Eşcinsellk-LGBT-İnsan-Ahlak-Yapabileceklerimiz-Yapamayacaklarımız

13 Temmuz 2020

 

Mustafa Merter hocama çok teşekkürler.. Eşcinselliğin bir rahatsızlık kabul edilmesi, öte yandan eşcinsellere insan oldukları için saygıyla yaklaşılması konusunda ben de hemfikirim. Aksi hal, bir zamanlar delileri "şeytanla işbirliği yaptıkları" için diri diri yakan Ortaçağ Avrupası'nın aşırılıklarına bizi vardırabilir ya da benzer bir hareket tarzı doğurabilir. Oysa aynı dönemdeki İslam'ın altın çağlarında delilik bir rahatsızlık olarak görülmüş, diğer rahatsızlıklar gibi tedavi edilmiş, edilmeye çalışılmıştır.

Psikiatrinin büyükleri olan Adler, Jung ve Freud eşcinselliğin doğuştan olmayıp bir gelişim çağı bozukluğu olduğunu iddia etmiş olabilirler. Ne var ki, onların araştırmalarını yaptıkları ve eserlerini verdikleri 19.yy. sonu - 20.yy. başında fizyolojik - tıbbi araştırmalar bugün bildiklerimizi keşfetmiş değildi. Birçok konuda olduğu gibi bu konularda da ciddi gelişmeler daha sonra oldu. Bu konuya tekrar döneceğiz.

22 Ağustos 1965'te Kanadalı Janet ve Ron Reimer ailesinin evleri ikiz oğulları Bruce ve Brian'ın doğumuyla şenlendi. Bebekler, doğumdan kısa süre sonra, 1930'lardan beri Amerika ve Kanada hastanelerinde yaygın olan bir uygulama gereği sünnet edildi. 1920'lerde Amerikalı doktorlar sünnetin erkek sağlığı açısından faydalı olduğunu tespit etmişler ve Amerikan hastanelerinde yeni doğan erkek bebeklere yaygın sünnet uygulaması başlamıştı. Amerika ve Kanada, Yahudiler ve müslümanların yanısıra yaygın sünnet uygulayan Hıristiyan toplumlar oldu.

Ne var ki küçük Bruce'un sünneti beceriksiz bir cerrahın ellerinde felakete döndü, erkeklik organları tedavi edilemeyecek derecede zarar gördü. Bruce artık normal ve sağlıklı bir erkek olarak hayatını sürdüremezdi. O sıra devreye zamanın ünlü bir cinsellik uzmanı psikiatrist John Money girdi. Madem ki cinsel kimlik ve yönelim safi bir psikolojik gelişim meselesiydi, bu durumda Bruce'un tahrip olmuş erkeklik organları ameliyatla alınacak, yerine kadın organı yapılacak ve Bruce biz kız çocuğu olarak yetiştirilecek, gerçek cinsiyetinden haberi bile olmayacaktı. Böylece Bruce Brenda oldu.

Küçük Brenda çok sevimli bir kız çocuğuydu, ama baştan beridir onda ters giden bir şeyler vardı. Büyüyüp, konuşup, koşup oynamaya başladığında kendisine verilen kız oyuncaklarını reddetti, erkek çocuk oyuncaklarıyla oynadı, üzerindeki kız kıyafetlerini parçalayarak erkek kıyafeti giymek istediğini söyledi durdu. Brenda bu hal ile büluğ çağına ulaştı. Kendisine dışarıdan dişilik hormonları verilip (bu da bir başka bahaneyle izah edilip Brenda ikna edildi) normal bir genç kız olarak gelişimi sağlandı. Her kuzey Amerikalı genç kız gibi Brenda'nın da erkek arkadaşları oldu. Güzel, geniş omuzlu ve uzun boylu bir genç kızdı, ilgi çekmemesi mümkün değildi. Ama Brenda bu erkek arkadaşlarına karşı cinsel ilgi duymuyordu. Nihayet babası gözyaşları içinde kendisinden gizlenen gerçeği Brenda'ya açıkladı.

Brenda daha sonraki hayatında asli cinsine döndü, erkek oldu, David adını aldı. Kız arkadaşları oldu, evlendi, çocuklar evlat edindi (kendisi başına gelenler nedeniyle kısırdı), ancak yaşadıkları nedeniyle çocukluğundan beri yakasını bırakmayan ruhsal sorunlarla boğuştu. Sonunda boşandı ve 4 mayıs 2004'te intihar etti. Hayatı "The Boy Who Was Raised as a Girl" (Kız Olarak Yetiştirilen Oğlan Çocuk) kitabına konu oldu. Bruce -Brenda -David'in trajik hayatı, cinsel kimliği "sadece bir psikolojik gelişim meselesi" olarak gören ve altında yatan organik temeli reddeden tüm psikolojik teorilere acı bir cevap oldu.

1992'de doktorlar Laura Allen ve Roger Gorski, 30 homoseksüel erkek, 30 normal erkek, ve 30 normal kadın beyni üzerinde ölümlerinden sonra otopsi ile yaptıkları araştırmalarda eşcinsel erkek beyninde kadın beynine benzer ilk anatomik farklılıkları ortaya çıkardılar. O zamandan beri bu kanıtlar giderek arttı. "Gey genleri" denen bir seri genin keşfi ve "küçük kardeş eşcinselliği" denen ve çok sayıda erkek çocuk doğumunun ardından anne bedeninde rahimdeki erkek bebeğin (kendi cinsiyetine doğru gelişimi için) salgıladığı erkeklik hormonlarına karşı gelişen bağışıklık sonucu son erkek bebekte cinsel hormon düzeylerinin düşüşü ve gelişimin tamamlanmaması sonucu eşcinsellik gibi tablolar daha sonraları keşf ve tarif edildi. Tüm bunlar sorunun, çocuk psikolojisinin geliştiği erken hayat döneminden daha da geriye, rahim içi gelişime geri gittiğini gösteriyor. Yani eşcinsellik doğuştan bir rahatsızlıktır.

Freud, Jung ve Adler'in teorileri eşcinselliği bir "çocukluk psikolojisi gelişim bozukluğu" olarak tavsif etmekte haklı olabilirler, zira sorunlu bir organik yapı (beyin) üzerinde gelişen bir psikoloji de takılmalara uğrayacak, gelişiminde sorunlar yaşayacaktır -- yapısı bozuk bir yol üzerinde yol alan bir arabanın kaza ihtimalinin artışı ya da bozulup hedefe varamaması gibi. Ne ki, organik kökeni görmeksizin olayı safi "psikolojik gelişim sorunu" olarak almak, çocukluğun erken gelişim devresinde çevresindeki maddi-manevi şartları oluşturan  aileye haksız bir suç ve sorumluluk yükler. 1990'larda ilk organik kanıtlar ortaya çıkana dek eşcinsel çocuk, olayı anlayışla ve sevgiyle karşılamaya çalışan her ana babada derin bir suçluluk duygusuna yol açıyordu: "Neyi yanlış yaptık? neden çocuğumuzun psikolojisi bozuldu ve böyle gelişti?". Oysa yanlış ana-babada değildi.

