Türk müziği tarihine kazandırdığı ilklerle tanınmış, Sistematik müzikoloji, Türk müziği felsefesi ve Türk müziği tarihi konularında bir kuyumcu titizliği ile çalışarak birçok kitap, makale yazıp, Ulusal ve Uluslararası bildiriler sunmuş müzikolog Doç. Dr. Recep Uslu ile sizin için sohbet ettik..
Nebahat Konu
Sayın hocam sohbetimize ailenizden, hangi ortamda büyüdüğünüzden bahsederek başlayalım isterseniz.
Tabi ki. Ben Ordu ili Korgan kazası, Belalan köyündenim. Babam ve annem İstanbul’a ben çok küçükken göç etmişler. Fakirlikten. Baba tarafından dedem okumayı severmiş ama 30-35 yaşlarında veremden ölmüş. Dayım Mahmut Rızvanoğlu emekli müftüdür, köyün ilk yüksek eğitimli kişilerindendir. Anne tarafından dedemin kardeşi Çanakkale savaşında ağır yaralanmış, köye dönerken yolda ölmüş. O taraftan gazi akrabasıyız. Annem-babam dindar insanlardı. Beşkardeştik dördümüz hayatta. İstanbul’da Gültepe’de büyüdüm. Orta eğitimimi İstanbul’da, yüksek eğitimimi Erzurum’da tamamladım.
Küçüklükten hatırladığım anılarımdan birini anlatayım. 1960 ihtilalinden birkaç sene sonra, ben 5-6 yaşlarındayım. Babam çalıştığı iş yerinde Adnan Menderes’e oy verdiğini söylediği günün akşamı işinden kovuldu. Üç dört sene işsiz kaldı, işe alınmadı, sinema önlerinde patlak mısır satarak ailesini geçindirdi. Bu olay, bende küçüklükten kalma bir travmadır. Sonra Almanya’ya gidip orada işçi olarak çalıştı. Oradan emekli oldu. Anne ve babam şimdi ikisi de rahmetli oldular.
Nasıl bir öğrenciydiniz?
Okul hayatım çok parlak geçmedi, vasat bir öğrenciydim. Fakat 12 yaşlarında iken takvim yapraklarından birinde bir hadis beni etkilemişti “İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır” Hayru’n nas, enfeuhum lin-nas. Bu hayatımda edindiğim ilk desturlardan biri oldu. Vasat öğrenci oluş sebeplerimden biri ve en önemlisi kulak rahatsızlığımdır. Ama çok kitap okurdum. Hadis kitapları, mealler, Gazali, Muhyiddin Arabî, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Nazım Hikmet, sağ sol kitapları. O zamanlar Arapça bilmiyorum, 2020’de ölen rahmetli Mahmut Kanık’ın gibi öncülerin tercümeleri yardımcı oluyordu. Gençliğimde müzik kültürüm radyodan. Tasavvuf müziği Ahmet Hatipoğlu, Ahmet Yamacı, Kani Karaca, Muzaffer Sarısözen, Can Etili ve daha birçokları radyodan bildiğim isimlerdir. Kulak rahatsızlığım çok uzun yıllar devam ettiği için iyi bir müzik dinleyicisi olamadım. 16 yaşımda Kani Karaca’yı Levent Camiinde tanıdım. Zamanın kanaat önderi Darendeli Hulusi Efendiyi 18 yaşında İstanbul’a geldiği sırada ziyaret ettim. Yol tutmak ve gönül vermek, kitaplardan öğrendiğimiz kavramlardı. Ben de zaman oldu bir güle gönül verdim.
Levent lisesi mezunuyum, ikinci sınıfta iken sağ sol başladı. Liseden mezun oldum, diplomayı 15 gün sonra almaya gittim, müdürün odasına girdim. Fakat bir iki dakika sonra kapı çaldı, içeri Bilgen Bengü ile velisi girdi. Hani şu Cici Kızlar pop müziği üçlüsünden biriydi. Aynı gün diploma aldık.
Edebiyat Fakültesi mezunusunuz, buradan İslam Tarihi ve müzikolojiye yönelmeniz nasıl oldu?
Atatürk Üniversitesi Arap Fars filolojisi mezunuyum. Üniversite yıllarım Erzurum’da zor şartlarda geçti. Mezuniyetim 1982. Yaşadığım bir olay üzerine, üniversitede hayatımın ikinci desturunu gönül şiarı edindim, Mevlana’nın beyti diye hatırlıyorum, beyit şöyle; “Eger hahi hem nişini ba huda/ ko nişined” der huzuru evliya. Eğer Hak ile birlikte olmak istiyorsanız, bir dostun huzurunda oturunuz. Bu gönül yolumun rehberi oldu.
