Şeriat Meselesi ve Serencamımız

23 Haziran 2024

Daha gençken, zihnimizde varoluşa dair hiçbir kavram, tasavvur ve tahayyül olmadığı dönemlerde bizden daha büyük ve bilgili kişilerin her dediğine inanma gibi bir çaresizliğin içindeydik. Yöresel anlamada iki koyak arasında kalan yerleşim yerlerinde gözümüzün görebildiği ufuk kadar zannederdik dünyayı…

Azıcık büyüyünce başka dünyaların da olduğunu öğrenmeye başlasak da, bu öğrenme deneyim, bilgi ve düşünmeyle tam desteklenmediği için düşünme ve kendimize ait kabulleri oluşturmak pek mümkün olamamaktaydı. Okullarda bu yetenekleri kazanamadığımız için hep birilerinin tembih ve telkinlerini hakikat bellemeye başladık. Bu epeyce sürdü. Lise öğrenimi ve üniversite öğrenimi boyunca devam etti.

Ne zaman ki ikinci bir üniversite okumaya ve yargılarımı kendim vermeye karar verdim, durum o zaman değişti.

Bilgi kaynaklarına kendi ulaşıp düşünme yetilerini özgürce kullanamayan bireyler müstakil düşünme, özgün/kendine ait değer ve yargı üretme imkânları yoktur.

Ülkemde politik/dinsel ve ideolojik örgütlenmeler kendi hegemonyalarını kurmak için (oluşturulan mit, mefkûre ve kutsallar üzerinden) adam devşirme yoluna koyulmuşlar ve her yere ağlarını döşemişlerdi. Çaresiz Anadolu çocuğu ne yapsın? Kendi varoluşunu oluşturmak ve kendini güvende tutabilmek için bu tür örgütlenmelerin ağına hemencecik yakalanmaktaydı.

Öyle bir algı ve manipülasyon yapılıyordu ki; özellikle mukaddesat/gelenek eksenli yapıların iddiaları, ötelerin ötesini hedeflediği için ekseriyet (var olan mahrum ve mağdur psikolojisiyle) dini oluşumlara yöneliyor, bu ortamlarda kendini daha anlamlı ve değerli görüyordu. Bu psikoloji içinde olan aynı sosyolojik katmanın farklı tezahürleri olan “milliyetçilik” ekseninde de gençler “lider-doktrin-teşkilat” üçgeninde daha çok duygularından yakalanıyor, gençlerin düşünme, anlama ve uzlaşı yetenekleri ta baştan örseleniyordu. Oysa insanı doğal halde bıraksalar kendi milletini, kültürünü, ülkesini ve devletini zaten sevecekti. büyüme çağlarında kendini değerli hissetmeyen gençlere mefkûreler üzerinden belli örgütsel roller verilerek değerli oldukları hissettiriliyordu.

Dindar oluşumların iddia ve ütopyası, tanrısal bir zemin üzerineydi. Yüce yaradan bizi boşa yaratmadı diyorduk. Bizim bu dünyada bir görevimiz vardı ve o görevin mahiyetini de yüce yaradan belirlemişti. Neydi o; …birçok itikadi esasların yanında, asıl olan onun nizamını kurmaktı. Allah’ın hükümleriyle hükmedilmek…(Maide-44-45-46) Neydi model? Kutsal metinler ve arkaik (asrı saadet) dönem uygulamaları… Ne yapmalı? bütün yaşamsal kaygılarımız bu hedef üzerine kurgulanmalı…

Bu ara okunan kitapların mahiyetini bilme imkanımız yoktu. Seyyit Kutuplar, Mevdudiler, Hasan El Bennalar, ve aralarında teolojik çelişki olsa da bizde N. Fazıllar falan… Bu düşüncenin zemin, ivme ve motivasyon kazanması için tarihe yalan söyletildiğini söyleyen (ama hiç bilimsel metotlarla konuşmadıkları halde) tarihçi zannedilen kişiler vardı. Her aşamada kaybedilmiş/kaybettirilmiş ideal değer ve neslin(olmayan) geri getirilme hayalleriyle coşturuyorlardı kitleleri…

