Her insan ilahi tasarlanmışlığın sonucu olarak ne olduğunu bilmediği bir toplumun içine doğar. Kaderdir onun hangi din ve kültür ile yoğrulacağına karar veren. Birey, hayatının ilerleyen aşamalarında sahip olduğu dini değiştirme hususunda hür iradeye sahip olsa da yaşadığı ortamın kendisine sunduğu kültürel değerleri değiştirmekte aynı yeteneklere sahip değildir. Dini de içselleştirmek suretiyle insan yaşamının temel unsuru haline gelen kültür, hayatın mütemmim cüzüdür.
Yeryüzündeki birçok toplum kendi yaşamsal değerleri içinde oluşmayan dinlere inanarak yaşıyor. Beş bin yıllık bir pagan toplumunun iki yüz yıllık Hristiyanlığı kabullenmesinde temel unsur işte kültürün bu uzlaşmacı tavrıdır. Bu şekliyle baktığımızda esasında birçok toplum eski dinlerini, kültürleri içine yerleştirmek suretiyle bir geçiş yapmayı tercih etmiştir. Yeni kabul edilen din de kültür limanında demirleyecek bir yer bulmuştur. Öyleyse toplumların din değiştirmelerinde her iki dinin de kültür içinde yoğrulduğunu görürüz. Bu da doğal olarak kültürel kimliği dinden daha korunaklı hale getirmiştir. Toplumlar bu şekilde sahip oldukları dinlerle bir bütün içinde yaşama kabiliyetini de kendiliğinden oluştururlar.
Din, kültürel değerlere saygı duyar ancak vahye dayalı inanç sistemine onu asla karıştırmaz. Hatta çoğu zaman bu inanç sistemiyle uyuşmayan değerleri de çok net bir şekilde yok sayar. Kültür ise dinle rekabet etmek yerine onu içselleştirmeye çalışır. İnsanlar kültürlerini değiştiremezler lakin maruz kaldıkları etkiler neticesinde dönüştürebilirler, din ise hem değiştirilebilir hem de dönüştürülebilir bir niteliğe sahiptir. Dinlerin doğduğu topraklardaki toplumlar dini kültürel yapı içinde massetmeyi başarabilirler, lakin din farklı bir coğrafyaya ihraç edilmişse kültür ile arasındaki mesafeli yapı her daim korunur.
Din ve kültür, bireyin ruhsal dünyasının temel iki besin kaynağıdır. Birey ve toplum üzerinde yapılacak her türlü değişim ve dönüşüm hareketinin de merkezidir bunlar aynı zamanda. Savaşlar, göçler ve ticaret, toplumlar arasındaki paylaşımların ve yeni medeniyet tasavvurlarının en kadim ve doğal unsurlarıdır. Lakin yeni politik açılımlar yapmak için modern devlet anlayışı yeni ideolojiler ortaya çıkarttı.
İlhamını, enerjisini, gücünü din ve kültüre bağlayan ideolojiler, bu değerlerden münferit olarak düşünülmez. Her hal ve şart altında ideolojiler, toplumun yaşamsal değerlerinin korunması, dönüştürülmesi, kullanılması suretiyle var olurlar. İdeoloji çoğu zaman din ve kültürün doğal bir uzantısıdır kimi zaman ise onu yerle bir edecek düşman. Bireyin ruhuna hitap eden ilahi değerler sonuç itibariyle bu dünyaya ait değildir. İdeolojiler ise daha toplumsal ve dünyevi bir çıkar unsuru üzerine inşa edilir.
Rönesans ve reform süreçlerinde din, Batı’da daha ideolojik bir söylem içinde değerlendirildi. Aksi takdirde ilahi olanın dünyevi olana dönüştürülmesi mümkün olamazdı. Sanırım üzerinde düşünülmesi ve konuşulması gereken husus ideolojilerin “dönüştürücü” yetenekleridir. Siyasi ve ekonomik bir çıkar unsuru olarak din ve kültürün yetersiz kalması, ideolojilerin varlık sebebi oldu. Çıkar gruplarına hizmet eden düşünürlerin kurguladıkları dünyalar, toplumların kitlesel olarak yönetebilmesini sağladı. Daha özgür, adil, eşitlikçi ve güzel bir dünya peşinde sürüklenen insanların sahip oldukları ideolojiler, kısa bir süre içinde insanların din ve kültürlerini bu uğurda kullanabilmelerinin kapılarını araladı.