Safi psikolojik gelişim bozukluğu varsayımlarına dayanarak, 1970-2000'ler arasında "eşcinsel çevrim tedavisi" (gay conversion therapy) denen bir seri psikiatrik tedavi protokolü tarif edildi ve uygulandı. Amerika gibi ülkelerde, genelde "Pavlovian şartlı refleks" üzerine kurulu "laik" terapiler tarif edildiği gibi, 1980'lerde "laik ideolojilerin ölümü" fenomeniyle parlayan "dine dönüş - dini canlanma" döneminin bir uzantısı olarak, daha çok Protestan kiliseler ve cemaatlerle bağlantılı kimi enstitü ve kurumlarda "yoğun dua-tövbe-meditasyon" gibi manevi tekniklere dayanan usuller de uygulandı. Her iki (laik - dini) tedavi usulü antidepresanlar, psikoaktif ajanlar ve hatta bazan hormon tedavilerinden de destek aldığı halde bu uygulamalar pek başarılı sonuçlar vermedi, belki "biseksüel" denen, her iki cinse de ilgi duyan bir kesimde kısmi başarılar sağlandı. İlgilerini zaten ilgi duydukları karşı cinse teksif etmeleri ve kendi cinslerine ilgiden kaçınmaları sağlanarak kısmi başarılar elde edildi. Giderek bu tür uygulamalar rutin sağlık hizmetlerinde terkedildi, kilise ve cemaat bağlantılı kimi özel kliniklerde ise bugüne dek uygulamaya devam edildi. Bu tedavilerin, yukarıda bahsettiğimiz gibi, biseksüeller üzerindeki kısmi başarı dışında sonuç verdiğine dair elde pek bir kanıt yoktur. Bugün için, normal bir kız çocuğunu erkek olarak yetiştirmek ya da normal bir erkek çocuğu kadın olarak yetiştirmek (eldeki tüm psikiatrik ve tıbbi-cerrahi imkanları da kullanarak) ne derece mümkün değilse, bir eşcinseli de değişik yetiştirme usulleri ya da psikiatrik müdahale teknikleriyle "olduğu kişi" olmaktan çıkarmak imkansızdır. Ünlü bir LGBT sloganında dendiği gibi "cinsiyet iki bacak arasında değil, iki kulak arasındadır", beynin yapısında, kıvrımları içindedir. Gelecekte "eşcinsellik tedavisi" konusunda yeni keşifler olursa onlar da o zaman ele alınır şüphesiz.

Burada ilginç bir noktaya varıyoruz: "Eşcinsellik" adı altında tek bir tablo yoktur. Cinsel kimlik ve yönelim sorunları, en geniş kesim olan biseksüeller ve daha azı gay ve lesbienlikle başlar (erkek ve kadın eşcinseller) biseksüellik ve eşcinsellik %1-1.5 oranında görülür. Sonra daha az olarak transvestizm (karşı cinsin kıyafetlerini giyme) ve transseksüellik gelir (karşı cinse dönüşme). Bu en sansasyonel olgudur; çok dikkat çeker. Ne var ki oranı diğerlerine göre çok düşüktür: yakl. 1/3000.  Tüm bunlar bir sendromlar demetidir; onun için bu insanlar "eşcinsel" olarak değil, bugün kısaca LGBT (lesbian, gay, biseksüel, trans) olarak anılırlar.

LGBT olgusunun organik-genetik kökenli ve rahim içi gelişimiyle ilgili sebeplerinin ortaya çıkması, kaçınılmaz olarak birçok ülkede "sağlık müşterisinden" ve çocuk yapmak isteyen ailelerden buna yönelik "screening testleri" geliştirilmesi talebini de getirdi. Bu konuda araştırmalar sürmektedir. Eğer bebeğin doğmadan böyle bir sorun taşıdığı tesbit edilirse basit bir tahliye (küretaj) işlemiyle hayatı sonlandırılabilir. Bugün aynısı, Down sendromu (mongolizm) ve başka ağır zihni ya da organsal gerilik getiren doğuştan hastalık tablolarında, uygun screening testleriyle teşhis edilmekte ve bebeğin hayatı doğmadan sonlandırılmaktadır. Bu uygulamalar gelişmiş ülkelerde yaygındır. Yarın aynısının LGBT ile ilgili sorunlarda uygulanmasına karşı bir engel de yoktur.

Ya da belki tek engel ahlakidir. Böyle bir sorunla doğması mukadder bir bebeği hayatından alıkoymaya bizim hakkımız ve bunun için haklı nedenlerimiz var mıdır? Sonuçta burada masum bir hayat yok ediliyor. Sanırım bu, ana-babaların ve konuyla ilgili endişe duyan aydınların önemle üzerinde durması ve düşünmesi gereken bir konudur; özellikle de din uzmanlarının ve dini düşünceye önem veren aydınların üzerinde durması gereken bir konu.

2000'li yıllarda başlayarak gelişmiş batılı ülkelerde LGBT olgusu daha çok hoşgörü görüyor ve bu nedenle yayıldığı söyleniyor. Bu meyanda bilimden ve psikiatriden LGBT'nin bir sorun olarak kaldırıldığını da ekleyelim. Öte yandan ortalama %1-1.5 oranında rastlanan her iki cinsteki LGBT olgusunun hoşgörü nedeniyle %10'ları bulduğu kimi araştırmalarda iddia edildi ise de bu konuda bir fikir birliği yoktur. (1980'lerin sonunda İngiliz erkeklerinin %30'undan fazlasının hayatında en az bir kez eşcinsel ilişkiyi denediği şeklinde haberler de yayınlanmış, iddia edilmişti).  Birçok başka araştırmada da LGBT olgusu, bu konuya hoşgörüyle bakan ya da gayrıahlaki bularak şiddetle yasaklayan toplumlarda aynı %1-1.5 (kimi araştırmalarda %2) oranını korumaktadır. LGBT olgusunun geleneksel olarak ya da resmen yasak olduğu, üzerinde siyasi-kanuni tedbirlerin uygulandığı kimi ülkelerde sağlıklı sonuçlara ulaşmak zor olduğundan bu rakamların daha düşük çıkması da doğaldır. Öte yandan LGBT olgusunu araştırmalarla olduğundan büyük göstermek, ilginç bir biçimde her iki kutbun da (karşıtlar ve taraftarlar) işine gelen ve uyguladıkları bir yöntemdir. Merter hocamızın dediği gibi konuya siyaset ve taraf tutma çokca karışmaktadır. Bu manada, taraftarları, LGBT olgusunun dışlanamayacak denli büyük ve toplumun normal bir parçası olduğu şeklinde bir propagandaya dayanak olarak bu abartılı rakamları kullanırken; karşısındaki muhafazakar kesimler "serbest bırakıldı, böyle oldu" şeklinde bir propagandaya dayanak olarak bu abartılı rakamları kullanıyorlar. Kimi Batılı ülkelerde artan rakamların arkasında yatan bir başka neden de hoşgörülü toplumlara dünyanın diğer ülkelerinden gelerek yaşanan "LGBT göçü"dür. Avrupa Birliği daha da ileri giderek "baskı altındaki cinsel azınlıklara (siyasi mülteciler gibi) sığınma hakkı" sağlamayı resmi düzeyde tartışmaktadır. Bu durumda batılı ülkelerde LGBT rakamlarının artışı kaçınılmaz görünüyor.

