Manzara :
Anlama, anlamlandırma, tanımlama gayreti. Belirsizlikten doğan zihni bir savruluş. Haklı çıkıp suçluyu bulma telaşındayken bir taraftan da durumu anlamaya çalışıyoruz. Muhakkak herkesin coronanın öncesine ve sonrasına dair bir fikri var ama kabaca ikiye bölünmüş durumdayız:
* Bu biyodijital bir savaş.
Bunun biyodijital bir savaş olduğunu düşünmek için en az elli yıllık haklı sebeplerimiz var. Ütopik, distopik, bilim kurgu tarzında ezberlediğimiz onlarca kitap, yüzlerce film, sayısız yazı. Çağın insanın bu ezberle geldiği nokta:
Böyle olacağını biliyorduk, bundan sonra da şöyle şöyle olacak.
Kendi içinde tutarlı bir fikir, neden olmasın ki?
* Bu bir salgın.
Tarihte daha trajik salgınlar var. Mikrobik ya da virütik. Şu an sosyal medya, dijital iletişim ve seyahat hızı sebebiyle salgın hem virütik hem de iletişimsel olarak ürkütücü bir hızla yayılıyor. Fiziki ve psikolojik yıkım buna nispetle oluyor. Bu da tarihteki örnekleri gibi bir salgın ama şartlar eski şartlar değil. Etkisi de ona nispetle.
Bu iki anlayış daha uzun yıllar mevzilerini koruyarak tartışacaklar ve bir sonuca ulaşamayacaklar. Bu tartışmadan doğan bilimsel, edebi, felsefi, sosyolojik anlamda çok sayıda eser üretilecek.
Her ne olursa olsun; ister biyodijital bir savaş, ister bir salgın olsun tartışamayacağımız tek şey: “Yarın düne benzemeyecek.”
Aslında corona ile fark ettiğimiz şey dünyanın küçük bir köye dönüştüğü. Çin’de hapşıran bir proleterin Buckingham’da Prens’i hasta ettiği küçücük bir köy.
Buraya nasıl geldik?
Önemli bir soru: Nasıl? Bir de “niçin” sorusu var. Biri olmadan diğeri topal sorular. Son üç asırda daha çok nasıl sorusunu cevaplarken niçin sorusu biraz görmezden gelindi. Belki de yaşadıklarımız “niçin”i görmezden gelişimizle ilgilidir.
Modernizm, dünyayı büyük bir gezegenden küçük bir köye dönüştürdü. Böyle olacağını, dünyanın yaşanmaz bir yere dönüşeceğini, kalabalıkların özgürlük vadiyle köleleştirileceğini bazı bilim ve fikir insanları yıllarca anlattı. Ancak insan bunu görmek, duymak ve anlamak istemedi. Yaygın modern yaşam telakkisi insanları dijital bir nesneye dönüştürerek insanlığı başka bir seviyeye getirdi. Bilim ve teknolojiyi “kutsamanın” insanlık için felaket getireceği beklentisinin gerçeğe dönüştüğü noktadayız.
Özellikle son yüzyılda suyun, havanın, toprağın, tohumun, genin; sırf daha çok para-güç, konfor ve haz için bilim eliyle nasıl geliştirildiğini(!)-bozulduğunu biliyor ve bu bozulmanın doğurduğu trajediyi yaşıyoruz.
Evet, yarın insanlık dijital bir nesneye dönüşecek ve kaderi, bir delete tuşuna basımlık saniyelik bir tercihe ya da el sürçmesine bağlı olacak.
Yaşadığımız şey “bir” odağın değil bir sürecin mahsulü. Son üç asrın doğurup büyüttüğü bir trajedi. Bilimin ve teknolojinin kutsallaştırılıp bu kavramlar etrafında oluşturulan dogmatizmin yaşam koşullarını tayin ettiği bir dünya. Bir odak yok. Onlarca farklı odak ya da güç var. Büyük üniversitelerden laboratuvarlara, düşünce kuruluşlarından prodüksiyon şirketlerine kadar “bilginin üretilmesi” sürecini finanse edenlerin büyük finans sahibi kurumlar-kişiler olduğunu ve bilginin sonuç olarak kapitalizmin hizmetinde olduğunu belirtmek malumun ilanı olur. Büyük sermaye sahipleri bir savaş halinde. Hür olduğunu sanan çağın insanı, güçlerin savaşında bu sefer dijital kölelere dönüşmüş olacak.