Arapça-Farsça mezunu olduğum zaman ilk gittiğim yer Milli Gazete idi. Cumhurbaşkanımızın kayınpederi Sadık Albayrak’tan iş istedim. Sürekli bir iş veremedi. Sonra evlendiğim ertesi yıl, 1987’de İslam ansiklopedisinde çalışmaya başladım. Aynı yıl ilk çocuğum doğdu. Belki onun bereketi belki başka bir şey. Kurumun önünden geçiyordum, şuraya bir gireyim belki iş bulurum diye bir güç beni sevk etti. Girdim. Müdür rahmetli Ahmet Gürtaş idi. Bana sürekli olarak seni kim gönderdi diye sordu. Ben de Allahtan başka birini tanımıyorum dedim. Şaşırdı. Haftaya beni aradı işe başlamamı söyledi. Sonraki müdürümüz, eski Diyanet işleri başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç ile çalıştık. Orda birçok değerli büyüğümüzü tanıdım.
Marmara Üniversitesinde yüksek lisansımı Prof. Dr. Mustafa Fayda ile yaptım, sonra 1997’de İslam tarihi alanında doktoramı Prof. Dr. Hüseyin Algül ile bitirdim. Bursa Uludağ Üniversitesinde. Bütün hocalarımı saygıyla anıyorum. Benim bugüne gelmemde hepsine çok şey borçluyum. Bana tokat atan ilkokul öğretmenimden, üniversitemin yarım dönem uzamasına sebep olan bütün hocalarımı saygıyla anıyorum.
Müzikle ilginiz nasıl başladı?
On sene çalıştığım İslam Ansiklopedisi’ne 31 madde yazdım, önceleri tasavvuf biyografileri, daha sonra İslam tarihi, coğrafi yerler ve son olarak müzisyen şahsiyetler hakkında biyografiler yazdım. Fakat asıl müzikolojiyle ilgilenmem ünlü bestekârımız değerli büyüğüm Prof. Yalçın Tura’nın İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü’ne davetiyle başladı. Öğretim elemanı olduğum andan itibaren nasıl faydalı olabilirim problemi beni sardı. Ve onun da beni yönlendirmesi ile Müzikoloji ve müzik tarihi problemleriyle ilgilendim. Müzik ve müzikolojiyle ilgilenmeye başlama hikâyem hakkında bunları söyleyebilirim.
2013 yılında İTÜ Vakfınca Türk müziğinin müzikolojideki yerini vurgulayan ve Türk müziğinin kaynaklarını belirleyen Müzikoloji ve Kaynakları adlı kitabınız yayınlanmış. Türk müziği müzikoloji biliminin neresinde bulunuyor?
İlk yayınlanan kitabım Hafid Efendi’nin edvarıdır, 1999. Edvar yani müzik teorisi. Hemen arkasından Müzikoloji ve Kaynakları kitabım İTÜ Vakfı yayınları tarafından yayınlanan bir kitap oldu. O sırada bölüm başkanı rahmetli Profesör Şehvar Beşiroğlu idi. Daha sonra Gazi Üniversitesi’ne davet edildim, Prof. Dr. Gülçin Yahya tarafından, ona buradan selam ediyorum, orada müzikoloji bölümü kurdum. Dört yıl sonra yine Medeniyet Üniversitesi tarafından müzikoloji kurmak üzere davet edildim. Şimdilik buradayım. Müzikoloji ve Müzik tarihi konularında makaleler, kitaplar yazıyor, tercümeler yapıyorum. Bulunduğum üniversitede Müzik tarihi benzeri dersler veriyorum.
İlk baskısı 2006’da yapılan Müzikoloji ve Kaynakları kitabını yazarken, doğrusu bir taraftan kendimi bir taraftan da konuyu hiç bilmeyen birine, bir Türk Mûsıkîsi öğrencisine, bir müzikoloji öğrencisine bu konuda neler anlatabilirim endişesi oldu. Kitabı bir tarihçi, bir kütüphaneci gözüyle yazmaya çalıştım. Yazmaya başlarken bunu nasıl akademik bir metotla yazabilirim diye düşündüm. Kütüphaneye gittim, ilk gördüğüm kitap Zeki Velidi Togan’ın “Tarihte Usul” diye bir kitabı idi. Kitabı daha önce yüksek lisans eğitimim esnasında edinmiştik. Tarih biliminde eğitim kitabıdır. Onu örnek almaya böyle karar verdim.
Peki, Türk müziği müzikolojinin neresindedir?
Benim cevabım tam ortasındadır, tam içindedir. Müzikolojinin içindedir. Avrupa’daki müzikoloji çalışmaları içinde Türk Mûsıkîsini de görürüz, az veya çok Türk müziği çalışmaları başlangıçta sadece müzikoloji içinde yer alıyordu. Bu alanda Türkiye’de müzikolojiyi kuran öncüler de böyle düşünüyorlardı. Onur Akdoğu, Yalçın Tura gibi öncülerimiz. Hemen hemen aynı tarihte kurulmuş üç müzikoloji bölümün amacı Türk Mûsıkîsini araştırmak idi. Türk müziği müzikolojinin ortasında fikri benden önce onlara aittir. Ben onların izinden gidiyorum.
Türk müziği ile ilgili metodolojik sorunlar sizce nelerdir?