LGBT olgusunun bugün Batı'da bir çeşit "moda" olduğu doğrudur. Medya ve sanat dünyasına yoğun şekilde yönelen LGBT azınlığın o sektörlerin imkanlarını kendi durumlarını propaganda etmek için kullandıkları kimsenin meçhulü değildir ve zaten bunu yapmaları da beklenmez bir şey değildi. Eline imkan geçen her zümre bunu kendi faydasına kullanacaktır. Bunun sonucu kimi genç insanların, kendilerini böyle hissetmeseler bile, LGBT "modasına" kapılmaları, ancak daha sonra bundan vazgeçip geri dönmeleri olmuştur. Bu tür olgular içinde en dramatik olanları, cinsiyet değiştirmiş, ancak daha sonra yaptığından pişmanlık ve hayal kırıklığı duyarak eski cinsine geri dönmeye çalışan insanlardır. Medya böylelerinin pişmanlıkları, yol arayışları, kimilerinin dine geri dönüş  hikayeleri ile doludur.

Cinsel kimlik ve cinsel tercihler konusundaki bugünün uç bir projesi "gender mainstreaming"tir ("ana akım cinsellik", ya da "cinssizleştirme" belki daha doğru çeviri olur). Batı'nın muhafazakar kesimlerinde "gender gaga" (cinsel zırva) olarak anılan bu proje cinsel kimliğin ve cins ayrımın toplumsal hayatın her köşesinden silinmesi, bu meyanda kadın-erkek ortak umumi tuvaletlerden tutun, okullarda çocuklara kendi cinsel kimlik ve yönelim tercihlerini serbestçe yapmaları şeklinde eğitim verilmesi, anaokulunda iki cins çocuklara aynı oyuncakların verilmesi, aynı tür giydirilmesi, hatta zaman zaman karşı cinsin kıyafetleri de giydirilerek ya da oyunlarda kaşı cinsten kişiler oynatılarak "kendi cinsel kalıplarından dışarı çıkmaları ve farklı cinsel kimlik imkanlarını tatması", evlilikte karşı cins şartının kaldırılması gibi birçok uç öneriyi de kapsamaktadır. Bunların çoğu hala gerçekleştirilmiş değildir, muhafazakar siyasi çevreler ve kendi halindeki ailelerden bu önerilere şiddetli tepki vardır. Bir manada Batı'da hoşgörü  "kantarının topuzunun kaçtığı" da rahatlıkla söylenebilir.

Batı'daki tüm bu özgürlükçü ve hoşgörülü tavra rağmen LGBT bireylerde, depresyon, akıl hastalığı, uyuşturucu kullanımı ya da intihar gibi olgulara yüksek oranda rastlanmaktadır. Bunlara ilaveten AIDS ya da hepatit gibi bulaşıcı hastalıklar bu kesimde daha yaygın görünmekte, daha öldürücü olmakta  ve ortalama ömürlerini kısaltmaktadır. Bu olguların önemli bir sebebi LGBT bireylerin bir hayat tarzı olarak ya da her insandaki kimi ruhsal arayışlara (yalnızlık, dostluk, sevgi ve mutluluk arayışı) sahte bir tatmin olarak içine itildikleri "serbest cinsellik" ya da "aşırı cinsellik"tir. Gender mainstreaming" ya da "gender gaga" (!) aşırı önerileriyle hayret ve şaşkınlık uyandırmakla birlikte bir konudaki talebe hak verilebilir: LGBT bireyler arasında bir çeşit evliliğin tesisi ve teşvik edilmesi istikrarlı bir hayat yaşamak ve yukarıdaki hastalık risklerini azaltmak açısından ve toplumdaki genel düzenli hayata bu bireyleri, kısmen de olsa, katmak açısından faydalı görünüyor.

Bize düşen ifrat ile tefrit arasında bir orta yol takip etmektir. LGBT bireylere toplumun bir parçası olarak haklarını vermek ve saygı göstermek, insanların farklı cinsel kimlik-yönelimleri nedeniyle dışlanmasına, işten kovulmasına, aç bırakılmasına, giderek fahişelik gibi toplum dışı işlere düşmelerine engel olurken, bu konuyu "sağlıklı bir insan hali" olarak görmemek, rahatsızlık olduğunu teslim etmek gerekir. LGBT olgusunun propaganda edilmesine ya da "ileri, üstün bir hayat tarzı" olarak sunulmasına da karşı çıkmak gerekir. LGBT, tıpkı depresyon, bipolarite, obezite, şeker hastalığı ya da kanser gibi karmaşık nedenleri olan, doğuştan gelen ve bugün için tedavisi olmayan bir rahatsızlıklar demetidir.

Bir şeker ya da obezite hastasının nasıl saygı, sevgi ve yardımdan mahrum edilmemesi gerekiyorsa, ve öte yandan şeker ya da obezite hastalığı nasıl "üstün bir yaşam biçimi" olarak sunulup insanlar öyle olmaya teşvik edilmiyorsa, aynı doğal ve normal insani tavır LGBT bireylere de gösterilmelidir.

Bitirirken yaygın eşcinselliğin ilk defa modern Batılı toplumda görülmediğini söyleyerek sözü sona yaklaştıralım: Osmanlı - İslam toplumunda da eşcinsellik yaygın bir fenomendi. Şair Nedim'in "Gidelim Serv-i Revanım Yürü Sa'd-Abade" şiirinde ışık tuttuğu "Sadabad eğlenceleri"nden tutun da köçekçelere ("köçek" ya da "küçek", bugün "küçük", yani küçük oğlan çocuğu.. Aynı iğrenç adet bugün Afganistan'da "beçe bazi" -bacha bazi- adı altında sürüyor), daha birçok rivayetlere, Ahmet Cevdet Paşa'nın İstanbul'da eski ve yeni adetlere dair notlarına varana dek birçok yerde bu yaygın adeti gözlüyoruz. Türk toplumu Tanzimat ve Cumhuriyetle birlikte gelen  yeniliklerle kadın erkek ilişkilerinde normalleştikçe eşcinsellik giderek azaldı, hatta unutuldu. Bugün tekrar gündeme gelişi her toplumda kendiliğinden görülen doğal orandaki eşcinselliğin saklanmayıp ortaya çıkmaya başlamasındandır.