Son yirmi yılda alışverişten iletişime kadar her alanda yoğun biçimde internet kullanıyoruz. Dolayısıyla sağlık durumumuzdan politik düşüncemize, ekonomik durumuzdan kişisel zaaf ve tercihlerimize kadar çok fazla veri belli şirketlerin datalarında. Bu datalara sahip şirketler zaten bizi dijital olarak tespit etmiş ve izleyebilir durumdalar. Aslında diledikleri zaman diledikleri kadar maniple de edebilecek güce sahipler. Her ne kadar çağın insanı tam bir köleye dönüşmüş olmasa da dijital anlamda belli düzeylerde bağımlı olmuş durumda. Belki virüs sert bir kırılma noktası oluşturup çığı tetikleyecek. Bağımlılıktan dijital köleliğe geçişi hızlandıracak.
Biz bunun neresinde olacağız?
Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’nda; Ortaçağda kilisenin haftada bir saat topluma propaganda yapma imkanına sahipken, sanayi devriminden sonra kilisenin yerine kapitalizmin haftada beş gün, günde sekiz saat propaganda yapma imkanına kavuştuğunu anlatır. Neredeyse tüm dünyanın Batılı bir eğitim sistemini en az iki yüz yıldır çeşitli biçimlerde farklı tonlarda uyguladığını düşünürsek halihazırda insanlığı üreten temel gücün kapitalizm olduğunu, var olan insanın “üretilmiş bir tip” olduğunu görmüş oluruz. Ve biz başta olmak üzere tüm toplumlar bu formal eğitim sistemini idealize edip kutsadı. “Üretilmiş insan” bunun doğurduğu trajik sonuçları eleştirmeye cesaret edemeyeceği gibi eleştirse de doğru sonuçlara ulaşabilecek zihinsel bir beceriye sahip olup olmadığı tartışılır. Artık modern insan yaşanılabilir bir dünya için “kapitalizmden başkasının mümkün olmadığına” ikna olmuş durumda.
"Zorunlu eğitim" marifetiyle bilgi ve becerisi “istendik düzeye” göre tasarlanıp bir “tip” olarak üretilen çağın insanı içinde yaşadığı toplumun hayat şartlarını belirleyecek pozisyonlara sahip. Kalabalıklar da “makbul vatandaş” idealizasyonuna maruz kalmış insanlardan oluşuyor. Hülasa; insanlık yeni şartlara zihinsel olarak büyük ölçüde hazır. Çoğunluğun sorgulamadan yeni sürecin gönüllüleri olacağını, yeni şartlara intibak etmenin bir “itibar” olduğunun savunulacağını söylemek çok da iddialı bir öngörü olmayacaktır. Tıpkı modern çağın başından itibaren yaşadıklarımız gibi.
Bilindiği gibi "modern" kelimesinin sözlük anlamının dışında bu kavrama dilimizde daima "olumlu" anlamlar yüklenmiş, pek dar bir çevre bu kavrama eleştirel bir biçimde yaklaşmıştır. Halbuki modernizm son üç asırda insanın tabiatla uyum içinde yaşamasını değil tabiata hükmetmek, tabiatı dönüştürmek ve elde edilen maddi zenginliği sınırlı sayıda insanın kullanımına vermek, insanlığı gönüllü kölelere dönüştürmek için eser miktarda haz ve konforu insanlığa pay etmek, böylelikle "İnsan Tanrıcıklar ve Kulları"ndan oluşmuş bir dünya kurmak için çabaladı.
Vahşi kapitalizmin, sömürü ve savaşın temel dinamikleri modernizmin domine ettiği zamanlarda ortaya çıktı ve hayatı azınlık için cennete çoğunluk için cehenneme çevirdi. İnsan elleriyle ürettiği makineye teslim oldu. İnsan zihni, üretim-tüketim döngüsünün dışında sorgulama becerisini yitirdi. Halbuki özünde tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu şey; biraz buğday, biraz su, biraz temiz hava ve korunaklı bir çatıdan ibaretti. Modern bilim tabiata hükmetmek için değil de tabiatla uyum içinde yaşamak amacıyla “gelişseydi” bir aylık mesafeye bir saatte gidemez, telefonla dünyanın öbür ucuna saniyeler içinde ulaşamazdık belki, ama doğduğumuz coğrafyalarda huzur içinde yaşayabilirdik.
