Kendine Ötekileşen Afrika

05 Kasım 2020

 

Afrika’ya ilk seyahatimi yıllar önce Cibuti’ye gerçekleştirmiştim, akabinde birkaç defa daha bu şirin ülkeyi görmek nasip oldu.  İlk ziyaretimde Cibuti üzerinden Somaliland’deki eski Osmanlı kasabası Zeyla’ya gitmiştim. Yaklaşık yirmi kilometrelik yolu her araç ayrı bir yoldan gitmek suretiyle birkaç saatte gidebilmiştik. Geniş bozkırlarında yol arama sıkıntısı olmayan Moğollar için söylenen “her Moğol’un bir yolu vardır” cümlesinin asıl Afrika için söylenmesi gerektiğinin farkına vardım.

Yolda giderken, bir ağacı merkez yapmak suretiyle etrafını bez, branda, kuru ağaç dalları veya bir çinko kullanmak suretiyle kendine barınak yapan, akşam ne yiyeceği hususunda hiçbir kanaati olmamasına rağmen umursamazca etrafına bakınan insanları görünce, “Afrikalı ne için yaşar?” sorusu aklıma geliverdi. Bu insanları hayata bağlayan şey neydi acaba? Hayalleri, tutkuları veya umutları… Akşam otelde bu soruyu diasporada yaşayan bir beyefendiye sorduğumda, hafif bir tebessüm etti ve sustu.

Bir grup arkadaşla ikinci defa gittiğim Cibuti’de, gümrükten geçerken bir arkadaşımızın sıkıntı yaşadığını gördüm. Aynı zamanda Fransız vatandaşlığı da olan hanımefendi polis kontrolünden geçerken pasaport yerine bir Fransız kimliği kullanmayı tercih ettiği için sorun yaşamıştı. Eski bir Fransız sömürgesine bir Fransız kimliği ile girebileceğini düşünen arkadaşımıza polis “burası Cibuti Cumhuriyeti Fransız sömürgesi değil” diyordu. Hanımefendi ortada kaldığımız bir anda, yanında süresi dolmuş bir Türk pasaportu olduğunu söyleyerek polise bunu verdi. “Madem Türk’sün neden Fransız kimliği kullanıyorsun” diyen polis şöyle bir düşündükten sonra süresi dolmuş Türk pasaportuyla hanımefendiyi ülkesine kabul etti. O an grupta fire vermeden ülkeye girmenin mutluluğundan ziyade, bir Cibuti polisinin bu kadar özgüvenli olmasına sevindim.

Ülkede kaldığımız günler içinde Türkiye’de makine mühendisliği okumuş Ahmet ile sohbet edinceye kadar bu mutluluğum devam etti. Ahmet bahçelerindeki bitkileri ve çiçekleri göstererek “ Ali bey, Türk patronumuz buraya çiçek ekmemizi söyleyinceye kadar burada hiçbir şey yetişmeyeceğini düşünerek taşlarla doldurmuştuk. İçimize sinmeden ektiğimiz bitkilerin hepsi yeşerip bu kadar büyüdüğünde hepimiz çok şaşırdık” dediğinde asıl şaşıranın ben olduğumun farkına varmamıştı bile. Beş yıllık eğitimi boyunca biz Ahmet’e soru sormasını veya hayatını sorgulamasını öğretememişiz demek ki. Benzer durumu bir gün sonra bir vali ile yaşadığımda bunun normal bir olay olduğunun farkına vardım. Fransızlar onlara Cibuti topraklarında bitki yetişmeyeceğini söylemiş ve onlar da bunu sorgulamadan hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdi. Bu yüzden marketi gezerken Cibutili için kiloyla sebze meyve almanın ne kadar imkânsız olduğunu hiç sorgulamadım.

Daha sonraki Afrika ziyaretlerimde bu hiçlik içindeki kimlik arayışlarını sorgulayıp durdum. Afrika adını koyamadığı “yitiğini” bulmalıydı. Çoğu, hayatın kendilerine verdiğini kader deyip sinesine çekmiş, bir kısmı da “yitiğin” peşinden dünyanın dört bir tarafına gitmiş. En prestijli üniversitelerde eğitim görmüşleriyle ve birçok devlet ricaliyle sohbet etme fırsatım oldu. Bilimin gücüne vakıf olsalar da varlıklarının hikmetine ulaşamadıklarını fark ettim.

