"Kötülülüğün Sıradanlığı"ndan Travmatik Kötülük Endüstrisine Gazze Aynasından Bakmak

01 Haziran 2024

 

Gazze Aynasında Zulüm Endüstrisi, Yargılanma, Yok Etme ve Teşhir Etme

 

Nazi Almanyası’nda Yahudilerin toplama kamplarına ve ölüme gönderilmesinden sorumlu Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yargılanma sürecini izleyen Hannah Arendt, Kötülüğün Sıradanlığı Adolf Eichmann Kudüs’te başlıklı eserinde, Hitler’in iktidara geldiği 1933 yılından hemen sonra Eichmann özelinde Alman halkının, milyonlarca Yahudi’nin toplama kamplarında ve gaz odalarında telef edilmesi ile sonuçlanacak kötülükleri bizzat gerçekleştirerek nasıl suç işledikleri, kötülüklere yardım ve yataklık ederek, göz yumarak ya da sessiz kalarak insani sorumluluk duygusundan nasıl uzaklaştıklarını sorunsallaştırır. Arendt, kötülükleri işleyen ve kötülüklerden sorumlu olanların bir canavar, zorba, sadist ve şeytani ruhlu kişiler olmadığını, Eichmann gibilerin çok olduğunu, hatta dehşet verici ve ürkütücü derecede ‘normal’ bireyler olduğunu belirterek kötülüğün bu derecede nasıl sıradanlaştığının, banalleştiğinin ve basitleştiğinin nedenlerini sorgular. Savunmasında, neden bu suçu işledin diye sorulduğunda Eichmann’ın, mecbur olduğunu, yaptığının sadece emirleri yerine getirmek olduğunu, üstelik yaptığının yasalara uygun olduğunu, görevi neyse onun gereğini yaptığını, kendisinin Yahudi soykırımdan sorumlu olmadığını sadece Yahudilerin naklinde görev aldığını, özel hayatında Yahudi komşuları hep iyi ilişkiler içinde olduğunu, müşfik bir baba ve sadık bir olduğunu sürekli basmakalıp sözlerle tekrarlaması karşısında Arendt, Eichmann’ın “ne sapkın ne de sadist’ olduğu, ahlak dışı bir canavar ve doğası gereği kötü olmadığı, sadece yükselme hırsından, otorite ile özdeşleşmekten ve dişlinin bir parçası olmaktan kaynaklı kötü bir niyeti olmadan kötü şeyler yapan bir bürokrat olarak kötü eylemlerinin gerçekliğinden koptuğu yani düşünme, muhakeme etme ve yargı yetisini kaybettiği için suç işlediği sonucuna varmıştır.      

 

Arendt’e göre bu “banal kötülük” politik bir kötülüktü ve Kant’ın iyi niyet ya da ödev ahlakında vurgulandığı üzere kötülüğün iyi niyet ya da kötü niyetle bağlantısının ötesinde totalitarizm gibi belirli politik koşullarda meydana gelebilen “radikal bir kötülük” idi. Radikal kötülük (radikal böse) kavramını Kant’tan esinlenerek kullanan Arendt terminolojisinde kötülük, insan doğasının kötülüğe meyilli olmasından kaynaklı hased, kin, çıkar, bencillik, çekememezlik, arzu ve benzeri insani duygularla izah edilemeyecek denli banaldir, sıradanlaşmıştır. Bunun nedeni de Nazi Almanyası’nda olduğu gibi kamusal müzakere, etkileşim ve farklı fikirlerin dolaşımının çökmesi sonucunda tek bir sesin (Führer ve Gobbels gibi propagandistlerin sesi) tüm sesleri bastırdığı bir ortamda bireysel düşünme, muhakeme etme ve yargı yetisinin dumura uğraması insanın içindeki vicdan ya da moral denilen iç sesisin körelmesidir. Bu bağlamda Arendt’e göre Yahudi soykırımı, âri bir ırk için tehlike ve tehdit olduğu algısıyla eşcinseller ve Romanlar örneğinde olduğu gibi insani bir duygudan öte Yahudi sorununun toptan çözümünü nihayetlendirecek şekilde Yahudileri temizlenmesi gereken ‘gereksiz’ görmekten kaynaklanmıştır. Daha doğrusu bencillik ya da çıkar kaynaklı yapılan kötülükte, kötü niyetten kaynaklı insanı araçsallaştırma ameliyesi söz konusu iken, kötülüğün sıradanlığında insanın tikel insan olarak görülmemesi, mensubu olduğu etnik gruba, dine, mezhebe ya da ideolojiye göre sınıflandırarak kurbanlaştırılması hâkim güdü haline gelmektedir. Bu durum, Arendt terminolojinde öncelikle hukuki ve siyasi insanın yok edilmesi, ardından insanın ahlaki kişiliğinin ortadan kaldırılması ve nihayetinde insan bedeninin imha edilmesi süreçleri ile yaşandığı vurgulanır. Soykırım ve katliamlarda bizzat suç işleyen ya da susarak ve göz yumarak insani sorumluluk duygusundan uzaklaşan insanların halet-i rûhiyelerinde etkin olan faktörlerden birisi de Zygmunt Bauman’ın Modernite ve Holocaust başlıklı eserinde analiz ettiği üzere kurbanların “insandışılaştırılarak” tikel insanlıklarının ortadan kaldırılmasıdır. Kurbanın damgalanarak başka bir etnik grup, din, mezhep, grup ya da sınıfa ait olduğuna inancı ile ötekileştirildiği yerde kötü muamelede bulunmak ya da kötülüğü sessiz kalmak yüzeysellik kazanarak daha da yaygınlaşmaktadır.

