Türkiye’de politika ve propaganda olarak "etnosentrizm"

08 Aralık 2025

Giriş

Etnosentrizmin Türkiye'deki siyasal ve toplumsal alandaki yayılımı, onu yalnızca yüzeysel bir önyargı fenomeni olmaktan çıkarıp, derin yapısal ve psikolojik ihtiyaçları karşılayan bütüncül bir ahlaki kompansasyon sistemi haline getirmiştir. Bu makale, sunulan temel metinleri kullanarak, Türkiye’de etnosentrizmin rasyonel kaynak rekabetinden (Realistik Grup Çatışması Teorisi—RGCT) ziyade, sosyal kimlik ve otoriter kişilik yapısının gerektirdiği sembolik ve moral üstünlük arayışıyla nasıl işlediğine dair yeni bir tahlil sunmayı amaçlamaktadır. Eldeki sosyolojik ve sosyal-psikolojik literatür, bu olgunun "örtük çatışma" ve "ideolojik örgü" dinamikleri üzerinden anlaşılmasını zorunlu kılmaktadır.

Ahlaki Mores ve Otoriter Karakterin Arayışı

Türkiye toplumundaki etnosentrik söylem, rasyonel bir temele oturmadan önce, William Graham Sumner’ın tanımladığı gibi, iç grubun ahlaki törelerinin (mores) gücüne dayanır. Sumner'a göre mores, "toplumsal refaha katkıda bulunduklarına dair bir yargı içeren popüler kullanımlar ve geleneklerdir" ve birey üzerinde zorlayıcı bir bağlayıcılık uygular. Türkiye’deki ulusal ve dini kimliğe ilişkin temel değerler, bu mores yapısını oluşturur ve sorgulanamaz bir ahlaki zorunluluk yaratır.

Bu katı ahlaki yapıya en güçlü yanıtı veren kesim, Theodor W. Adorno ve meslektaşlarının incelediği Otoriter Kişilik tipidir. Otoriter birey, toplumsal normlara aşırı bağlılığı, dış gruplara yönelik düşmanlığı ve otoriteye olan körü körüne itaati ile etnosentrik ideolojinin en verimli alıcısıdır. Adorno ve arkadaşları, bu tip bireylerin, çözülmemiş bilinçdışı çatışmaları bastırmak için kapsamlı baskı (repression) kullandığını ve bu sayede "rahatlık (comfort) ve uyum (adjustment) hissine ulaştığını" belirtir. Ancak bu "uyum," üretkenlikten (productiveness) ve gerçeklik üzerindeki sağlam tutunuştan (grip on reality) yoksundur.

Image

Türkiye’deki etnosentrizm, bu noktada kritik bir işlev görür: Bireyin modernleşme, kimlik ve siyasi kaos karşısındaki içsel kaygılarını (otoriter kişiliğin bastırdığı çatışmaları) alarak, onları dış gruplara yönelik net ve katı bir düşmanlık haritasına (F-skoru yüksek bir dünya görüşüne) yansıtır. Siyasi propaganda, Sumner’ın mores’lerini ahlaki bir silah olarak kullanarak, Adorno’nun otoriter bireyine aradığı "rahatlık ve uyumu" ideolojik bir disiplin içinde sunar.

Bu noktada eleştirel katkımız şudur: Türkiye’de toplumsal modernleşme, siyasal istikrarsızlık ve kimlik erozyonu, bireylerin maruz kaldığı içsel kaygıyı derinleştirir. Otoriter kişilik, bu kaygılar karşısında hazırlıksızdır; Adorno’nun ifadesiyle, "çözülmemiş bilinçdışı çatışmalar yoğunlaştığında... ego, tamamen hazırlıksız, bunalmış ve şok olmuş hisseder."

 

Bir Araç Olarak: Siyasi Propaganda

Propaganda, öncelikle Sumner’ın mores’lerini – toplumun sorgulanamaz ahlaki törelerini (ulusal birlik, dini hassasiyet, geleneksel aile değerleri vb.) – tartışılmaz bir siyasi otorite kaynağına dönüştürür. Propaganda, mores'lerin çiğnenmesini siyasi bir hata olarak değil, iç grubun ahlaki bütünlüğüne ve varoluşsal bekasına yönelik bir saldırı olarak çerçeveler.
Bu çerçeve, siyasi hedefleri ahlaki bir zorunluluğa dönüştürerek, sıradan politik kararları ve çatışmaları dahi kutsal bir mücadele alanı içine taşır. Böylece, mores'e sadakat, lidere ve ideolojiye sadakatle eşdeğer hale gelir; bu, otoritenin toplumsal tabanını sağlamlaştırır ve her türlü eleştirel düşünceyi otomatik olarak ahlaki bir ihanet olarak damgalar.
Propaganda, bu ahlaki olarak silahlanmış mores'i, içsel çatışmalarla boğuşan OK (Otoriter Kişilik) tipine bir tedavi olarak sunar. Adorno ve meslektaşları, yüksek etnosentrizm sergileyen bireylerin, çözülmemiş bilinçdışı çatışmalar nedeniyle ego gelişimlerinin engellendiğini ve bu durumun yoğun kaygıya yol açtığını tespit etmiştir. Ancak bu kişiler, "Yeterince destekleyici bir ortam verildiğinde, yüksek derecede etnosentrik bireyler bir 'rahatlık' (comfort) ve 'uyum' (adjustment) hissine ulaşırlar."