650 yıldır sadece ekonomik varlıkları ve bedenleri değil bütün benlikleri ve kültürleri sömürülmüş bu insanlar artık kendileri olmaktan çok uzaklar. Aynaya baktığında kendini tanımayan Afrikalı, yüzlerce yıllık süreçte adını koyamadığı yeni bir kimliğine boyun eğdi. Kendini sömürenlere karşı korkuyu, hayranlığı ve kabullenmeyi benimseyen bu dönüşüm, sömürgeciyi ötekileştirmediği için Afrikalı kendine ait bir kimlik oluşumunu da gerçekleştiremedi. Bu yüzden Afrikalı kendini bulmak adına öteki olarak bir İngiliz veya Fransız’ı koymak yerine başka bir kabileyi koymayı tercih etti. Anlamsız nedenlerle çıkan kabile savaşlarında ölen milyonlarca insanı başka nasıl açıklayabiliriz ki? Böylece Afrikalı olabilecek en kötü şeyi yaptı, “kendinin ötekisi” oldu.

Muhtemelen Portekizliler Afrika’ya ticaret için geldiklerinde yüzlerce yıl içinde bu yaşlı kıtanın ruhlarını dahi sömüreceklerini hesap etmemişlerdi. 1884 Berlin Konferansı ile kara kıtanın tamamı sınırları cetvelle çizilmek suretiyle sömürgeci güçler tarafından paylaşıldı. Kendine özgü kültürel değerleri, bilimi ve zenginlikleriyle “yaşlı” sıfatını hak eden bu kıta, bütün dünyaya açlığın, sefaletin ve yoksulluğun coğrafyası olarak anlatıldı. Buna sadece Afrikalı değil bizler bile inandık.

Sömürgeci, Sahraaltı çöllündeki Timbuktu’nun el yazması eserlerinin ihtişamını bugün dahi anlamlandırmakta zorlanırken, Afrikalıya yoksuzluğu kabullendirmesi gerçekten büyük bir meziyetti. Derler ki Kanim Bornu Sultanı hacca giderken yanına aldığı yüzlerce deve altın ve mücevher nedeniyle İskenderiye gibi büyük bir şehirde bile onlarca yıl ekonomik etkisini sürdürecek harcama yapmıştır. Bugün yoksulluğun sembollerinden olan Mali ve Çad gibi ülkelerdeki bu ilmi ve ticari zenginlik Avrupa’nın o dönemlerdeki tahayyülünün çok ötesindeydi. Bu denli zenginliklere rağmen Afrika’nın sadece Afrikalı insana değil bütün dünyaya ilkelliğin kıtası olarak kabullendirilmesi ancak şeytani bir zekânın ürünü olabilirdi.

Bugün Afrika ülkeleri bağımsız müstakil birer devlet olmalarına rağmen, kıtada kurulan sömürü düzeni mutasyona uğrayarak hala varlığını sürdürmektedir. Afrika kıtasına, eski sömürgeci ülkeler insanlık adına (!) yıllık ortalama 50 milyar dolarlık kalkınma ve insani yardım yapıyorlar. Ancak kurdukları sistem gereği yapılan bu yardımların üç katı ülkelerdeki yolsuzluklara gidiyor. Yolsuzluklara giden paranın önemli bir kısmının Avrupa ve ABD bankalarına gittiğini düşünürsek, harcadığından daha fazlasını doğal olarak kendi ülkelerine çekebiliyorlar. Az gelişmiş ülkelerin kalkınmalarına yönelik hazırlanmış “sürdürülebilir kalkınma hedefleri” gibi program afişlerinin en ücra Afrika ülkesinin kamu kurumları koridorlarını süslediğini görmek, muhtemelen sömürgecinin vicdanını biraz rahatlatıyordur.  Önce malları sonra ruhları sömürülen Afrikalının ihtiyacı olan şey kaybettiği malları değil kimliğidir.

Çad’da Türkiye’de okumuş bir grup öğrenci ile yemek yerken, onlara Türkiye’deki yemeklerden memnun kalıp kalmadıklarını sordum. Alışmakta çok zorlanmadıklarını ancak, yemeklerde çok az et kullandığımızdan duydukları rahatsızlığı ifade ettiler. Çok şaşırdığımın farkına varan bir arkadaş, “Türkiye’de dört kişiye bir hayvan, Çad’da ise bir kişiye dört hayvan düştüğünü biliyor musunuz?” dedi ve ekledi, “bizim sorunumuz et bulamamak değil eti mamul madde haline getirememek”.