Tasnif sıkıntımız var. Yani Türk müziğini doğru bilgilerle doğru tasnif edilmesi gerekir. Metodolojik Tasnif sorununu ilk fark eden öncümüz Rauf Yekta Bey’dir. Belki günümüz terimleriyle değil ama yazılarından bunu anlıyorum. İlkler konusunda öncüdür. Her ne kadar Suphi Ezgi, Hüseyin Sadettin Arel, Sadettin Nüzhet Ergun ve daha bir takım üstatlarımız bu tasnif konusunda çok emek verdiler. Bugün, Türk müziğinde tasnif problemini şu dört grupta toplayabiliriz : 1) Müzik teorisi, müzikal sesler tasnifidir, 2) Notaları tasnif, müzik dağarı, repertuvar tasnifidir, 3) Müzik bilgisi tasnifi, müzik tarihinin tasnifidir, Müzik eğitiminde tasnif, müzik eğitimi tasnifidir.
Bu dört tasnif problemi ve alt problemleri, 20. Yüzyıldan itibaren öncülerimiz tarafından araştırılıyor, araştırılmıştır. Fakat Türk müziğinin oluşumunun ardında çok büyük bir hazine, çok renkli toplumlar var. Türk, İran, Arap toplumları genelinde diğer birçok toplum var. Her birinin müzik tarihine bıraktığı katkının araştırılması gerekiyor. Türk müziği kaynakları Türkçe dışında Ermeni harfli Türkçe, Grek alfabeli Türkçe dışında Arapça, Farsça, Rusça, Macarca eserler de var. Bizim müzik tarihimizin kaynakları çok dağınık, bir de bunları nasıl incelemeli ve nasıl sunuma hazır hale getirmeliyiz, yöntem ne olmalı, yani metodoloji sorunlarımız var. Her şey Batı müziği ile eşleşmiyor.
Mesela güfte mecmuaları problemi biz de var, Batı da yok denecek kadar az. Dolayısı ile güfte mecmuaları nasıl incelenmeli bir problem? Hem inceleme hem de sunum problemi.
Edvarlar nasıl incelenmeli? Avrupa’da bizdeki gibi edvar anlayışı yok. Dolayısı ile edvarların incelenmesinde sağlıklı bir metot bulmamız bile zaman alıyor. Metot öneren yazıların yaygınlaşması bile zaman alıyor. Müziğimizi nasıl yazmamız gerekiyor? Bu bir metodoloji sorunudur. Bu konuya Rauf Yekta’dan bugüne kadar eğilen birçok arkadaşımız var, ama hala devam ediyoruz. Eğitimde kullanılan Arel-Ezgi-Uzdilek metodudur. Birçok metot yazılmıştır. En son Okan Murat Öztürk’ün Halk müziği metodolojisinde cevaplar ve çözümler aramaya çalıştığını söyleyebilirim. Kitabı yeni basıldı.
Bibliyografya sorunu, metot sorunudur. Terimler sorunu, metot sorunudur. Müzikbilimi çok disiplinle ortak noktaları olan bir bilgi alanıdır. Onun için diğer bilgi alanlarından yararlanmalı ama kendi metodolojisini geliştirmelidir. Bununla ilgili örnekleri yazılarımda verdim.
Günümüzde olduğu gibi tarihte de müzik teorisiyle ilgilenmiş müzik teorisyenleri var. Tarihte yaşamış müzik teorisyenlerinin mûsıkî icracısı olup olmadıkları belirsizliği konusunda neler dersiniz?
Bu sorunuz müzikoloji açısından önemli bir soru. Şu açıdan müzik tarihimizin kaynaklarını oluşturan bir bölüm, müzik teorileridir. Ve biz bu müzik teorilerini yazan kişilerin müzisyen olup olmadıklarını bilmediğimiz için onların bilgisine ne kadar güvenmeliyiz düşüncesi akla gelmektedir. Bu benim müzik tarihinde ilk yazdığım Ladikli Mehmet Çelebi biyografisinde kafa yorduğum bir problemdi. Makalem 1999 yılında yayınlandı.
Şunu söyleyebilirim. Kimse bilmediği bir konuda yazmaz, yazamaz. Bildiğini zannedebilir, hata edebilir, ama kim bir şey yazıyorsa o konuyla ilgili bir bilgi sahibi demektir. Ama doğru ama yanlış. Yanlış ise yanlış hesap Bağdat’tan döner. Fakat ne geçmişteki Ladiki, İbn Sina, Kindi gibi üstatlara ne de çağdaşımız değerli arkadaşlara böyle bir yaklaşım doğru değildir. Ben doğru bulmuyorum. Gerçek akademik eleştiri, belden aşağı saldırmak değildir, ama boş ver akademiyi ben söylerim izi kalır ise bir metot değil, dedikodudur, başka bir şey değildir. Gerçekler er ya da geç su yüzüne çıkar. Bu Allah’ın bir kanunudur.