Eşcinsellik hiçbir toplumda yeni bir şey değildir; geçmişte vardı, bugün var ve, öyle anlaşılıyor ki, gelecekte de olacak.

 

Kaynaklar:

- Psikoloji Eşcinselliğe Çözüm Üretebilir mi?/ Mustafa Merter-Mustafa Atak-Tolga Avşar/Araştırma

https://www.youtube.com/watch?v=CE2NCCniwKw

- David Reimer, https://en.wikipedia.org/wiki/David_Reimer

- Sexual orientation and the size of the anterior commissure in the human brain,

(homosexuality/sex difference/sexual differentiation), LAURA S. ALLEN AND ROGER A. GORSKI

https://time.com/wp-content/uploads/2015/03/7199.full.pdf

- Genetics may explain up to 25% of same-sex behavior, Jocelyn Kaiser, Aug. 29, 2019, https://www.sciencemag.org/news/2019/08/genetics-may-explain-25-same-sex-behavior-giant-analysis-reveals

- Fraternal birth order and male sexual orientation,

https://en.wikipedia.org/wiki/Fraternal_birth_order_and_male_sexual_orientation

- Demographics of sexual orientation,

 https://en.wikipedia.org/wiki/Demographics_of_sexual_orientation

- Gender mainstreaming, https://en.wikipedia.org/wiki/Gender_mainstreaming

 