 

Arendt, Eichmann özelinde Nazi Almanyası’nda yaşanan kötülükleri, kötülüğü yapanların bireysel bilinç, vicdan, düşünme ve yargı yetisi kabiliyetinden yoksun insanlar olarak kategorize ederek kötülüğü yapanların psikolojine fazlaca odaklandığı için banal hale getirdiği, kötülüğün özüne ve kendisine değinmekten kaçındığı yolunda en yakınları ve özellikle Yahudi kamuoyu ve bilim çevrelerince “Yahudi düşmanı Yahudi” biçiminde ciddi eleştiriler almışsa da Arendt, totaliterliğin hakim olduğu koşullarda  yargı yetisinin çökmesi sebebiyle hiçbir zaman kötülükleri aklamaya çalışmamış, Eichmann ve benzerlerinin hak ettikleri şekilde cezalandırılmaları gerektiğini vurgulamıştır. Buna rağmen Arendt, suçun Yahudilerin şahsında insanlığa karşı işlenmiş olduğunu belirterek Eichmann ve benzerlerinin Kudüs’te değil uluslararası bir mahkemede yargılanması gerektiğini zikretmiş, Yahudilerin dindaşlarının başlarına gelen dayanılmaz işkencelerden ötürü, yaşam ümitlerini kaybetmişçesine neredeyse hiç direnmemelerini, kimi Yahudi liderlerinin soykırım ve katliama katkılarını eleştirmiş ve Eichmann gibi sıradan ve normal insanlar özelinde, otoriteye kayıtsız şartsız itaatle özdeşleşme duygusunun yarattığı kötülüğün nasıl kitlesel bir sarmala dönüştüğünü ifade etmiştir.

 

Nazi bürokratik mekanizmanın duygusuz çarkları ve otoriteyle özdeşleşmiş sıradan insanların katkıları ile gerçekleşmiş Yahudi soykırımının yarattığı travma ve acılara, Avrupa’da var olan anti-semitizme ve Yahudi karşıtlığına bir çözüm olarak, uluslararası hukukun emrettiği adaleti temin etmek yerine Nazilerin Yahudilere yaptıkları üzerinden Siyonizmi haklılaştıracak İsrail devletinin yaratılmasıyla birlikte, Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi isimli eserinde, “Ezilenler özgürleşmenin değil, ezenlerle özdeşmenin özlemini çekerler” biçimindeki tespitini doğrularcasına, tarihsel travmanın etkisi ve ezilmişlik psikolojisi ile Siyonistleşen Yahudiler, kutsal metinlerindeki seçilmiş kavim ve vaadedilmiş toprak (arz-ı mev’ûd) temelli tarihsel engramın da etkisiyle hınç kültürü ve güç istencini o kadar ileri götürdüler ki yaklaşık yetmiş yıldır başta Filistinliler olmak üzere neredeyse tüm Ortadoğu’yu katliam, kan, zulüm, savaş ve gözyaşına boğacak gelişmelerin müsebbibi haline geldiler.

 

İsrail devletinin özellikle Gazze Şeridi’nde soykırıma yönelen katliamları, İbn Haldun’un, “Yenilen kavimler yenenleri taklit ederler” sözünün ötesine geçmiş, kötülük sıradan ve banal olmaktan çıkmış, ezilenlerin ıstırap ve acılarının istismarı üzerinden bir ‘kötülük endüstrisi’ üretimine yönelmiştir. Anne ve babası Nazi kamplarında zulüm gören, akrabalarının birçoğunu kamplarda kaybeden Amerikalı siyaset bilimci Norman Finkelstein, Holokost Endüstrisi Yahudi Acılarının İstismarı kitabında, “Aslında Holokost, vazgeçilmez bir ideolojik silah olduğunu kanıtlamıştır. Bu silahın kullanımıyla birlikte, korkunç bir insan hakları geçmişine sahip, dünyanın en ürkütücü askeri güçlerinden biri, kendisini “kurban” devlet olarak gösterebilmekte, ABD’deki en başarılı etnik grup da aynı şekilde kurban statüsü elde edebilmektedir. Bu sahte kurbanlık statüsü, hatırı sayılır servetlerin birikmesine yol açmanın yanında, eleştirilere karşı da bir tür dokunulmazlık kazandırmıştır. Şunu da eklemeliyim ki, bu dokunulmazlıktan faydalananlar, beraberinde getirdiği ahlaki yozlaşmadan da kaçamamışlardır” (Kutadgu Yay, 3. Baskı, 2024, s.23) sözleriyle zikrettiği “Holokost endüstrisi”, İsrail’in Gazze’de teşhir ederek gerçekleştirdiği soykırım, bir tür zulüm ve kötülük endüstrisi üretir hale gelmiştir.

