bir siyasi cinayet veya bir meydanda patlayan bombalar gibi olaylar daha çok kişinin içinde biriken yabancı düşmanlığını kolayca ortaya çıkarabilir.
Yeni haçlı seferi psikolojik harp yöntemleri ve kurallarıyla yürütülüyor. Savaş hem Müslüman coğrafyada, hem artık sanal olduğu iddia edilemeyecek internet ortamında, hem Avrupa ve Amerika’da… Devletler, kurumlar, camiler veya bireyler İslam’a karşı nefret suçlarının hedefi olabiliyor. Afganistan ve Irak’ın, uluslararası hukuk hiçe sayılarak işgali; Libya, İran, Suriye ve hatta son dönemde NATO üyesi Türkiye’ye yönelik yaptırımlar ülkelere yönelik İslamofobik haçlı saldırılarına örnektir. Tarık Ramazan vak’ası ise şahıslara karşı işlenen itibar cinayetinin tipi bir örneğini teşkil eder.
Batıda İslam karşıtı söylemler ifade hürriyeti çerçevesinde değerlendirilerken, Müslümanların dini sembollerine hakaret suç sayılmamaktadır. Çünkü Avrupa’da din özgürlüğü meselesi bizim Türkiye’den baktığımızda görebileceğimizden daha çetrefilli bir konudur.
Esas olarak özgürlük konsepti “Tanrı’dan özgürlük (freedom from God)” şeklinde gelişmiştir. Özgürlük hareketleri Kilise’ye kafa tutan ve kamusal alanları Kilise’nin kontrolünden adım adım kurtaran bir özellik taşır. Bu durumda din özgürlüğü demek, “Tanrı’ya özgürlük (freedom for God)” demek olur ki, tamamen ırmağın akış yönüne ters bir yönü işaret eder. Sözün özü, gerçek anlamda din ve inanç özgürlüğünün batı düşüncesinde hakiki bir karşılığı yoktur.
Bunun yerine farklı Hristiyan mezheplerinin birbirlerine kerhen tolerans göstermesinden, Türkçesi batılının batılıya tahammülünden söz edilebilir. Yoksa İslam dininin veya Müslümanların bu özgürlüklerden nasiplenmesi genel konsepte ve ırmağın akışına uymamaktadır.
Batıda antisemitizmin yasaklanmış olması ise tamamen istisnai bir uygulamadır. Bunun nedeni de ikinci dünya savaşı öncesinde ve sırasında Yahudi toplumunun topyekûn toplumsal nefretin hedefi olması ve gaz odalarında topluca yakılmalarına varıncaya kadar ayrımcılık, şiddet ve soykırıma tabi tutulmalarıdır.
Çanlar Türkler için çalıyor
Almanya’nın, kökenleri feodalite dönemlerinde köylü ayaklanmalarını önlemek, toprağı işleyen serflerin müreffeh Osmanlı diyarına göç etmesinin önünü almak amacıyla 15. Yüzyılın ortalarından itibaren kiliselerde başlatılan “missa contra Turcas”a (Türk karşıtı vaazlar), Türk dualarına, Türk tehlikesine karşı uyanıklığı sağlamak üzere fazladan çalınan Türk çanlarına kadar götürülebilecek önyargılarının 11 Eylül süreci ile pekiştiği ve yeniden üretildiği söylenebilir. 18. Yüzyılın sonlarına doğru sanayi devrimine paralele olarak gelişen Oryantalizm ve sömürge sonrası dönemde ise medya (filmler, romanlar, radyo, televizyon, gazete, karikatür, şiir, edebiyat, internet) öncelikle Türklere, son yüzyılda Türklerin yanında Araplara ve giderek tüm Müslümanlara yönelik önyargıları besledi.
Amerika’nın Irak işgali neticesinde 1 milyon Iraklının hayatını kaybettiği, 2 milyonu yurt dışına kaçmak suretiyle 4 milyon kişinin de yerlerinden edildiği tahmin ediliyor. Birleşik Devletler ve müttefiklerinin asker kaybı 5 binin altında, yaralanan asker sayısı ise yaklaşık 30 bin. Bununla birlikte işgalin ABD’ye ekonomik maliyeti dudak uçuklatacak kadar yüksek. Amerikan Kongresi 13 Haziran 2006’da Irak savaşı için 320 milyar dolar rezerve etmişti ki bu rakam beher Amerikan vergi mükellefi başına 2 bin 300 dolara veya günlük 200 milyon dolardan daha yüksek bir meblağa tekabül ediyordu.