ZEKİ BAYRAKTAR

Yazı maalesef tek yanlı değerlendirmeler içeriyor. İlgili çalışmaların tümü dikkate alınmıyor [bütüncül bir okuma yapılmıyor]. Tekil örnekler propaganda edilen çalışmalar üzerinden genellemeler yapılıyor.
.
Her şeyden önce cinsel kimlik gelişimi konusunda sistematik veriler sunan bir çok çalışma varken tekil bir örnek [Brenda vakası] üzerinden genelleme yapmak bilimsel ilkelere aykırıdır. Ama yazıda bu yapılıyor. Kaldı ki Brenda’nın -hasar gören- penisi ve testisleri ameliyatla 18. ayda alınıyor. Ve Brenda bu döneme kadar ikiz erkek kardeşi ile birlikte erkek olarak büyütülüyor. Cinsiyet kimliği ise [çekirdek cinsiyet kimliği] 1 yaş civarında gelişmeye başlıyor[1-3 yaş arası gelişiyor]. Hatta erkek ve kız çocuklarındaki nörodavranışsal farklılıklar [cinsiyet-dimorfik yapı], yeni doğan ergenliği döneminden [yani 3-4 ay civarından] itibaren başlıyor. Bu durum, Brenda’nın ikiz erkek kardeşi ile birlikte eril cinsel kimlik geliştirmeye başladıktan sonra ameliyat edildiğini gösteriyor. Ancak bu böyle olmasa bile tek bir vaka üzerinden genelleme yapılamaz. Çünkü bu konuda aksini gösteren pek çok örnek bulunuyor. Salt interseks vakalar bile bize bu konuda -aksini gösteren- birçok örnek sunuyor. Zaten bu konudaki en somut veriler de [sağladıkları doğal deney tasarımı sayesinde] interseks vakalar üzerinden elde ediliyor [1]. İnterseks çocuklar, biyolojik cinsiyetleri yerine anne-babaları tarafından tercih edilen karşıt cinsiyetin cinsiyet kimliğini geliştirebiliyorlar. Bu durum ilk olarak interseks vakalar sayesinde görülmüş ve hatta bu nedenle psikolojik cinsiyetin biyolojik cinsiyete üstün olduğu görüşü ortaya çıkmıştır [2].
.
Yazar morfolojik beyin çalışmaları konusunda bazı çalışmalar naklediyor. Ancak ilgili çalışmaların tümünü nakletmediği gibi naklettiği çalışmaları da tek yanlı yorumluyor. Örneğin şu ifadelerinde olduğu gibi; ‘’1992'de doktorlar Laura Allen ve Roger Gorski, 30 homoseksüel erkek, 30 normal erkek ve 30 normal kadın beyni üzerinde ölümlerinden sonra otopsi ile yaptıkları araştırmalarda eşcinsel erkek beyninde kadın beynine benzer ilk anatomik farklılıkları ortaya çıkardılar. O zamandan beri bu kanıtlar giderek arttı.’’
.
Eşcinsel beyninde otopsi ile elde edilen bu veriler neyi gösteriyor? Bunlar doğumdan itibaren var mıydı yoksa eşcinsel bir yaşam tarzı sonucunda mı gelişmişlerdi? Bunların doğumdan itibaren var olduğunu kanıtlayabilmemiz için bu farklıkları doğum anında [veya hemen sonrasında] tespit etmemiz gerekir. Peki var mı böyle bir çalışma? Hayır. Peki bu farklılıklar yaşam tarzına bağlı olarak gelişebilir mi, buna dair kanıtlar var mı? Evet var. Hem hayvan hem insan çalışmaları beynin morfolojik ve fonksiyonel olarak cinsel yaşam tarzına göre değişebildiğini gösteriyor. Örneğin bir çalışmada erkek fareler iki gruba ayrılıyor, birinci grubun yanına alıcı [çiftleşebilen] dişiler, ikinci grubun yanına alıcı olmayan dişiler bırakılıyor ve 27 gün sonra her iki gruptaki farelerin beyinleri inceleniyor. Birinci gruptaki [çiftleşebilen] erkek farelerin beyinlerinde cinsellikle ilgili bölgedeki nöronal genişlikler daha fazla bulunuyor. Yani 27 günlük bir cinsel davranış farklılığı bile beynin yapısını farklılaştırıyor [3]. Benzer bir başka deneysel çalışmada da sütten kesildikten sonra izole edilen [dişilerle çiftleşemeyen] farelerin beynindeki medial amigdala bölgesi, izole edilmeyen farelerden daha küçük bulunuyor; ayrıca bu farelerin erişkin dönemdeki cinsel davranışlarında da bazı defisitler [aksamalar] tespit ediliyor [4].
.
İnsanlarda yapılan çalışmalar da benzer sonuçlar veriyor. Örneğin pornografik görüntüler izlemenin beynin fonksiyonel ve morfolojik yapısı üzerindeki olası etkilerini araştıran bir çalışmada yaşları 21-45 arasında [ortalama 28,9 olan] sağlıklı 64 erkeğin morfometrik ve fonksiyonel beyin bulguları MR görüntülemelerle tespit ediliyor. Buna göre haftalık olarak rapor edilen pornografi izleme saatleri artıkça beynin sağ striatum [kaudate] bölgesindeki gri madde hacmi ve sol striatum [putamen] bölgesindeki fonksiyonel aktivitenin anlamlı bir şekilde azaldığı görülüyor. Ayrıca beynin sağ kaudal bölgesi ile sol dorsolateral prefrontal korteks bölgesi arasındaki fonksiyonel bağlantıların da pornografi izleme saatlerinde anlamlı bir şekilde azaldığı gözleniyor [5].
.
Benzer şekilde üniversite dönemindeki genç kadınlar üzerinde yapılan bir başka nörögörüntüleme çalışması da pornografik görüntülerin beyni fonksiyonel olarak etkilediğini gösteriyor. Buna göre pornografik klip izletilen kadınlarda [kontrol klibi izletilen kadınlara göre] beynin sağ tarafındaki Brodmann bolgesinde [BA 45, pars triangularis] çok daha fazla aktivite gözleniyor. Ayrıca bu aktivite artışının pornografi izleme alışkanlığı ile doğru orantılı olduğu görülüyor; aktivasyon pornografi tüketim alışkanlığı bulunan kadınlarda artarken böyle bir alışkanlığı bulunmayan kadınlarda anlamlı bir fark gözlenmiyor. Bu kadınların beyni, pornografi ve kontrol kliplerine karşı aynı tepkileri veriyor [6].
.
Araştırmacılar bu bulguları şöyle yorumluyorlar: ‘’Beyindeki farklılıklar, cinsel davranışı farklılaştırmıyor, cinsel davranıştaki farklılıklar beyni farklılaştırıyor.’’ O halde eşcinsel erkeklerin beyinleri de eşcinsel davranışları [yaşamları] nedeniyle farklılaşmış olabilir. Çünkü eşcinsel erkekler, heteroseksüel erkeklerden farklı bir cinsel repertuara sahipler. Cinsel yaşamlarında aktif ve pasif roller üstlenirler. Yani kadın desenini sergilerler. Önemli bir bölümü de jinekoid ses ve cilt yapısı için östrojenik hormonlar kullanır. Tüm bunlar eşcinsel erkeklerin beyinlerini kısmen farklılaştırabilir. Dolayısıyla eşcinsellerin beyinlerinde [ölüm sonrası otopsilerde] tespit edilen bazı farklılıklar, eşcinselliğin sebebi değil eşcinsel yaşamın bir sonucu olarak kabul edilebilir.
.