Sonra Afrika’yı bu gözle gezmeye başladım. Sables Blancs’da balıklarla dans etmek, Zambezi nehrinde fillerle yüzmek, Viktorya şelalesinde ıslanmak, safarilerde aslanları izlemek, Sevakin’de tarihle yüzleşmek, Massava’da ilk muhacirleri hissetmek ve daha yüzlercesi. Sadece altın ve elmas gibi değerli madenlerin değil, dünyanın en nadide doğal güzelliklerinin bulunduğu kıtada dört mevsim tarımın yapılabiliyor olması, belki de bugün için en büyük zenginlik.

Afrika kendi kaynakları ile kendine ziyadesiyle bakabilecek bir coğrafya.  Sadece kendilerine ait olanı kullanma hususunda bir irade ve akla ihtiyaçları var. Geçmişten günümüze kimliğe dair hiçbir şey bırakılmadığı için eski üzerine bir şeyler inşa etmek artık mümkün değil. Avrupalılar arkeoloji, antropoloji, tarih, sosyoloji, psikoloji, bilimlerini kullanarak yeni bir Afrikalı tipolojisi oluşturdular. Bu yeni Afrikalı Batı’yı sorgulayıp kendini bulmak yerine, kendini sorgulayıp kendiyle kavga etmeyi tercih etti. Eleştirel yaklaşan Afrikalıların sayısının her geçen gün artması geleceğe dair önemli umutları da beraberinde yeşertiyor. Afrikalı geçmişi bir tarafa bırakıp her şeyi yeniden kurmalı. Sömürgeciler yaşlanırken küllerinden yeniden doğan bir Afrika dünyanın yeni çekim merkezi olmalıdır. Bu defa köle olarak değil kendinin efendisi olarak.  Bizlerin yapması gereken şey bu doğuma katkıda bulunmak olmalıdır. Jean Paul Sartre “hepimiz katiliz” derken haksız mıydı?

İnsani duygularımız tatmin etmek için Afrikalı insana bakıp acıyarak bir sadaka göndermek o insanlara yapılmış bir iyilik değildir. Afrikalının kendi aklına, malına ve değerlerine sahip çıkmasını öğretmemiz lazım. Somali’nin 1970’lerde ihraç ettiği muzdan elde ettiği gelir, o dönem neredeyse Türkiye’nin bütün ihracat kalemlerine denk geliyordu. Afrika’ya açlar ve yoksullar kıtası muamelesi yapmak onu sömürenlerin ekmeğine yağ sürmekten öteye gitmeyecektir. Afrika’da yağmur var, toplayacak baraj ve su bentleri yok, Afrika’da dünyanın en verimli toprakları var ekecek tohum ve işleyecek makinesi yok, Afrika’da işgücü var onu değerlendirecek insan yok, Afrika’da altın, elmas, petrol var onu kullanacak irade yok, hâsılı Afrika’da yoksuzluk var farkında olan yok. Yoksulluktan kurtulmanın bir yolu var ama “yoksuzluktan” kurtulmak gerçekten çok zor. Ölüme denktir “yoksuzluk”.

Kendine ötekileşmiş Afrika’yı kendine getirmek belki de dünyanın en zor işlerinden birisi. 650 yıldır yapılanın düzeltilmesi artık mümkün değil, ama bir yenisini oluşturmak neden mümkün olmasın.

Tarih vardır, heybetiyle toplumuna külfettir, insan vardır cüssesiyle tarihine köledir. Afrika ve Afrikalı mı? İşte bu…

 

 

 

 

 

Mehmet Şahin

Dışişleri Komisyonu üyesi iken Belçika Büyükelçiliğinde bir özel toplantıya davet edilmiştim. Toplantıya diğer Avrupa ülkelerinin büyükelçileri de katılmıştı. Konu : Afrika idi.
Herkes "Afrika 'da neler nasıl yapılmalı" adına aklına geleni söylüyordu. Sonunda ev sahipliği yapan büyükelçi asıl niyetlerini açıkça ortaya koydu. Dedi ki : Biliyorsunuz Afrikalılar bizi tarihi hatalarımızdan (ihanetlerimizden demek istiyor) dolayı kabullenmiyor. Ancak bizim Afrikayı kaderine terk etmemiz mümkün değil (hala sömürülecek daha birçok yeraltı ve yerüstü zenginliği var demek istiyor) O nedenle biz Türkiyenin öncülüğünde şimdi oraya yardım etmek istiyoruz. (!) ( Bunun anlamı açıktı : Yani Afrika'ya ancak Türkiyenin arkasına saklanarak girebiliriz.)
Evet Cibuti, Tanzanya, Somali, Nijer, Nijerya, Çad ve diğer Afrika ülkelerinin desteği olmasaydı Türkiye BMdeki ağırlığını kazanamazdı...
Adrikalı ile iş yapmanın zor değil çok zor olduğunu da unutmamak lazım. Çünkü bizim gölgemizde oraya şu anda girebilen Avrupa hala o ülkelerde siyasi ,sosyal ve ekonomik olarak çok güçlü. Vesselam.