Dedim ya, bizim kaynaklara ulaşmak gibi bir özelliğimiz olmadığı gibi öyle bir imkanımız da yoktu. Temel düşünme becerileri hiç kazanmamış, bu düşünme becerilerini etkin kullanabilecek terim ve kavram yeterliliği hiç olmayan retorik ve sloganlarla harekete geçiren zavallı gençlerdik. Biz kimdik ki, üstatlar, hocalar, şeyhler, efendiler gibi ileri düzeyde bilgi/malumat sahibi olmalarının yanısıra “vehbi” yetenekleri olan kişilere itibar etmeyelim.

Öyle inandırılmıştık: Onlar müstesna şahsiyetlerdi. Onlar temsilciydi. Tabi ben hep izliyor ve anlamaya çalışıyordum; elbette samimice. İnsan nedir, doğa nedir, psikoloji nedir, antropoloji nedir, tarih nedir, bilgi nedir, bilgiye nasıl ulaşılır, yönetim nedir, siyaset nedir, tahakküm nedir, davranış nedir, değer nedir? gibi kavramları nesnel, objektif ve kendimizce düşünme imkanımız hiç yoktu.

Sonra azıcık büyüdük ve farklı düşüncelerle temas kurmaya başlamanın yanında, farklı okumalar da yapmaya başladık. Belki ileri düzeyde uzmanlaşma pek olmadı, ama en azından bir yerlerde bir tilkilik ve hinliği fark etmeye başladık ve sonra kendimize şunu söyledik:  

Ulaşılması gereken bir bilgi ve yargı varsa bunu kendi çabalarınla yapmalısın; değilse bir nesne gibi birilerinin oyuncağı ve dolgu malzemesi olarak yaşamını tamamlarsın.

Bu araştırma, işin uzmanlarına sormanın yanında okumalar yapmakla devam etti. Bunu özgür düşünerek kemala erdirmeye çalıştık. Dedik ya, inancı yaşamın merkezine oturttuğumuz için bize söylenen İslam Devleti nedir? Yaradan bizden devlet kurma gibi bir sorumluluk yüklüyor mu? Yüklüyorsa şeriat olarak nitelenen bu İslam devleti’ nin mekanizmaları (yapısı/kurumları, düzenleyici hükümleri ve yürütme organları vs.) nelerdir? Sorularına cevap bulmak için epeyce kafa yorduk. Bunları araştırırken her aşamada bir hayal kırıklığı ile karşılaştık.

Bu ara ülkemizde ve dünyada farklı pratikleri de inceleyip değerleniyorduk. Örneğin Afganistan, İran, savaşlar vs. Bu süreçte bir çok gerçeğin farkına vardık.

  • Şeriat denilen kavramın kapsamında uzlaşılan bir kurallar silsilesinin olmadığının,
  • dünyada kendini Müslüman olarak tanıtan halk ve devletlerin ayrı ayrı itikadi ekolleri benimsediğinin,
  • belli bir ekolün içinde bile birbirini ilk fırsatta yok etmeyi planlayan fırka ve cemaatların olduğunun,
  • aynı cemaat içinde bile müşterek bir anlayışın olamayacağının,
  • tüm bu olup bitenlerin aslında güç devşirme/tahakküm kurma ve ticari ilişkileri geliştirme çabaları olduğunun;
  • olup bitenlere daha üst perdeden bakınca farklı senaryoların döndüğünün

farkına varmaya başlamıştık.  