Yazar ‘’bu konuda başka kanıtlar da var’’ diyor. Nerede var? Hangi kanıtlar? Kast ettiği kanıt bu konudaki bir diğer çalışma olan Le Vay’in otopsi çalışması ise, çalışmasının istismar edildiğini anlayınca “homoseksüellerin o şekilde doğmuş olduklarını kanıtlamadığını” itiraf eden bizzat Le Vay’in kendisi olmuş ve şöyle demiştir: ‘’Neyi bulmadığımı vurgulamam önem arz ediyor. Homoseksüelliğin genetik olduğunu kanıtlamadım veya gey olmaya sebep olan bir gen bulmadım. İnsanların yaptığım çalışmayı yorumlarken en sık yaptıkları yanlışın aksine ben, gey erkeklerin o şekilde doğmuş olduklarını söylemedim.’’[7] Le Vay, çalışmasını yayınladıktan 10 yıl sonra bir gey magazin dergisine verdiği demeçte kendi çalışması gibi araştırmaların aslında abartıldığını, suistimal edildiğini ve politik amaçlar için çarpıtıldığını söylüyor [8]. Başka bir yerde de şöyle diyor; ‘’Bu aşamada [homoseksüelliğin sebebi ile ilgili] en yaygın fikir, birçok faktörün birden etkin olduğudur.’’[9].
.
Yazarın "Gey genleri denen bir seri genin keşfi…’’ ifadesi ise çok ilginç. Gey geni hangi çalışmada bulundu? Bey genini buluna bir çalışma yok. Aksine bu konudaki en güncel ve en kapsamlı çalışma gey geni diye bir şeyin olmadığını gösteriyor. Ganna ve ark tarafından yapılan ve yaklaşık yarım milyon bireyin hem genetik verilerini hem cinsel yönelimlerini inceleyen bu kapsamlı çalışma 2019’da Science dergisinde yayınlandı ve gey geninin bulunmadığını kanıtladı [10]. LGBT derneklerinden biri olan KAOS GL bile bu çalışmayı “Bilim insanlarının bulgularına göre ‘eşcinsel geni’ yoktur” başlığı ile [şöyle] nakletti;
.
“Bilim insanlarının bulgularına göre ‘eşcinsel geni’ yoktur” Yaklaşık yarım milyon insanın DNA’larını ve cinsel yaşantılarına dair bulguları inceleyen araştırma, binlerce çeşitli
genin eşcinsel davranış üzerinde küçük etkileri olduğunu gösteriyor. Cinsel davranışların biyolojik temeline ilişkin bugüne kadar yapılmış en geniş çaplı araştırma sonucunda,
bilim insanları “eşcinsel geni” diye bir şey olmadığını ancak cinsel davranışlarımız üzerinde genetik faktörlerin küçük de olsa bir etkisi olduğu sonucuna vardılar. Bilim insanları genetik çeşitliliği analiz etmek için İngiltere Biobank’a kayıtlı 409 bin ve ABD genetik test
şirketi 23andMe’ye kayıtlı 68.500 kişinin genomunu taradı. Yaklaşık yarım milyon insanın DNA’larını ve cinsel yaşantılarına dair bulguları inceleyen araştırma, binlerce
çeşitli genin eşcinsel davranış üzerinde küçük etkileri olduğunu gösteriyor. Diğer taraftan, bilim insanları cinsel davranışlarımız üzerinde sosyal ve çevresel faktörlerin de rol oynadığına dikkat çekiyor ve genetik bulguların bir insanın cinsel davranışlarını tek başına açıklayamayacağını vurguluyor. Tekil bir ‘eşcinsel geni’ olduğu savı, 1993 yılında sadece bir kez gerçekleştirilen bir deneyin ardından ortaya atılmıştı. Genlerin hemcinsler arası cinsel davranışlar üzerinde ‘çok küçük bir etkisi’ var. Genlerin, hemcinsler arası cinsel davranışlar üzerinde etki[sinin] olup olmadığı tartışması, bilim insanlarını ve LGBT+ hakları aktivistlerini on yıllar boyunca meşgul etti. Broad Enstitusu’ndeki araştırmacılar, eşcinsel olduğunu bildiren katılımcılarda daha yaygın olan beş genetik işaret buldular. Söz konusu genetik işaretlerden birisi koku duyusuyla ilintiliyken, diğerlerinin hormonlarla
ilgili olduğu tespit edildi. Araştırmayı koordine eden ve Finlandiya’daki Molekuler Tıp Enstitüsü’nde biyolog olan Andrea Ganna, ‘Tum insan genomunu taradık ve bir
kişinin hemcinslerine yönelik cinsel davranışlarıyla açıkça ilişkili bir avuç genetik işaret bulabildik’ diyor. Ganna, bunların cinsel davranışlar üzerinde çok küçük bir etkisi’
olduğunu ve hepsi bir araya geldiğinde bile, ‘eşcinsel cinsel davranıştaki varyansın % 1’den daha azını’ açıkladığını söylüyor. Sonuç olarak araştırmacılar, yetiştirme ve kişilik gibi genetik olmayan faktörlerin cinsel davranışları etkilemede, genetik faktörlere kıyasla daha önemli olduğuna dikkat çekiyor.’’[https://kaosgl.org/sayfa.php?id=28693]
.
Görüldüğü üzere bu konuda bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma, eşcinsel geni diye bir genin bulunmadığını, genetik yapının cinsel davranışlar üzerinde çok küçük/sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, yetiştirme ve kişilik gibi genetik olmayan faktörlerin cinsel davranışlar üzerinde genetik faktörlere kıyasla daha önemli olduğunu bildiriyor. Bu konudaki en kapsamlı ve en güncel çalışma [2019] bunları söylüyor. Ama buna rağmen yazar [2020’de yazdığı bu yazısında] eşcinselliğin doğuştan gelen bir rahatsızlık olduğunu iddia ediyor. Çünkü ilgili çalışmaların tümünü dikkate almıyor.
.
Eşcinselliğin hemen her toplumda ve dönemde var olduğu [yeni bir olgu olmadığı] vakıa olarak sabittir. Yazarın bu konudaki görüşlerine tabii ki katılıyoruz. Ve eşcinselliğin hatta pedofilinin [oğlancılığın] Osmanlı döneminde daha yaygın olduğunu da söyleyebiliriz. Nitekim bu konuda şu yazımıza bakılabilir[11]. Ancak yazarın ‘’eşcinsellik doğuştan geliyor’’ şeklindeki görüşüne katılmamız mümkün değildir.
.
Prof.Dr.Zeki Bayraktar
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp fakültesi Üroloji AD
.
Kaynaklar
1-Bayraktar Z. İntersks-Hermafrodit Ve Eşcinsel, 20022, s.13-286
2-Ozsungur B. Cinsel Kimlik Gelişimi ve Cinsel Kimlik Bozukluğunda Psikososyal Değişkenler: Gozden Gecirme. Cocuk ve Genclik Ruh Sağlığı Dergisi, 2010;17(3):163-174.
3-Breedlove S. Sex On The Brain. Nature 1997 Oct.23;389(6653):801
4-Cooke BM, Chowanadisai W, Breedlove SM. Post-weaning social isolation of male rats reduces the volume of the medial amygdala and leads to deficits in adult sexual behavior. Behav Brain Res.2000 Dec 20;117(1-2):107-13
5-Kuhn S, Gallinat J. Brain structure and functional connectivity associated with pornography consumption: the brain on porn. JAMA Psychiatry. 2014 Jul 1;71(7):827-34. doi: 10.1001/jamapsychiatry.2014.93
6-Cuesta U, Nino JI, Martinez L, Paredes B.Cuesta U, et al. The Neurosciences of Health Communication: An fNIRS Analysis of Prefrontal Cortex and Porn Consumption in Young Women for the Development of Prevention Health Programs.Front Psychol. 2020
Aug 31;11:2132. doi: 10.3389/fpsyg.2020.02132. eCollection 2020. Front Psychol. 2020. PMID: 32982871
7-David Niimons, Sex and the Brain, Discover, Mart 1994, s.64-71 [Nicolosi, Homoseksüelliği Önleme Rehberi, s.89]
8-Mubarak Tahir, Why Are You Gay, The Advocate, 17 Temmuz 2001, s.38 [Nicolosi, HÖR, s.90]
9-Nicolosi J. Homoseksüelliği Önleme Rehberi, s.97
10-Ganna A, Verweij KJH, Nivard MG et al. Large-scale GWAS reveals insights into the genetic architecture of same-sex sexual behavior. Science. 2019 Aug 30;365(6456). pii: eaat7693. doi: 10.1126/science.aat7693.
11-https://www.facebook.com/1301411227/posts/10225865767253122/
.