Bu soruyla bağlantılı olarak müzik araştırması yapmak için müzik bilgisi bilip bilmeme ile icracı olmayı birbirine karıştıranlar var. Müzikle ilgili yazı yazan her kes “icracı müzisyen” altını çiziyorum “icracı müzisyen” olmak zorunda değildir. Ben bu yola çıkarken destur aldığım Prof. Yalçın Tura’nın bana söylediği bir sözdür. İcracı olmanız gerekmiyor, yazdıklarınızın ne anlama geldiğini bilmeniz yeter demişti. Yazar sorumluluğunu bilerek yazmalı, ama bu hata etmez anlamına da gelmiyor. Bilim böyle bir şeydir. İşte bu da bir akademik metodoloji sorunudur. Bir önceki soruya ilave edebiliriz.
Peki efendim, Müzikoloji alanında üreten ve pek çok eser veren bir bilim insanı olarak siz önce Türk müziği bibliyografyası ile başlayıp daha sonrasında sistematik müzikoloji, Türk müziği felsefesi ve Türk müziği tarihi konularını ele almışsınız. Sizce bir müzik tarihine nereden başlamak gerekir?
Çok güzel sorularınız. Arka arkaya sorduğunuz üç soru da birbiriyle bağlantılı. İstanbul Teknik Üniversitesi Müzikoloji Bölümünde ilk müzikoloji projesi veren kişiyim. 2000 yılında. Bu proje Türk müziği kaynaklarının tespiti hakkında idi. 60-70 sayfalık bir rapor sunmuştum.
Eğer bir araştırma alanına girmişseniz ilk yapılması gereken şey elimizde neler var, bunu tespit etmek. Ben de Türk müziğinin o günkü durumunu tespit etmek için önce kaynakların tespiti, ardından kitaplar, makaleler üzerinden bir envanter tespit etmeye çalıştım. Sonuçta bu envanterden önce Müzikoloji ve Kaynakları kitabı daha sonra, kitaplar ve makalelerden oluşan Müzik Bibliyografyası çıktı, iki cilt.
Türk müziği çok geniş ve derin bir tarihi birikimin sonucudur. Ve biz bugün ne derinliğini ne de genişliğini ölçemiyoruz. Çünkü kaynakların incelenmesi tamamlanmadan bunu sonlandırmanın imkânı yok. En azından büyük çoğunluğunun incelenmesi lazım.
Türk müziği sadece müzik teorisinden ibaret değildir. Çok derin bir kültürü temsil etmektedir. Türk müziğini anlamak için bir konuyu araştırdığınızda diğer konularla bağlantılı olduğunu görüyoruz. İster istemez diğer konulara girmek zorunda kalınıyor. Müzik felsefesi de dâhil. Ama bu her konuda yazı yazdığım anlamına da gelmesin. Benim yazılarımın da bir haddi var, bir sınırı var.
Türk Müziği tarihine nereden başlamalıdır sorusu benim de benden önceki tarih yazmaya çalışanların meşgul olduğu bir sorudur. Rauf Yekta bunun cevabını ilk veren kişilerden biridir. Şark Mûsıkîsi tarihini yazmıştır. Sonra Türk Mûsıkîsi tarihinin ana hatları diye bir makale serisi vardır. Yılmaz Öztuna’nın ve Nazmi Özalp’in Türk Mûsıkîsi Tarihleri vardır. Hepsinin de bu soru üzerinde düşündüklerini varsayıyorum.
Fakat Türk Mûsıkîsi teriminden hareket ederek konuşacak olursak, Orta Asya kültüründen başlamak lazım. Bahaeddin Ögel’in Türk Kültür Tarihine Giriş ’in bir cildi buna ayrılmıştır. Daha çağdaş bir eserden söz edecek olursak Prof. Dr. Feyzan Göher’in konuyla ilgili bir kitabı yayınlandı. İslamiyet Öncesi Türklerde Müzik diye. Sanırım bu kitap Türk müziği tarihine nereden başlanması gerektiğine dair bir cevap olarak yeter diye düşünüyorum.
Türklerin kadim tarihi Kadim Dönem diye adlandırılan Orta Asya’dan İslamiyet’e kadar geçen süreyi kapsar. İslamiyet’in bize kazandırdığı birçok yeni dini müzik biçimi vardır.
Müzik tarihimizde, müzik teorisi olarak makamlar devir üzerinden anlatılmış, diğer ifadeyle edvar terimi kullanılmış. Bu devir teorisinin, müzik teorisinden başka günlük hayatla da ilgisi var mıdır?
Devir, daire demektir. Bir noktadan başlayıp, o noktaya tekrar gelmek üzerine kuruludur, köşe yoktur, sapma yoktur. Tıpkı hayat gibi düşünülebilir. Fakat devir teorisinin ortaya çıkışı konusunda ilk öncü Safiyyüddîn Urmevîdir. Urmevî eserinde niçin devir, daireyi esas aldığına dair net bir cümle yazmamıştır. Etkilendiği isim hocası Nasîrüddin Tûsî astronomdu. O yüzden astronomi olabileceği tahmin edilmektedir.
Devir nazariyesi bizi günlük hayatımızda Orta Asya’da yaşadığımız çadır fikrine de uygun. Urmevî’nin gençliğinde nasıl bir hayatı olduğunu bilmiyoruz. Belki o da çadırda yaşayanlardan biriydi. Tebriz’de doğmuş. Çocuk denecek yaşta Bağdat’a gitmiş.
