İki Asır Evvel İki Asır Sonra - 3
Tanzimat Devrinden Gelen Işık ile 2000'
Tanzimat Devrinden Gelen Işık ile 2000'
Bugün siyasete baktığımızda, kabaca İslamcı, Batıcı ve Türkçü olarak tavsif edebileceğimiz üç ana partiyi ve cılız seslerini ancak bu ana akım partilere eklemlenerek duyurabilen liberalleri hemen tespit edebiliyoruz. 19. Asırda başlayan mücadelenin bugüne uzayan uçları gayet aşikâr görünüyor. Ne yazık ki bundan yaklaşık yüz elli sene evvel başlayan gayet nitelikli, alt yapısı sağlam, entelektüel tartışmaların ve acı tecrübelerin üzerine çoktan görkemli fikir sarayları inşa etmiş olmamız gerekirken elimizde başımızı sokabileceğimiz kulübeler bile bulunmuyor. Sisfos’un kayası sürekli aşağı yuvarlanıyor ve biz maalesef taş üzerine taş koyamıyor, her şeye her an yeniden ve baştan başlıyoruz.
Osmanlı Hükümeti, yabancı okullarla ilgili verilen imtiyazları tek taraflı bir ihsan olarak değerlendirse de, bu devletler, yapılan anlaşmalara dayanarak durumu tabii bir hak saymışlardır. Osmanlı-Fransız Anlaşmasıyla Fransa, yeni bir imtiyaz elde etmemişti. Osmanlı Hükümeti sadece yürürlükteki anlaşmaları ve kapitülasyonları tanıdığını kabul etmişti. Ancak bu anlaşma o zamana kadar Osmanlı Hükümetince görmezden gelinen veya inkâr edilen mevcuttaki anlaşmaların koşullarının hayata geçirildiği bir anlaşma olmuştur. Osmanlı Devleti ise yabancı devletleri ürkütmemek ve bir olaya meydan vermemek için çok hassas davranmak zorunda kalmıştı. İşin daha da vahim hale getiren, hiçbir Avrupa hükümetinin, Fransa’nın bu örneği görülmemiş hareketini kınamaması ve Osmanlı Devleti’ne yardımcı olmayı da siyaseten uygun bulmamasıydı.
Dünyanın gelmiş geçmiş en meşhur boksörü Muhammed Ali 3 Haziran 2016 günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Tüm dünya bu 74 yaşındayken bile unutulmayan “kahramanı” konuşuyor. Pek az faniye nasip olabilecek çapta bir bilinirlik bu doğrusu. Bunun nasıl elde etti Muhammed Ali? Dünya ağırsiklet boks şampiyonu ünvanını üç kez kazanarak mı? Hayır! Tarih boyunca nice şampiyonlar, nice gol kralları, nice birinciler çıktı ama hiçbiri onun kadar tanınmadı, sevilmedi. Spordaki başarısı, şöhretinin sebebini tek başına açıklamıyor. O unutulmaz bir “kahramandı” çünkü parasını, şöhretini, kariyerini, madalyalarını hatta hayatını, inançları uğrunda feda edebileceğini göstermişti.
Malazgirt Zaferi’ne bakışımız Selçuklu’yu “devlet” olarak göremediğimizin en büyük kanıtıdır. Malazgirt Savaşı’nı, geçerken kazanılmış bir savaş haline getirmek; anlık tercih ile kazanılan bir zafer gibi düşünmek, Selçukluya olan sevgimizin bir ifadesi ise sevgimizi gözden geçirme zamanı gelmiştir. Her şeyden önce Anadolu’ya geçiş, Selçuklu devlet politikasıdır. Çağrı Bey’in 1015 yılındaki akınlarıyla bu politika hayata geçirilmeye başlanmıştır. Sultan Tuğrul Bey’in desteklediği bu politika, yeğeni Sultan Alparslan ve oğlu Sultan Melikşah tarafından devam ettirilmiştir. Siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak Anadolu’nun fethine yönelik bir plan dahilinde hareket eden Selçuklu, ileri karakol kaleleri olarak 1068 yılında Kars’ı, 1069’da Pozantı ve Palu’yu kontrol altına almıştır.
Ahıskayı ele geçirmek için yapılan savaşlarda Paskiеviçin komutanlık ettiği Ruslar 62 zabit ve 600’e yakın asker kaybetmiş, şehir ahalisinden ise 6000 kişiden fazla insan helak olmuştur. 14 Eylül 1829 tarihinde Ruslarla imzalanan Edirne mukavelesi gereğince savaş tazminatı olarak Ahıska bölgesi Ruslara verilmiş; Kars ve Sarıkamış ve Ahıska’dan itibaren diğer topraklar da 43 yıl Rusların işgalinde kalmıştır. Böylece Ahıska’nın karanlık günleri başlamıştır.