Per, 03/31/2022 - 09:40 Kalıcı bağlantı
ZEKİ BAYRAKTAR

Yazarın ‘’Eşcinsellk-LGBT-İnsan-Ahlak-Yapabileceklerimiz-Yapamayacaklarımız’’ başlıklı yazısını okudum. Yazı maalesef tek yanlı değerlendirmeler içeriyor. İlgili çalışmaların tümü dikkate alınmıyor [bütüncül bir okuma yapılmıyor]. Tekil örnekler propaganda edilen çalışmalar üzerinden genellemeler yapılıyor.
.
Her şeyden önce cinsel kimlik gelişimi konusunda sistematik veriler sunan bir çok çalışma varken tekil bir örnek [Brenda vakası] üzerinden genelleme yapmak bilimsel ilkelere aykırıdır. Ama yazıda bu yapılıyor. Kaldı ki Brenda’nın -hasar gören- penisi ve testisleri ameliyatla 18. ayda alınıyor. Ve Brenda bu döneme kadar ikiz erkek kardeşi ile birlikte erkek olarak büyütülüyor. Cinsiyet kimliği ise [çekirdek cinsiyet kimliği] hemcins olan ebeveynle özdeşim yoluyla 1 yaş civarında gelişmeye başlıyor [1-3 yaş arası gelişiyor]. Hatta erkek ve kız çocuklarındaki nörodavranışsal farklılıklar [cinsiyet-dimorfik yapı], yeni doğan ergenliği döneminden [yani 3-4 ay civarından] itibaren başlıyor. Bu durum, Brenda’nın ikiz erkek kardeşi ile birlikte eril cinsel kimlik geliştirmeye başladıktan sonra ameliyat edildiğini gösteriyor. Ancak bu böyle olmasa bile tek bir vaka üzerinden genelleme yapılamaz. Çünkü bu konuda aksini gösteren pek çok örnek bulunuyor. Salt interseks vakalar bile bize bu konuda -aksini gösteren- birçok örnek sunuyor. Zaten bu konudaki en somut veriler de [sağladıkları doğal deney tasarımı sayesinde] interseks vakalar üzerinden elde ediliyor [1]. İnterseks çocuklar, biyolojik cinsiyetleri yerine anne-babaları tarafından tercih edilen karşıt cinsiyetin cinsiyet kimliğini geliştirebiliyorlar. Bu durum ilk olarak interseks vakalar sayesinde görülmüş ve hatta bu nedenle psikolojik cinsiyetin biyolojik cinsiyete üstün olduğu görüşü ortaya çıkmıştır [2].
.
Yazar morfolojik beyin çalışmaları konusunda bazı çalışmalar naklediyor. Ancak ilgili çalışmaların tümünü nakletmediği gibi naklettiği çalışmaları da tek yanlı yorumluyor. Örneğin şu ifadelerinde olduğu gibi; ‘’1992'de doktorlar Laura Allen ve Roger Gorski, 30 homoseksüel erkek, 30 normal erkek ve 30 normal kadın beyni üzerinde ölümlerinden sonra otopsi ile yaptıkları araştırmalarda eşcinsel erkek beyninde kadın beynine benzer ilk anatomik farklılıkları ortaya çıkardılar. O zamandan beri bu kanıtlar giderek arttı.’’
.
Eşcinsel beyninde otopsi ile elde edilen bu veriler neyi gösteriyor? Bunlar doğumdan itibaren var mıydı yoksa eşcinsel bir yaşam tarzı sonucunda mı gelişmişlerdi? Bunların doğumdan itibaren var olduğunu kanıtlayabilmemiz için bu farklıkları doğum anında [veya hemen sonrasında] tespit etmemiz gerekir. Peki var mı böyle bir çalışma? Hayır. Peki bu farklılıklar yaşam tarzına bağlı olarak gelişebilir mi, buna dair kanıtlar var mı? Evet var. Hem hayvan hem insan çalışmaları beynin morfolojik ve fonksiyonel olarak cinsel yaşam tarzına göre değişebildiğini gösteriyor. Örneğin bir çalışmada erkek fareler iki gruba ayrılıyor, birinci grubun yanına alıcı [çiftleşebilen] dişiler, ikinci grubun yanına alıcı olmayan dişiler bırakılıyor ve 27 gün sonra her iki gruptaki farelerin beyinleri inceleniyor. Birinci gruptaki [çiftleşebilen] erkek farelerin beyinlerinde cinsellikle ilgili bölgedeki nöronal genişlikler daha fazla bulunuyor. Yani 27 günlük bir cinsel davranış farklılığı bile beynin yapısını farklılaştırıyor [3]. Benzer bir başka deneysel çalışmada da sütten kesildikten sonra izole edilen [dişilerle çiftleşemeyen] farelerin beynindeki medial amigdala bölgesi, izole edilmeyen farelerden daha küçük bulunuyor; ayrıca bu farelerin erişkin dönemdeki cinsel davranışlarında da bazı defisitler [aksamalar] tespit ediliyor [4].
.
İnsanlarda yapılan çalışmalar da benzer sonuçlar veriyor. Örneğin pornografik görüntüler izlemenin beynin fonksiyonel ve morfolojik yapısı üzerindeki olası etkilerini araştıran bir çalışmada yaşları 21-45 arasında [ortalama 28,9 olan] sağlıklı 64 erkeğin morfometrik ve fonksiyonel beyin bulguları MR görüntülemelerle tespit ediliyor. Buna göre haftalık olarak rapor edilen pornografi izleme saatleri artıkça beynin sağ striatum [kaudate] bölgesindeki gri madde hacmi ve sol striatum [putamen] bölgesindeki fonksiyonel aktivitenin anlamlı bir şekilde azaldığı görülüyor. Ayrıca beynin sağ kaudal bölgesi ile sol dorsolateral prefrontal korteks bölgesi arasındaki fonksiyonel bağlantıların da pornografi izleme saatlerinde anlamlı bir şekilde azaldığı gözleniyor [5].
.
Benzer şekilde üniversite dönemindeki genç kadınlar üzerinde yapılan bir başka nörögörüntüleme çalışması da pornografik görüntülerin beyni fonksiyonel olarak etkilediğini gösteriyor. Buna göre pornografik klip izletilen kadınlarda [kontrol klibi izletilen kadınlara göre] beynin sağ tarafındaki Brodmann bolgesinde [BA 45, pars triangularis] çok daha fazla aktivite gözleniyor. Ayrıca bu aktivite artışının pornografi izleme alışkanlığı ile doğru orantılı olduğu görülüyor; aktivasyon pornografi tüketim alışkanlığı bulunan kadınlarda artarken böyle bir alışkanlığı bulunmayan kadınlarda anlamlı bir fark gözlenmiyor. Bu kadınların beyni, pornografi ve kontrol kliplerine karşı aynı tepkileri veriyor [6].
.
Araştırmacılar bu bulguları şöyle yorumluyorlar: ‘’Beyindeki farklılıklar, cinsel davranışı farklılaştırmıyor, cinsel davranıştaki farklılıklar beyni farklılaştırıyor.’’ O halde eşcinsel erkeklerin beyinleri de eşcinsel davranışları [yaşamları] nedeniyle farklılaşmış olabilir. Çünkü eşcinsel erkekler, heteroseksüel erkeklerden farklı bir cinsel repertuara sahipler. Cinsel yaşamlarında aktif ve pasif roller üstlenirler. Yani kadın desenini sergilerler. Önemli bir bölümü de jinekoid ses ve cilt yapısı için östrojenik hormonlar kullanır. Tüm bunlar eşcinsel erkeklerin beyinlerini kısmen farklılaştırabilir. Dolayısıyla eşcinsellerin beyinlerinde [ölüm sonrası otopsilerde] tespit edilen bazı farklılıklar, eşcinselliğin sebebi değil eşcinsel yaşamın bir sonucu olarak kabul edilebilir.
.