Pa, 11/15/2020 - 16:57 Kalıcı bağlantı
Koche Adam

Bu cesur polis memuru örneği, Afrikanın yeni kuşağı neo sömürgecilik paradigmayı değiştirebilme iradesini yeterince göstermektedir. Sömürgeciler kültürel ve zihinsel egemenliği empoze etmeye başardılar. Ne yazık ki bir vatandaş kendi ülkende yabancı gibi hissediyor. Çünkü sana saygı duyabilmesi ya da sosyal prestij sahibi olabilmesi için bir fransız ya da bir ingiliz olmalısın. Sözünü ettiğim bu zihinsel ve kültürel kolonizasyondur. Zira toprağın işgali bir gün sona erebilir, zihinsel kolonizasyonu ise sonuna kadar kalacaktır. Ancak bugün Afrikalı gençler kıtanın tarihini değiştirmeye kararlıdır. Benim gibi birkaç gençler dünyadaki farklı ülkeleri keşfetme fırsatı bularak, kendi ülkelerinin geri kalmışlığın gerçek nedenlerini sorgulamaya başladılar. Bu sorunun cevabı Afrika kıtasının geleceğini belirlenecektir.
Bu yüzden Türkiye şimdi bu sorunun cevabının yolunu göstermektedir.

Çar, 11/18/2020 - 17:23 Kalıcı bağlantı
Erhan

Yazar ; Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde Kalkınma ve acil yardım projelerine uzun süre onay vermiş ,
yerinde denetlemiş ve açılışlarını yapmış bir kişi olarak Afrika kıtasına farklı bir bakış açısı ile kaleme almış makaleyi.
Batılıların yardım bütçelerinin ancak %20 si sahaya yansırken Türkiye'nin resmi yardımları ve Türk STK larının yardım bütçelerinin %80 nin sahaya yansıdığı ve gerçek sahiplerine ulaştığı şeklinde yaygın bir kanaat var.
Yazıda vurgulanan farkında olmak veya başka bir deyişle uyandırılmak (uyanmak, sorgulamak) eyleminin gerçekleşmesi için Afrika kıtasından her yıl giderek hızla artan bir sayıda Türkiye'ye öğrenci gelmektedir. Türkiye ; YTB , TDV , STK 'lar ve son zamanlarda Üniversiteler (devlet+özel) kanalları ile Afrikalı öğrenciler için özel çalışmalar yapmaktadır . Çalışmalar sonucu oluşan fayda; karşılıklı kültür transferi , bizler için yabancı dil pratik yapma imkanı , Türkiye'nin lehine olmak üzere ticaret hacminin artması , turizm ve sağlık hizmetleri alanındaki kapasitemizin kullanım oranının artması vb şekilde tezahür etmektedir.
ÇAD 'ın tek günlük gazetesi olan LE PROGRES 'de Rotary Kulübünün başkent ND'jemine 'deki bir Sağlık Ocağı için açtırdığı 1 (bir)Su Kuyusunun haberini görünce sadece ÇAD da açtırdığımız 5 bin civarındaki Su Kuyusunu niçin anlatamadığımızı düşünmeye başladım.
Bu öğrencilerin yeniden bir toplum inşa etmesi uzun zaman alacak olması ile beraber inşaAllah gerçekleşecektir.
Afrika için ''KARA KITA'' ifadesi giderek daha az kullanılan bir ifade.
Genç nufus, yer altı ve yer üstü zengin kaynaklar, bakir bir tabiat , kirlenmemiş çevre vb saymakla bitmez nimetler .
Gelecek Asya'da ifadesine Afrika'yı da katmak lazım .
Ali beyden Afrika hakkında daha fazla değerlendirme bekliyoruz.

Per, 11/19/2020 - 00:02 Kalıcı bağlantı
Adem Hassaballah

Değir hocam ilk önce teşekkür etmek istiyorum bu kadar emek verdiğiniz için, bu yazıyı yazarak bizi aydınlattınız çünkü bizim bilmediğimiz bazı şeyler burada vardı, biz sizin borcunuzu hiç ödeyemeyiz ne yapsak da sizin verdiğiniz emeğin karşılığını tam anlamıyla ödeyemeyiz, çok çok teşekkür ederiz. SAYGILAR

Pa, 11/22/2020 - 15:49 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 703 kez görüntülendi. 5 yorum yapıldı.