Sonradan yorum yapılabilecek bir devir nazariyesi kurmuş. Bu yüzden devir daire, bizim günlük hayatımızın döngüsüne de uygun. Hatta başlığımızdaki “Aynadan Gönül’e Girmek” mottomuza da uygun. Baktığımız aynanın şekli ne olursa olsun, gözümüz gördüğü her şeyi bir merkezin etrafını çeviren daire içinde görür.
Bir başlığımız olsun diye önerdiğimde Aynadan Gönüle Girmek dediniz. Aynadan gönüle nasıl girilebilir?
Necip Fazıl’ın Aynalar şiiri vardır. “Aynalar bakmayın yüzüme dik dik” diye başlar. Sonunda “Gelemem, aynalar yolumu kesti” diye biter. Müthiş bir sürrealist anlatımdır. Ben bunu nefisle özdeşleştiriyorum. Ayna bizim nefsimizi gösterir, kendimizi gösteren bir mürşittir, bir rehberdir, bir öğretmendir. Eğer o aynadaki kendi aksimize aldanmayıp, aynanın rehberliğine kendimizi teslim edersek gönüle girmiş oluruz. Hangi gönüle, Hakkın tecelligahı olan gönüle. Ama bu aynı zamanda mürşitle hem dem olmuş kendi gönlümüzdür. Ayrı gayrının olmadığı Hakla bütünleşen bir gönüldür.
İşte müzik de bize ayna olabilir. Her müzisyen, bize ayna olabilir. Müziğin sözleri bize ayna olabilir, bu aynanın bize gösterdiği benliğimiz olabilir. Neşemiz, üzüntümüz ve hatta yar ile sevdiğimiz ile vuslatımız olabilir. O aynada kendimizi bulmak görmek artık bize kalmış, her kes kendi aradığını aynada görür, görmek istesin, gördüğü hedefin olduğu yere doğru gitsin. Müziğin maksadı ayna olmaktır. Niçin? Bizim bir gönüle girmemiz için.
Sizce 'müziğin maksatları' nelerdir?
Şimdi burada kullandığım Müziğin Maksatları ifadesi, bana ait değildir. Abdülkadir Merâgî’ye aittir. Hem Şahruh hem de II.Murat için yazdığı kitapların başlığıdır. O da iki kişinin gönlüne girmek için Biraz önce söylediğim ayna metaforu gibi Merâgî eserlerinde, Maksat/ Makâsıd terimini neden kullanmıştır? Çünkü Makâsıd, Gazali’nin de içinde bulunduğu bir toplum felsefesini temsil etmektedir. Müzikten maksat ya eğlencedir, ya hüzündür veya cesarettir. Kendiniz için hangisini seçerseniz o müzik, o müziği icra eden sanatçı müzisyen size köprü olur. Fakat en önemlisi elbette Merâgî’nin oğluna öğrettiği ve hatta melodisini ebced yazdığı tek eseri olan dini müziktir, ulvi müziktir, mistik müziktir. Merâgî’nin kendisi, müzisyenin meclisteki adabı başlığı altında edebi anlatırken, müzisyenin ezana hürmet etmesi, namaz kılması gibi detaylara eğilme ihtiyacı hissetmiştir. Toplumun değerlerine saygı gösterilmesi gerektiğini öğretmiştir. İşte bu Makâsıd felsefesinin bir parçasıdır.
Müziğin maksadı eğlendirmek, üzmek, cesaret vermek gibi duygulara hitap etmesinin yanında hayatın anlamına işaret etmek diyebiliriz. Hayata anlam katan değerlerin en yücesi şüphesiz ki ulvi değerlerdir. Yüce değerlerdir. Bunu da müzikte bulabiliyoruz. Yunus Emre’nin, Mevlana’nın şiirlerinde, şiirlerinden yapılan bestelerde bulabiliyoruz. Aynadan gönüle girmek, mutlaka bir sevdanın sonucudur.
Selçuklu Topraklarında Müzik adlı eserinizde bu eserin ilk CD yayınını yaptınız. Safiyyüddin Urmevî adlı müzisyen bestekârın bestelerinden biri, sizin çalışmalarınız arasında ortaya çıkmış görülüyor. Muhayyerhüseyni makamındaki hafif sakil usulündeki bestenin ortaya çıkış hikayesini sizden dinleyebilir miyiz. Buna bağlı olarak iyi bir müzik tarihi yazabilmek için yararlanılacak gerekli kaynakları bulabiliyor musunuz?