Mevcut yaşamsal değerlerin kabulü, reddiyesi veya dönüştürülmesi suretiyle kendine bir yaşam alanı bulan ideolojiler, kısa bir süre içinde insanları sınıflara/gruplara ayırmayı başardı. Kaynağını din ve kültürden alsın veya almasın bütün ideolojiler kendi çıkarları için bu yaşamsal değerleri pervasızca kullanmaktan çekinmedi. İnsanların ruhlarına sahip olabilmeyi kolaylaştırması nedeniyle, din her zaman ideolojiler tarafından daha mahirce kullanılabildi. Muhafazakâr değerlere sahip ideolojiler toplumsal değerleri kullanmayı tercih ederken, toplumu yeniden tasarlamayı hedef alan ideolojiler çoğunlukla bu yaşamsal değerlerle mücadele etmek zorunda kaldı. Geniş bir yelpazedeki bu rekabet ve dostluk ilişkisi tamamen ideolojilerin çıkarları üzerine kurgulanır. Bu nedenle net tanımlamalar yapmaktan ziyade toplumsal yapıların kendilerine özgü durumlarını göz önünde bulundurarak analizler yapmak daha gerçekçi olacaktır.
Kimi vakit yanlış bilinçlendirme suretiyle toplumları “tarihin doğal akışı”ndan çıkartan ideolojiler, insanları yeniden tasarlayarak onlara yeni roller yüklerler. Hayatın doğal akışından çıkartılan insanların ayartıldığı ve kandırıldığı yeni bir inanç sistemidir ideolojiler. Baştan çıkartılmış insanlar, oldukları gibi değil de olması gerektiği gibi inanmaya ve yaşamaya başlamıştır. Bir tür bilinç kaybıdır esasında ideolojilerin arzuladığı ya da geçmişteki bilincin yeniden tezahür ettirilmesidir. Bu yüzden kimi zaman tarihin çöplüğüne atılmış değerlerin yeniden canlandırılması olarak görürler ideolojileri. Hristiyan veya Müslüman olan toplumların geçmişteki pagan değerleri ideolojiler için bu yüzden bir tutunum kaynağı olabilmekte. Sonuçta her toplumun geçmişinde sakladığı dini ve kültürel değerleri elbette ki mevcuttur. İdeoloji olanı yıkmak ve yenisini kurmak için gizli dünyalarda yolculuk yapmak zorunda kalabilir.
Geçmişte bir ortak yaşam değeri bulmak dünyanın farklı bölgelerindeki insanların aynı ideolojik söylem içinde buluşturulması için bir zorunluluktur aslında. Sonuçta ideolojileri bir ülke, coğrafya, din ve kültürün içine hapsetmeniz mümkün değil. İdeolojilerin “dönüştürücü” özelliğinden sonraki diğer önemli özelliği ise “birleştiriciliği”dir. Önce toplumsal değerleri törpüler ve benzer yapıdaki diğer toplumlarla aynı yapıya dönüştürür, akabinde ise bunları ortak çatı altında birleştirir. Böylelikle ideolojiler farklı toplumsal yapıları din ve kültür ayrımı gözetmeksizin aynı fikir doğrultusunda bir araya getirebilir.
Kimi ideolojiler muhafazakâr yapılarıyla toplumla açıktan çatışmaya girmeden bir sistem kurabilirken, kimileri de anarşist yapılarıyla, Don Kişot gibi toplumun karşısına çıkmaktan imtina etmezler. Her halükarda ideolojiler dünyevidir, insanidir ve akla dayanır. Bu şekliyle örtülü ve açık olarak din ile mücadele içindedir. Bu nedenle dinin ideolojik bir söylem içinde kullanılması asla masumca bir hareket değildir. Çıkar üzerine inşa edilmesine rağmen, bireysel özgürlüğü sloganlaştıran ideolojilerin temel amacı Tanrı’dan uzaklaşmış insanlar ortaya çıkarmaktır. Çoğu zaman bunun için ironik olarak dinin bizzat kendisi kullanılır.