Rusya’nın Afganistan’ı işgali bir Amerikan projesi olarak Taliban’ı ve Usame bin Ladin önderliğindeki el-Kaide terör örgütünü yarattı. Birleşik Devletler’in Irak’ı işgali ise DAEŞ terör örgütünü icat etti. Medya ve polikacılar bu örgütleri anti-İslam propaganda vasıtası olarak mebzul miktarda kullanma fırsatı buldular. Suriye’deki iç savaş bir yandan Avrupa, Amerika, Kanada kıyılarına vuran göç dalgasına yol açarken bir yandan da irili ufaklı terör gruplarının yeşermesine zemin hazırladı.
ABD’nin, askeri üsleriyle şeş cihetten kuşattığı İslam coğrafyasını siyasi ve askeri olarak işgal edebilmek; bunun sonucu olarak da ekonomik değerlerini sömürebilmek, enerjiyi, afyonu, para eden her şeyi kontrol edebilmek amacıyla mı 11 Eylül saldırılarına zemin hazırladığı; yoksa kendi öz elleriyle yarattığı Frankeştayn kontrolünden çıkarak dönüp kendine saldırdığında büyük bir öfkeye kapılarak korku ve panik saikiyle mi harekete geçtiği belki yakın tarihte çözülemeyecek bir muammadır.
Dünyada ve Avrupa'da esen popülist rüzgarlar sertleşmeye devam ediyor. Aşırı söylemler seçimlerde kolayca oya tahvil edilebiliyor. Merkez partiler de oylarının aşırı sağa kaymasından korkarak aynı popülist söylemleri farklı tonda tekrar ediyorlar. Avrupa’da İslamofobinin zaman zaman Türk korkusuna, bazen de doğrudan doğruya Erdoğan fobisine ve karşıtlığına dönüştüğü gözlemlenmektedir.
Birleşik Devletler ve Avrupa kıtası başta olmak üzere batı medeniyetine mensup ülkelerde yükselen ve her geçen gün daha kaygı verici boyutlara ulaşan İslam karşıtlığı, İslam düşmanlığı ve İslam korkusu fenomeni gerek felsefi, gerek politik, gerekse cami saldırıları veya doğrudan Müslümanlara sırf Müslüman oldukları için saldırılar ve farklı kademe ve boyutlarda şiddet olaylarında görüldüğü gibi pratik sonuçlarıyla kayda geçirilmelidir.
Yeni bir din dili çözüm olabilir mi?
Tarihin tekerrür etmesine izin vermemeliyiz. Doğulu ve batılı, Müslüman ve gayrimüslim vicdanı olan herkes, her birimiz Hacerü’l-Esved’i yerine koymak üzere elini uzatanlar gibi hep birlikte elimizi taşın altına koymalıyız. İslamofobi evet bir batılı hastalığıdır, ancak tedavisinde Müslümanlara büyük görevler düşmektedir. Çalışmalarımız teşhis ve tespitin ötesine geçmelidir. Çünkü İslamofobik olayların kayda geçirilmesi, sayıp dökülmesi sorunu çözmemekte, belki kanıksanmasına bile yol açmaktadır. Batının İslam düşmanlığını teşhir etmemiz, tespit etmemiz; mesaimizi sadece Batılıların dinimize saldırılarına teker teker cevap yetiştirmeye çalışmamız bizi onların belirlediği gündemlere hapsedebilir.
Çuvaldızı batıya batırırken, iğneyi kendimize batırmayı ihmal etmeyelim. Batının sorunu İslamofobi olabilir, ama bizim sorunumuz nedir? Biz “İslam’ı asrın idrakine söyletme” konusunda ne kadar başarılıyız? Elbette İlahiyat birikimimiz, Diyanet tecrübemiz çok önemlidir. Elbette dini düşüncede ve din hizmetlerinde hatırı sayılır tecrübeler biriktirdik. Ancak asrın sorunlarına cevap teşkil edecek din dilini üretme konusunda tam anlamıyla başarılı olamadığımızı itiraf etmek, hareket geçmenin zeminini teşkil edebilir. Bu dil nefretin değil muhabbetin lisanı çünkü Hz. Muhammed Mustafa gülistanıdır.
Beyt:
“Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl?”
[1] Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslam , Çeviren: Hayrettin Karaman (Istanbul: İz Yayıncılık, 1997); Muhammad Asad, Islam at the Crossroads (New Delhi: Goodwors Books (First edition: Dalhouise 1947), 2001).
[2] Jan Pronk, February 2017. (Şahsi görüşme).
[3] François Burgat, May 2017. (Şahsi görüşme).
Batı medeniyetinin islâm…
Batı medeniyetinin islâm düşmanlığını tarihsel bağlamından kopartmadan günümüz dünyasına başarıyla taşıyan yazarımız Fatih Okumuş Beyi tebrik ediyor; sorunu temelden çözmeye yönelik, gerçem muhabbeti önceleyen yeni bir 'din dili' geliştirme çabasını önemsiyorum.
Yeni yorum ekle