Şimdi Urmevî’nin dizilerini verdiği muhayyerhüseyni, günümüz anlayışında olmayabilir. Bu eserin üzerinde aynı zaman diliminde iki kişi çalıştığını bilmiyordum Biri ben, diğeri Prof. Fazlı Aslan. Ben konuyla ilgili araştırma yaparken bir makale yazmayı tasarlamıştım. İlk icrasını İTÜ Müzikoloji’de yaptırdıktan sonra makalemi yayınlamak üzere planladım. İlk icrayı yaptırdıktan sonra Fazlı Aslan beni aradı ve konuyla ilgili konuştuk. Onun makalesini gördükten sonra ben makalemi yayınlamadım. Yayından çektim. Ama Konya’da Selçuklular ile ilgili bir sempozyum oldu ve ikinci bir eserin icrasını ilk defa orada yaptık. Amel türünde bir beste idi. Beste benim önerilerim ve direktiflerim doğrultusunda Emrah Hatipoğlu tarafından yapıldı. Bu iki eser Selçuklu Topraklarında Müzik adlı eserin CD’sinde yayınlandı. Bu müzik eserini Kutbuddin Şîrâzî’nin eseri diye vermiştim. Bu şekilde yayınladım. O sıralarda Konya Valiliği İl Müdürü olan Dr.Mustafa Çıpan’a selam olsun. Yayınlanmasında çok büyük yardımı oldu.
Yıllar sonra bu bestenin Kutbuddin Şîrâzî’ye ait olmadığını, Urmevî’ye ait olduğunu öğrendiğim zaman bir video ile yanlışımı düzelttim. Ben bazen yanlışlarımı farkettiğim de bir başka makalemde düzeltirim. Yeterki ben fark edeyim veya bana söylensin, tarihi delillere göre hareket ederim.
“Duvar değil köprüler yapacak liderler seçin”
Müzik tarihi ile ilgili sorunuza gelince. Türk Müzik tarihi yazılmış mıdır? Diye sormak lazım.
Bir kitapta Amerikalı şair ve filozof Suzy Kassem’in “Duvar değil köprüler yapacak liderler seçin” diye bir sözünü görmüştüm. Müzik köprüdür, müzisyenler, müzik tarihçileri köprü yapan kişilerdir. Müzisyenler, insanların duygularıyla hedefleri arasında köprü olanlardır. İcralarıyla, besteleriyle. Müzik tarihi bunun örnekleriyle doludur. Onun için müzik tarihi önemsenmelidir, önemlidir.
"Bana göre müzik tarihi Türkiye’de öksüz kalmıştır, yarımdır. "
Bana göre müzik tarihi Türkiye’de öksüz kalmıştır, yarımdır. Öncelikle müzik tarihi Cumhuriyet döneminden itibaren ihmal edilmiştir. Daha önce müzik tarihi yazmaya çalışanların bu tarihi yazmaya gücü yetmemiştir. Rauf Yekta, Suphi Ezgi, Hüseyin Saadettin Arel, Yılmaz Öztuna, Nazmi Özalp vb. öncülerin tek başlarına güçleri yetmemiştir. Bunun yanı sıra Müzik Tarihi yazmaya çalışanlar desteklenmemiş hatta engellenmiştir diyebiliriz.
Müzik tarihi konusu zor bir konudur, müzik tarihi konusu farklı bir konudur. Bir kaç Türk müziği tarihi diyebileceğimiz eser vardır ama yeterli değildirler. Akademik açıdan sorunları vardır. Müzik tarihinin sorunlarını aşmak hem maddi imkânlara hem ekip çalışmasına hem de zamana ihtiyacı vardır. Cumhuriyet kurulduğundan bugüne 100 yıl olmuş ama bir tek adam gibi Türk müziği tarihi henüz yazılamamıştır. Önce yazılanları takdir etmediğim sanılmasın, onlar sayesinde çok aşama kat edilmiştir, ama yapacak daha çok şey vardır. Her araştırma bence değerlidir, araştırmalar devam etmektedir.
Müziğimiz bizim medeniyetimizin sesidir. Osmanlı devletinin bize mirasıdır. Osmanlı Türk mûsıkîsi denilmesi bunu vurgular. Ama bakıyorsunuz bir felsefeci çıkıyor, Osmanlı, Türk imparatorluğu değildir diyor. Aslında bu doğrudan benim davam değil, ama bence bir yanlışa işaret etmek istiyorum. Bunu kabul etmek demek Osmanlı Türk mûsıkîsi diyemezsiniz anlamına geliyor.
Sonuçta bu temel üzerine eser, yazı yazanlar var. Nitekim bu gibi yanlış fikirler yüzünden Türk müziği Bizans’tan gelmedir diyenler var. Yanlış. Türk müziği Bizans’tan gelme değil, Bizans müziği ile akrabadır/ benzer diyebiliriz ama Bizans’tan gelme değildir. Bazı tarihçiler şöyle yazıyorlar, kiliseye gittim, kilise müziği dinledim, bizimkiyle aynı müzik. Demek ki Kilise müziği, Bizans müziği, Türk müziği aynı müziktir diye yazıyorlar. Günümüzün İstanbul Kilise müziği ile benzerliklerin olması, Türk müziğinin Bizans’tan geldiğini göstermez. Bu konu makam analizi, ses analizi, sistem analizi bilmeyi gerektirmektedir. Analiz yaparak her iki müziği inceleyenler, bu müziklerin aynı müzik olduklarını söylemiyorlar. Ben de onlara katılıyorum, ama benzer veya akraba olduklarını da inkâr etmiyorum.