Yazar ‘’bu konuda başka kanıtlar da var’’ diyor. Nerede var? Hangi kanıtlar? Kast ettiği kanıt bu konudaki bir diğer çalışma olan Le Vay’in otopsi çalışması ise, çalışmasının istismar edildiğini anlayınca “homoseksüellerin o şekilde doğmuş olduklarını kanıtlamadığını” itiraf eden bizzat Le Vay’in kendisi olmuş ve şöyle demiştir: ‘’Neyi bulmadığımı vurgulamam önem arz ediyor. Homoseksüelliğin genetik olduğunu kanıtlamadım veya gey olmaya sebep olan bir gen bulmadım. İnsanların yaptığım çalışmayı yorumlarken en sık yaptıkları yanlışın aksine ben, gey erkeklerin o şekilde doğmuş olduklarını söylemedim.’’[7] Le Vay, çalışmasını yayınladıktan 10 yıl sonra bir gey magazin dergisine verdiği demeçte kendi çalışması gibi araştırmaların aslında abartıldığını, suistimal edildiğini ve politik amaçlar için çarpıtıldığını söylüyor [8]. Başka bir yerde de şöyle diyor; ‘’Bu aşamada [homoseksüelliğin sebebi ile ilgili] en yaygın fikir, birçok faktörün birden etkin olduğudur.’’[9].
.
Yazarın "Gey genleri denen bir seri genin keşfi…’’ ifadesi ise çok ilginç. Gey geni hangi çalışmada bulundu? Bey genini buluna bir çalışma yok. Aksine bu konudaki en güncel ve en kapsamlı çalışma gey geni diye bir şeyin olmadığını gösteriyor. Ganna ve ark tarafından yapılan ve yaklaşık yarım milyon bireyin hem genetik verilerini hem cinsel yönelimlerini inceleyen bu kapsamlı çalışma 2019’da Science dergisinde yayınlandı ve gey geninin bulunmadığını kanıtladı [10]. LGBT derneklerinden biri olan KAOS GL bile bu çalışmayı “Bilim insanlarının bulgularına göre ‘eşcinsel geni’ yoktur” başlığı ile [şöyle] nakletti;
.
“Bilim insanlarının bulgularına göre ‘eşcinsel geni’ yoktur” Yaklaşık yarım milyon insanın DNA’larını ve cinsel yaşantılarına dair bulguları inceleyen araştırma, binlerce çeşitli
genin eşcinsel davranış üzerinde küçük etkileri olduğunu gösteriyor. Cinsel davranışların biyolojik temeline ilişkin bugüne kadar yapılmış en geniş çaplı araştırma sonucunda, bilim insanları “eşcinsel geni” diye bir şey olmadığını ancak cinsel davranışlarımız üzerinde genetik faktörlerin küçük de olsa bir etkisi olduğu sonucuna vardılar. Bilim insanları genetik çeşitliliği analiz etmek için İngiltere Biobank’a kayıtlı 409 bin ve ABD genetik test şirketi 23andMe’ye kayıtlı 68.500 kişinin genomunu taradı. Yaklaşık yarım milyon insanın DNA’larını ve cinsel yaşantılarına dair bulguları inceleyen araştırma, binlerce çeşitli genin eşcinsel davranış üzerinde küçük etkileri olduğunu gösteriyor. Diğer taraftan, bilim insanları cinsel davranışlarımız üzerinde sosyal ve çevresel faktörlerin de rol oynadığına dikkat çekiyor ve genetik bulguların bir insanın cinsel davranışlarını tek başına açıklayamayacağını vurguluyor. Tekil bir ‘eşcinsel geni’ olduğu savı, 1993 yılında sadece bir kez gerçekleştirilen bir deneyin ardından ortaya atılmıştı. Genlerin hemcinsler arası cinsel davranışlar üzerinde ‘çok küçük bir etkisi’ var. Genlerin, hemcinsler arası cinsel davranışlar üzerinde etki[sinin] olup olmadığı tartışması, bilim insanlarını ve LGBT+ hakları aktivistlerini on yıllar boyunca meşgul etti. Broad Enstitusu’ndeki araştırmacılar, eşcinsel olduğunu bildiren katılımcılarda daha yaygın olan beş genetik işaret buldular. Söz konusu genetik işaretlerden birisi koku duyusuyla ilintiliyken, diğerlerinin hormonlarla ilgili olduğu tespit edildi. Araştırmayı koordine eden ve Finlandiya’daki Molekuler Tıp Enstitüsü’nde biyolog olan Andrea Ganna, ‘Tum insan genomunu taradık ve bir kişinin hemcinslerine yönelik cinsel davranışlarıyla açıkça ilişkili bir avuç genetik işaret bulabildik’ diyor. Ganna, bunların cinsel davranışlar üzerinde çok küçük bir etkisi’ olduğunu ve hepsi bir araya geldiğinde bile, ‘eşcinsel cinsel davranıştaki varyansın % 1’den daha azını’ açıkladığını söylüyor. Sonuç olarak araştırmacılar, yetiştirme ve kişilik gibi genetik olmayan faktörlerin cinsel davranışları etkilemede, genetik faktörlere kıyasla daha önemli olduğuna dikkat çekiyor.’’[https://kaosgl.org/sayfa.php?id=28693]
.
Görüldüğü üzere bu konuda bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışma, eşcinsel geni diye bir genin bulunmadığını, genetik yapının cinsel davranışlar üzerinde çok küçük/sınırlı bir etkiye sahip olduğunu, yetiştirme ve kişilik gibi genetik olmayan faktörlerin cinsel davranışlar üzerinde genetik faktörlere kıyasla daha önemli olduğunu bildiriyor. Bu konudaki en kapsamlı ve en güncel çalışma [2019] bunları söylüyor. Ama buna rağmen yazar [2020’de yazdığı bu yazısında] eşcinselliğin doğuştan gelen bir rahatsızlık olduğunu iddia ediyor. Çünkü ilgili çalışmaların tümünü dikkate almıyor.
.
Eşcinselliğin hemen her toplumda ve dönemde var olduğu [yeni bir olgu olmadığı] vakıa olarak sabittir. Yazarın bu konudaki görüşlerine tabii ki katılıyoruz. Ve eşcinselliğin hatta pedofilinin [oğlancılığın] Osmanlı döneminde daha yaygın olduğunu da söyleyebiliriz. Nitekim bu konuda şu yazımıza bakılabilir[11]. Ancak yazarın ‘’eşcinsellik doğuştan geliyor’’ şeklindeki görüşüne katılmamız mümkün değildir.
.
Kaynaklar
1-Bayraktar Z. İntersks-Hermafrodit Ve Eşcinsel, 20022, s.13-286
2-Ozsungur B. Cinsel Kimlik Gelişimi ve Cinsel Kimlik Bozukluğunda Psikososyal Değişkenler: Gozden Gecirme. Cocuk ve Genclik Ruh Sağlığı Dergisi, 2010;17(3):163-174.
3-Breedlove S. Sex On The Brain. Nature 1997 Oct.23;389(6653):801
4-Cooke BM, Chowanadisai W, Breedlove SM. Post-weaning social isolation of male rats reduces the volume of the medial amygdala and leads to deficits in adult sexual behavior. Behav Brain Res.2000 Dec 20;117(1-2):107-13
5-Kuhn S, Gallinat J. Brain structure and functional connectivity associated with pornography consumption: the brain on porn. JAMA Psychiatry. 2014 Jul 1;71(7):827-34. doi: 10.1001/jamapsychiatry.2014.93
6-Cuesta U, Nino JI, Martinez L, Paredes B.Cuesta U, et al. The Neurosciences of Health Communication: An fNIRS Analysis of Prefrontal Cortex and Porn Consumption in Young Women for the Development of Prevention Health Programs.Front Psychol. 2020
Aug 31;11:2132. doi: 10.3389/fpsyg.2020.02132. eCollection 2020. Front Psychol. 2020. PMID: 32982871
7-David Niimons, Sex and the Brain, Discover, Mart 1994, s.64-71 [Nicolosi, Homoseksüelliği Önleme Rehberi, s.89]
8-Mubarak Tahir, Why Are You Gay, The Advocate, 17 Temmuz 2001, s.38 [Nicolosi, HÖR, s.90]
9-Nicolosi J. Homoseksüelliği Önleme Rehberi, s.97
10-Ganna A, Verweij KJH, Nivard MG et al. Large-scale GWAS reveals insights into the genetic architecture of same-sex sexual behavior. Science. 2019 Aug 30;365(6456). pii: eaat7693. doi: 10.1126/science.aat7693.
11-https://www.facebook.com/1301411227/posts/10225865767253122/
.

Per, 03/31/2022 - 09:51 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,445 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.