Yapay zekanın nükleer savaştan daha yıkıcı sonuçları olacağı ortalama akıl sahipleri için apaçık bir gerçekken bu konuda bazı bilim adamları ve siyasetçiler şatafatlı sözler söyleyerek kitleleri köleleşmenin yeni evresine hazırladılar. Şimdi insan, yapay zeka sayesinde fiziki güç isteyen riskli işlerden kurtulup daha konforlu bir standarta ulaşacağını sanıyor. "Üretilmiş" insan, zihinsel olarak dönüşmüş durumda. Sadece dijital bir nesneye çoktan dönüştüğünü fark edip buna da gönüllü olacak. Tabii ki toplum olarak biz de…
Konforlu dijital kölelerin oluşturduğu kalabalıklar, tıpkı çağın başında kilometrelerce uzağa birkaç saatte ulaşmanın insanlık için ne büyük bir nimet olduğunu alkışladıkları gibi şimdi de dijital çağın “görece” güzelliklerini alkışlayacak. İnsan, neden çok uzaklara çok kısa zamanda gitmenin bir ihtiyaca dönüştüğünü ise hiç düşünmedi. Modern zamanlarda bunu sorgulamak arkaik bir insan olma tehlikesini göze almakla mümkün olabilirdi: Çağ dışı. Ne büyük yafta ne büyük günah…
Dün, modernizme karşı duramadığımız gibi yarın da “yeni gelişmelere” karşı duramayacağız. Çünkü insan tipimiz ve imkanlarımız buna uygun değil. Ekip dikmeyi unutmuş; topraktan, hayvandan kopmuş eksik noksan da olsa endüstrileşmiş bir kitleyiz. Hatta gençlerimiz yumurta kırmayı, çay demlemeyi, söküğünü dikmeyi; en basit temel yaşam becerilerini kaybetmiş durumda. Bu kitleyi artık sadece fabrikalarda ürettiğiniz gıdalarla besleyebilirsiniz. Zorunlu istikamet : Kapitalizm.
Bir ihtimal daha var ama muhal:
Sanayi devrimi sonrası Avrupa'nın ihtiyaçlarını gidermek üzere kurulmuş eğitim sisteminin ruhundan eğitim-öğretim müfredatını kurtarıp 150 yıldır kesintisiz sürdürdüğümüz "politik tip üretme" motivasyonunu terk edip ihtiyaç, imkan ve kabiliyetlerimize göre yeni bir eğitim anlayışı geliştirebilirsek,
Epistemolojik bir çabayla bilim ve fıtrat kavramları etrafında yeni bir bilimsel perspektif inşa edebilirsek
Çok geç olmadan toprak ve tabiatla barışırsak bir umuttan bahsedilebilir. Ama bu uzak bir umut, uzak bir hayal, muhal bir ihtimal. Çünkü dindarıyla seküleriyle biz modern bir toplumuz ve insan tipimiz artık buna uygun değil.
Perde kapanırken manzara sanki şöyle olacak: Çağın insan yine sanayi devrimi sonrasında olduğu gibi yükselen trende uyacak ve dört nala dijital bir nesneye dönüşmek için koşacak. Şartlar ve süreç bize de bunu dayatacak. Belki bir farkla. Bizim toplumumuz özelinde; tüm enerjimiz “ezberlerinden şaşmayan” dindarlara ve sekülerlere "Bakın dünya sizin kavganızın konusu olmaktan çıktı, başka bir yere savruluyoruz." diyerek, seküler ve dindar ezberciliğinin kesin kanaatlerine karşı çıkmaya çabalayarak tükenecek. Bu esnada yorgun ve gönüllü dijital nesnelere dönüşmüş olacağız…
İnsanın başına gelen her felaket kendi elleriyle ettiğidir, ya yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla…
Gönlüne, kalemine sağlık…
Gönlüne, kalemine sağlık aziz gardaşım. Hayırlı olsun. Allah muvaffak eylesin.
Çok güzel yazmışsın zihnine…
Çok güzel yazmışsın zihnine kalemine sağlık
hedefi 12'den vurmak ya da…
hedefi 12'den vurmak ya da ıskalamak bir şey ifade etmiyor. istatistiğe etki edemiyorsa parlak fikirler alkışlanası bir tirattan öteye geçmiyor. çok iyi fikirlerin varsa en fazla nobel alabilirsin. bu işin rasyonel boyutu bir de sesleri yükselten bir makam var(وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ) sesinin duyulması dileğiyle...
Yeni yorum ekle