Birçok yayınlanan kitabınız var. Tabii çalışmalarınızın bununla sınırlı olmadığını, pek çok da makalelerinizin olduğunu biliyoruz. Araştırmalarınız hakkında bizlere neler söylemek istersiniz? Ayrıca Müzik Alanında İlkler konusunda neler söylemek istersiniz?
İlkler konusu İslam tarihinde evail edebiyatı diye bilinir. Bu tür kitaplarda ilk ud çalan, ilk ud yapan gibi soruların cevaplarını bulabilirsiniz. Tarihte ilk olmak önemlidir, uygarlık tarihi açısından umran açısından, tarihçiler açısından. Onun için tarihçiler de yazdıklarında ilklere imza atmak isterler.
Dünyada ilkleri yapan o kadar kişi gelip geçmiş ki çoğunun adını bilmiyoruz. Eğer benim yazdıklarım arasında ilklerden bir şey bulunursa bilin ki bana bu fırsatı veren bir yüce yaratıcının rahmetidir. Rahmet olduğunu bilerek bunları söyleyeceğim (Haza min fazli rabbi, yani bu Rabbimin bana bir lütfudur, benim elimden yarattıklarına bir ikramdır, ben sadece bir aracıyım). İlkler bir tarihçinin medeniyete katkısıdır. Ama aynı zamanda yanlışlarımın olduğunun da bilincindeyim. Onun için benim makalelerim bazen arkası yarın gibi, önceki hatalarıma atıflar içerir, onun için yazılarımı iyi takip etmek gerekmektedir. Çünkü yanlışlarımız, ilkleri ortaya koymaya çalışırken karşılaştığımız risklerden kaynaklanmaktadır. Benim hatamdır. Kimse yanlışları bilerek yapmak istemez.
Biyografi olarak Mustafa Itrî Buhûrîzâde’yi ele almışsınız ve Itrî hakkında en geniş kitabı yazan kişisiniz. Bu ödüle sebep olan çalışmanız ile ilgili duygularınızı alabilir miyiz?
Bu ödüle sebep olan ilk çalışmalar birer makale olarak yayınlanmıştı. Itrî hakkındaki makalelerimde yer alan ilk söylemlerden dolayı bana bu ödül layık görüldü. Beklemiyordum. Ani oldu. Ankara’da idim. İstanbul Teknik Üniversitesindeki arkadaşlarımdan Sevgili Süleyman Şenel beni aradı ve mutlaka Türk Mûsıkîsi Vakfı tarafından gelecek olan davete gelmemi istedi. O kadar. Sonra Ankara’dan İstanbul’a geldim ve benim adım sahnede okunduğunda ben şaşırdım. Beklemiyordum. Bana bu ödülü layık görenlere hala teşekkür ediyorum. 2013 yılında “Yılın Müzik Yazarı” başlığı altında ödülü aldım.
Bu ödül bana bir teşvik oldu. Itrî hakkında topladığım bilgilerin hepsini bir araya getirdim. Bu eseri önerdim. Yayınevi kabul etti. Ve eser 2015 yılında basıldı.
“Türklerden Platon çıkar ama Aristo çıkmaz”
Türk mûsıkîsine ilgi duyan, bu konuda akademik çalışma yapmaya çalışan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Efendim, çok seyredilen bir ünlü öncümüz şöyle diyor, “Türklerden Platon çıkar ama Aristo çıkmaz” Oysa Farabi’ye ikinci Aristo demişler. Daha ne olsun. Kendi kültürümüzü küçük görmeyelim ve zamanımızı eski günlerle kıyaslayarak ankronizm hatasına düşmeyelim. Aristo Aristo’dur, ikincisine gerek varsa Allah isterse yaratır;
Dünü keşfederken bugüne, bugünün kıymetini takdir ederken düne küfretmeyelim. Müzik tarihi açısından da böyledir. Bütün öncülerimizi bizim için değerlidir. Öncüler bulanık sularda araştırma yaparken yüzdükleri sular gerçekten bulanıktı. Onların yüzdükleri suyu temizlemeye çalıştıklarında bizden çok daha zor şartlarda olduklarını unutmayalım. Onlara yapacağımız tek görevimiz saygı, saygıda kusur etmeyelim.
Günümüz araştırmacıları içinde bir önceki nesilden daha iyi araştırmacılar çıkar, çıkacaktır. Kültürel hayatın gelişmesi böyledir. Böyle gelişir. Kimsenin bir öncekileri kötülemesi, karalaması, saygısızlık etmesini istemem. Merâgî öyle diyor: En çok eleştirdiği kişi Kutbüddîn Şîrâzî’dir, onu eserlerinde her zaman üstadım diye anar, bir kaç yerde de onun hatası da bize yol göstericidir diyerek hatasını över. Gerçekten bizden öncekilerin hataları da bize bir yol göstermektedir.
Diyeceğim geçmişi hayırla anmak bize zarar vermez, onları takdir etmemiz bize fayda verir.
Araştırma metodolojisini iyi öğrenmek lazım. Bazen amacı aşan ifadelerden, terimlerden sakınmak lazım.