 

Gazze aynasında üretilen kötülük, Arendt’in bahsettiği türden düşünme, muhakeme etme ve yargı yetisinin dumura uğramasının aksine üretilen kurban metaforu üzerinden alenileştirilerek büyük bir bilinç ve hınç kültürü eşliğinde endüstrileştirilmektedir. Başka bir deyişle üretilen kötülük endüstrisi, tüm taraflarda bilinçli bir kötülük sarmalının oluşması ve pekişmesine hizmet etmektedir. Gazze’de İsrail’in gerçekleştirdiği katliamlar, Nazi soykırımı zamanındaki tek sesli totaliteryen koşulların tam aksine, tüm dünyada kamusal müzakerenin yoğunlaştığı, farklı fikirlerin dolaşımda olduğu ve en önemlisi de basın yayın araçları ve internet teknolojisinin en ileri seviyede olduğu bir dönemde kötülüğün göze sokarcasına teşhir edilerek yeniden üretilmesinden başka bir şeyle açıklanamaz. Bu kötülük, bilinçli bir kötülüktür. Bu durum, kötülüğün normalleştirilme ve doğallaştırılma ameliyesinden başka bir şey değildir. İsrail ve ardındaki Batılı güçlerin ürettiği kötülük ve zulüm endüstrisinin kurbanları olarak Filistin halkı seçilmiştir. Gazze özelinde bilerek isteyerek kasten işlenen cinayet, kötülük endüstrisini sürekli kılmak adına gerçekleştirilmektedir.

 

Nazi soykırımına maruz kalarak kurbanlaştırılan Yahudi psikolojisinin travmatik acılarının istismarı üzerinden İsrail’in gerçekleştirdiği soykırım, kimi Siyonist siyasi aktörlerin sözlerinde fâş edildiği üzere Filistin halkının hayvanmış gibi görülme patolojisi üzerinden haklılaştırılmaya ve meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Başka bir deyişle, Filistin halkının İsrail’in gözünde Bauman’ın sözünü ettiği “insandışılaştırılarak” tikel insanlıklarının yok edildiği bir etnik, dini ya da mezhebi bir insan topluluğu olmanın ötesinde itlaf edilmesi gereken bir hayvan topluluğu gibi görülmesi, kurbanlaştırma üzerinden kötülüğün geldiği boyutu gözler önüne sermektedir. Bu öylesine büyük bir kötülük endüstrisidir ki tarihin en acımasız ve gaddar zalimlerinin geçmişte çok büyük zulümlere maruz kalmış mazlumların psikolojinden neşet ettiğini gözler önüne sermektedir.

 

İsrail ve ardındaki Batılı güçlerin Filistin halkı üzerinde soykırım ve katliamlarla saçtığı kötülük tohumları, Rachel Corrie’lerin, “zulüm bizdense ben bizden değilim” diyen ya da Finkelstein’in, “İsrail’li Naziler, soykırımı durdurun” sözlerindeki temaya benzer şekilde Müslüman ve Hristiyan tüm dünya halkları içinde küresel ölçekli kamusal iyilik vicdanında mahkûm ve tel’in edilmesi, kötülük endüstrisi sarmalına geçit verilmeyeceğinin göstergesidir. Siyonist İsrail’in Müslüman Filistin halkını Nazi soykırımı altındaki kendi geçmişine benzetme girişimi ve bunun üzerinden zulüm endüstrisi üretme potansiyeli umarım Gazze aynasında yerle yeksan olacaktır. Bu bakımdan ölüm ve acılarla dolu Gazze aynası, insanlığımızın yargılandığı mihenk taşıdır. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist, Hinduist, Şintoist, ateist ya da birbirinden farklı etnik yapı, sınıf ve topluluğa bakmaksızın her birimizin ve tüm insanlığın onuru ve namusu Gazze’de Filistin’de yargılanırken, namuslu mu namussuz mu, kötü mü iyi mi olduğumuzun resmini Gazze aynası verecektir. İsrail’in teşhir ederek yaptığı katliamların mekânı olan Gazze aynası insanlığın namusunu kurtaracak umuduyla, mazlumdan zalim üreten kötülük endüstrisinin sarmalına teslim olmamanın erdemini de elbette hepimize gösterecektir.

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 261 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.