Propaganda tam olarak bu destekleyici ortamı inşa eder:

Kaygının Dışsallaştırılması: Türkiye’de modernleşmenin ve küreselleşmenin yarattığı kimlik kargaşası ve siyasi kaosun neden olduğu dağınık kaygılar, propaganda aracılığıyla dış gruplara (Batı, iç düşmanlar, muhalifler) yönelik net, sabit ve ahlaki açıdan kınanabilir hedeflere yansıtılır.

Emredilmiş Basitleştirme: OK tipi, katı, ikili (siyah-beyaz) düşünce kalıplarını ideolojik sistem içinde meşrulaştırır. Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü gibi ideolojik kılavuzlar, "aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu" gibi kesin düşman tanımları sunarak, OK’nin aradığı net "biz" ve "onlar" ayrımını kristalize eder.

Garantili Uyum: Propaganda, bireye karmaşık sosyo-ekonomik ve politik sorunlarla rasyonel olarak yüzleşmek yerine, sadece mores'e itaat etmek ve düşmana düşmanlık beslemek suretiyle hem iç gruba tam uyum (adjustment) sağlayacağını hem de kişisel bir rahatlama (comfort) hissedeceğini garanti eder.

Ancak, Adorno’nun uyarısı burada sosyolojik tahlil için hayati önem taşır: Bu "uyum," bedeli olan bir uyumdur. Yüksek etnosentrizm gösteren bireyler, destekleyici ortamda rahatlık sağlasalar bile, "üretkenlikten (productiveness), sevme kapasitesinden ve stres zamanlarında gerçekliğe sağlam bir tutunuştan (grip on reality)" yoksundurlar.
 

İdeolojik İnşa: Öteki'nin Siyasi Kodlaması

Etnosentrizm, sadece psikolojik bir eğilim değil, aynı zamanda siyasi gücü meşrulaştıran sistematik bir ideolojik örgüdür. Türkiye'de bu süreç, Batı ile kurulan ilişkinin karmaşık yapısından doğan bir Karşı-Oryantalizm ile kendini gösterir.

Türkiye, tarihsel olarak Batı'nın kendisini tanımlamak için kullandığı "öteki" imajının (Oryantalizm) bir nesnesi olmuştur. Ancak yerel ideolojiler, bu durumu tersine çevirerek, kendi İdeolojik Örgüleri içinde Batı'yı (veya onun içerdeki yansılarını) ahlaki çöküntünün, ruhsuz materyalizmin ve kültürel yozlaşmanın kaynağı olarak inşa eder.

Türkiye’de bu durum, siyasal-kültürel grupların, rasyonel çıkarları aleyhine, yalnızca sembolik ve ideolojik üstünlük uğruna toplumsal farklılaştırmalar yapmasına neden olur. Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü, tam da bu sembolik kompansasyonun manuelidir. Eser, kendi "Büyük Doğu" idealini tanımlarken, sadece dış düşman (Batı) yaratmakla kalmaz, aynı zamanda iç grubun saflığını tehdit eden üç temel düşmanı (aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu) netleştirir. Bu iç düşmanların tanımlanması, Adorno’nun otoriter karakterinin katı, ikili (siyah-beyaz) düşünce kalıplarına ve Sumner’ın mores’lerinin korunması görevine ideolojik bir hedef sunar.

Sonuç

Bu makalenin temel eleştirel katkısı, Türkiye’deki etnosentrik siyasetin başarısını, rasyonel çıkarın mobilize edilmesinden ziyade, bireyin modernleşme karşısındaki ego kırılganlığını ve uğradığı hazırlıksızlığı sömürmesine bağlamaktır. Siyasi propaganda, toplumsal mores’i kullanarak bireyin içsel kaygısını dışsallaştırıp, onu siyasi otoriteye ahlaki bir sadakatle bağlayan bir nevi "tedavi" sunmaktadır.

Dolayısıyla, Türkiye’de etnosentrizmle mücadele, sadece kaynakların adil dağıtımı veya ekonomik rasyonellik üzerinden değil, bireylerin içsel kaygılarını ve otoriter yapılarını dönüştürecek, çoğulcu ve eleştirel düşünceyi besleyecek sosyolojik ve psikolojik stratejilerle yürütülmelidir. Aksi takdirde, siyasal istikrarsızlık ve belirsizlik devam ettiği sürece, etnosentrik ideoloji, "gerçeklik üzerindeki sağlam tutunuştan" yoksun, ancak politik olarak güçlü bir uyum garantisi sunmaya devam edecektir.
 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.