Günün sonunda tüm bu düzenbazlıkların ötesinde şunu kavradık: yaradan bizden tasarımı yapılmış bir devlet falan istemiyor. Öyle bir şeye işaret de yok. Ancak, kutsal metni tümeller üzerinden okuyabilenler için insanlığın genel/ortak iyiliğine dönük hak, hukuk, adalet, emanet, ehliyet, liyakat  gibi çerçeve ilkelerden bahsedilebilir. Üstelik tarihin hiçbir döneminde böyle bir öneri üzerinde uzlaşı da olmamış. Din egemen sınıfların her daim halkı maniple eden bir aparatı olmuş. Teorik olarak da olma ihtimali hiç yok. Çünkü inancın ilkeleri ve muamelatı hususlarında uzlaşıya varma imkânı yok. Bu uzlaşının oldurulmaya çalışılması kitleleri oyalama ve ömürlerini boşa geçirme çabasından başka bir şey değil.

İnancın esaslarını, tarihsel bağlama ve tikellere mahkum edenlerin, incir çekirdeğinden meselelerle birbirini öldürmekten imtina duymayan yığınları ürettiğine tanık oldu insanlık. Gerçeği anlamasına anladık da; bizim için anlama süresi uzun oldu. Bu serüvende fark ettiğimiz tek şey sadece yaratanın İslam Devleti (şeriat) diye bir tasarım ve tavsiyesinin olmadığı değil; insan doğasına aykırı olan her şeydi.  

Bizi üzen şey, onca tarihi tecrübe, bilgi, birikim, düşünme ve mukayese fırsatlarına rağmen, halen anlamaya direnen birilerinin olmasıdır. Bu kısmi direnç, ülkenin enerjisini tüketmenin ötesinde, adil, paylaşımcı, kardeşliğin geliştiği, herkesin devletine şeksiz şüphesiz güvendiği bir devlet ve kamusal alan kurulmasına ket vurmakta.

Sürekli patinaj halindeyiz.

Ne mi yapılması gerekir? Öncelikle kamusal alanla öznel alan ayrımın yapıldığı bir bilinç geliştirmek, ardından demokratik hukuk devletinin kadrini kıymetini bilip; aksayan eskiyen yerleri revize ederek ve devlet aygıtının rasyonel bir fenomen olduğunun farkına vararak devletin güçler ayrılığı prensibine uygun şekilde yönetilmesini sağlamak olacaktır. Değilse, bize ait olduğunu iddia ettiğimiz, elimizdeki mevcut değerleri de kaybederek tarihin sıradan nesnesi olarak ve kendimizle cebelleşerek yaşama devam eder gideriz.

Vesselam…

 

Mustafa

"büyüme çağlarında kendini değerli hissetmeyen gençlere mefkûreler üzerinden belli örgütsel roller verilerek değerli" kılma tuzakları ile devşiriyorlar bizleri.
60 yaşından sonra uyanabildik. O da mevcut iktidarın ikiyüzlülüğü ile saklanamaz bir gerçek haline geldiği için.
Bu ülke sırtımızdan inmiyor ve kırbacını da eksik etmiyor hiç bir zaman.

Pa, 06/23/2024 - 15:31 Kalıcı bağlantı
Tuğrul

1-İnternet sayesinde yerel ufkun dışındaki bilgi ve düşüncelere de ulaşıldı.
2-AKP ile islam devleti, müslüman yönetici pratiği hayal kırıklıkları yaşattı; iktidar davayı da, ülküyü de yerle bir etti.
3-Olumsuz AKP pratiği Türk insanında bir bilinç aydınlanmasına yol açmakta, bu pratik Tanrı’nın bir lütfu olsa gerek.

Pa, 06/23/2024 - 15:39 Kalıcı bağlantı
Ahmet

Sevgili hocam yüreğine sağlık. Düşünmeden sorgulamadan sadece birilerinin söylediği ile yetinerek inanıp iman etmek akla ne kadar da aykırı. Kaldı ki akıl biz insanogluna verilmiş en büyük nimet ve kullanmamak ne acı.

Pt, 06/24/2024 - 10:07 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 537 kez görüntülendi. 9 yorum yapıldı.