Türk müziği tarihi çok geniştir. Bakınız Arap müziği diye ihmal edilen bir örnek vereyim. Abdullah Türki diye bir müzisyenin varlığından daha yeni haberdar oluyoruz. Oysa bu müzisyen o kadar önemli ki Hicaz müziğinin babasıdır bence. Şimdi Arap müziği diye biz bu şahsı Türk müziği tarihine almayacak mıyız. Urmevî Arapça yazdı; Merâgî, Farsça yazdı diye almayacak mıyız. Onun için “Türklerden Platon çıkar ama Aristo çıkmaz” gibi başlıkların ne anlama geldiğine, öncülere saygılı olmalıyız.
Günlük hayatımızın müzikle ilgisi konusunda da düşüncelerinizi alabilir miyiz sayın hocam?
Ezan ne müthiş bir dini müzik formudur. Ezan mûsıkîsi demeye gerek yok, ezan demek yeterlidir aslında. Ezan dinleyerek Müslüman olanları bugün çeşitli sosyal medya kanallarında görüyoruz. Bu sadece bugün değil tarihte de böyleydi. Latifi Çelebi’nin yazdığı notlarda yazılmış olması, daha öncesinde olmadığını göstermez. Her zaman ezan kişileri etkilemiş bir çağrıdır. Sonra dinleye dinleye alışıyorlar, alışıyoruz. Çünkü ezan sarhoşu oluyoruz, bir anlamda sarhoş olduğumuz için artık bizi etkilemez oluyor.
Bu topraklarda doğmuş olmak bir şanstır, Allah vergisidir. Ezanın anlamı etrafında birleşmek lazım, buluşmak lazım, hatta oynaşmak lazım. Fakat kıymetini bilsek yeter, gelecek nesillere Yahya Kemal Bayatlı’nın Süleymaniye’de bayram sabahı şiirini okumalarını tavsiye ederim.
Cumhuriyet bugün bize bu imkânları sağlıyor, bunun kıymetini bilmek lazım.
Sizce müzik bizi nereye götürür?
Müzik ruhun gıdasıdır klasik bir sözdür. Öyle midir evet öyledir. Nasıl? Şimdi bir müzik dinleriz, neşeleniriz. Neşe nedir? Ruhun gıdasıdır. Başka bir müzik dinleriz. Şecaatimiz, cesaretimiz artar. Başka bir müzik dünleriz, üzülürüz. Bütün bunlar ruhani şeylerdir. Ruhani şeyler ruhu etkiler. Ruhun gıdasıdır cümlesinin anlamı budur. Fakat asıl gıda, ruhun erdemlere sahip olmasıdır, müziğin bizi erdeme götürmesidir.
Müzik bizi erdeme götürür, eğer müziği dinlemeyi bilirsek, iyi bir dinleyici isek, doğru müzikleri dinlersek. Erdem hayatın anlamıdır. En büyük erdem İslamiyet’tir. Bilirsiniz Eski Yunan filozoflarının idealleri erdemli insan olmaktı. Erdemli insan olmak metafizik bir öğretidir. Çok şanslıyız metafiziğin son ustası bizim peygamberimizdir. O kâinatta, evrende insanın anlamını öğretmiş, fizik ve metafiziğin son noktasını koymuştur. Bize bu hayatta lazım olacak ibadet, ahlak, erdem adına ne varsa her şeyi öğretmiştir.
Dini bilginin veya ibadetin ahlaka dönüşmesindeki en büyük engel nedir? Biliyor musunuz? Kendimize dönüp nefis muhasebesi yapmamaktır. Eğer doğru müzikleri dinlersek, müzik bize nefis muhasebesine yöneltir.
Niçin nefis muhasebesi yapamıyoruz? Öncelikle kendimize yeterli zaman ayırmıyoruz, ayıramıyoruz. Kendimizi algılarımıza, arzularımıza ve nefsimize kaptırıyoruz. Bu da ister müzisyen olalım, ister müzik dinleyicisi olalım sözler bizi etkilemiyor.
Kötülüklerin ana sebebi nedir biliyor musunuz? Dünya sevgisidir. Müzisyenlerin dünya sevgisine kapılmaları daha hızlı oluyor diyebiliriz. Atalarımız onun için müzisyen değil toplumu temsil eden sanatçıyı hedefledikleri için meşk ile ve ücretsiz müzik öğretiyorlardı. Ücretli müziği başkalarına bırakıyorlardı. Bugün müzisyenlerimiz onlarla rekabet ediyorlar. Elde edilmeye çalışılan rekabet ise dünya nimetidir, tatlıdır. Dünyadaki görevimizi en iyi şekilde yapmaya çalışarak, dünya sevgisine kapılmamalıyız.
Âşık Veysel’in dediği gibi İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece. Burada kalıcı değiliz.
Son cümlem aynadan gönüle girmek ümidiyle böyle bir sohbet için teşekkür ediyorum.
Türk müziğine aşık ve…
Türk müziğine aşık ve yaptığı her işi hayra nasıl dönüşür diyerek devam ettiren, sonunda da müzik insanı erdeme ulaştırmalı diye devam eden bu güzide hocamızın ve sizin ömrünüze bereket olsun. Aynadan gönüle girebilmek duasıyla..
Yeni yorum ekle