İdeolojiler her ne kadar baştan çıkartıcı romantik fikirler olarak görülse de bu platonik aşkın tecellisi için şiddet kullanmaktan hiçbir vakit çekinmezler. İkna hususundaki yetersizlik bu şiddetin temelidir. İnsan kaynaklı olması hasebiyle bir kesinliğe sahip olmayan ideolojiler, kendilerini kabul ettirebilmek için fikirlerinde ya da sunumlarında revizyona gidip yeni ikna yöntemlerine başvurmak durumunda kalabilirler. Yani şiddet ve ikna sarmalındaki ideolojiler bu amaçla mutlak bir doğruluk endişesi taşımazlar.
Kitleselleşen dünyanın din ve kültürdeki yıkımları ideolojileri de boşluğa düşürdü. Bu belki de ideolojilerin yüzlerce yıllık bir başarısıdır. Amacını yerine getiren fikir sistemlerinin yok olmasından daha doğal ne olabilir ki? “Hiç”in öncelendiği bir dünyada “hiç”in dışında hiçbir şeyin önemi kalmayacak gibi görünüyor.
Farklı toplumsal yapıları ve çıkar gruplarını hegemonik bir güçle birleştiren ideolojilerin kitleselleşen dünyada bir karşılığının kalmadığını görüyoruz. Statükonun kendisi haline gelen ideolojilerin yine de bazı toplumlardaki din ve kültürle imtihanının devam ettiğini de söylemeden geçmeyelim. Son kalelerin düşmesiyle birlikte ideolojilerin de sonunun geldiğini açıkça söyleyebileceğiz. Zor ve zahmetli bir görevi yerine getirmeleri dolayısıyla takdirle yad edeceğimiz ve nostaljik bir unsur olarak her daim konuşup çocuklarımıza anlatacağımız ideolojilerimizin yokluğu bir züğürt tesellisi olarak yaşayacak.
Çocuklarımızın ideolojik bir bakış açısının olmamasından rahatsızlık duymayın lütfen, zira onları kandırmak için bir gerekçe kalmadı artık. Çocuklarımızın neden ideolojileri yok diye kendimizi sorguluyoruz, zira baştan çıkartılacak bir din ve kültür bıraksaydık -ne yazık ki- onların da bir ideolojisi olmuş olacaktı. Böylesi bir ironideki insana acımayalım da ne yapalım siz söyleyin. Ama iyi tarafından bakalım, çocuklarımızı böylesi bir eziyet ve çıkmazdan kurtarmış olduk. Allah’tan umut kesilmez belki onlar ideolojiye gerek kalmaksızın sadece dinlerini ve kültürlerini yaşalar.
İdeolojiler daha yaşanılabilir bir hayat tarzı oluşturmaktansa farklı toplumsal yapılar arasında bir çıkar birliği oluşturur. Geniş bir coğrafyaya hitap edebilmesi nedeniyle evrensel bir etkiye sahip ideolojiler, çok geç farkına varsak da kitlesel bir dünyanın kapılarını aralamıştır bizlere. Birbirlerine zıt hatta düşman olduğunu düşündüğümüz ideolojilerin hepsi aynı amaç için kurgulandılar.
İdeolojilerin baştan çıkartıp ayarttığı insanlar, saflık ve duygusallıklarını din ve kültürlerini yaşamaya adasalardı şimdi çok daha farklı bir dünyada olurduk. Yine de ideolojilerden arındırılmış din ve kültür gelecek güzel günlerin tek umudu olmaya devam ediyor.
Ali beye teşekkür ederiz …
Ali beye teşekkür ederiz . Analiz ; her satırı dikkatle okunması , üzerinde düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir formatta yazılmış.
Sağlıklı bir değerlendirme için Temel Akaid, tarihsel süreç , sosyoloji ve psikoloji bilgisine sahip olmak olmak gerekir düşüncesindeyim.
Ancak Çocuklarımızın herhangi bir ideolojik düşünceye sahip olmamalarının yanında kastedilen saf din ve kültüre sahip olmaktan hızla uzaklaşmaları hiç de hayra alamet değil.
Maalesef hiç bir şeye tatmin olmayan ,çalışmak istemeyen , mevcut olanakların kıymetini bilmeyen bir genç nesil var . Deyim yerindeyse ''Ellerindeki mevcut kuş yerine uçan güvercinle ilgilenen'' bir nesil var.
Geçmişe ve günümüze ışık…
Geçmişe ve günümüze ışık tutan mükemmel bir anlatım ,neyse ki hâlâ bir umut olduğunu düşündürdü.tebrikler.
Yeni yorum ekle