Mekke’yi ilk göreceğim zaman çok heyecanlanmıştım. Zira içinde Kâbe vardı hem de Hz. Muhammed (S.AV.) nefes aldığı, hayat sürdüğü bir yerdi.
Mekke’nin mimari yapısında son 70 yılda yapılan tahrifatlara dair bilgim olduğu için başına ne geldiğini tahmin ediyordum. Bu ön bilgimle çevremdeki yapılara odaklanmadan sadece Kâbe’ye odaklanarak yürümüştüm. Zira Kâbe’ye ait hakiki tasavvurumu muhafaza ederek Kâbe’ye yürümek benim için oldukça önemliydi. Kâbe’ye olan birikmiş kıymetli hissiyatlarımı ve tasavvurlarımı muhafaza ederek ona kavuşmam gerekiyordu. Kâbe, insanı mevcut zamandan ve mekândan koparan başka bir zamanı ve mekânı olan hakikattir. Kâbe, mekanik zamana hitap eden bir yapı ve mekân değil biyolojik zamana hitap eden bir mekandır. Kol ya da duvar saatinin iptal olduğu kalp saatinin işlediği ve geçerli olması gereken bir yerdir.
Kâbe, adeta dağların arasında biricikliği fark edilsin diye inşa edilmiş hakikatin göstergesi olan bir yapıdır. Dağlar, adeta fıtratıdır Mekke’nin. Bu fıtratından koparıldığında yani yaratılışı bozulduğunda, hissetmeniz çok zordur şehri. Dağlar Mekke’nin mührüdür. Lakin her geçen gün biricikliğini yitirmektedir. Zira dağları tıraşlanarak otelleştirilmek istenmekte Mekke. Bir araya gelmemesi gereken iki kelime otel ve Mekke’dir. Bu oteller dışında geniş düzlüklere olan Mekke’nin uzağına inşa edilebilirdi. Tıraşlanan dağlarıyla, adeta sakalları zorla yolunan bir alimin acısını yaşamaktadır Mekke. Zira Mekke’nin -şehir olarak- görkemi, dağlarından gelmektedir. Mekke’nin dağlarını tıraşlamak, heybetli bir adamın veya alim bir zatın matruş hâle getirilmesidir. Yapılan şey, sadece Mekke’nin fiziğini değiştirmek, tahrip etmek değil aynı zamanda haleti ruhiyesini yıkıma uğratmaktır. Ruhu çıkarılmış bir bedene dönüştürmektir.
Görkemini dağlardan alan Mekke, putların/idollerin varlık bulamadığı bir şehirdir. Orada idoller, Hz. İbrahim tarafından yıkılarak tasfiye edilmiştir. İdollerin yıkımı, insanı yanıltan, hakikatten alıkoyan suretlerin tasfiyesidir. Şimdilerde Mekke’de adına “karşı devrim” diyebileceğimiz bir süreç yaşanıyor diyebiliriz. Bu karşı devrimin en büyük göstergelerinden biri; Zem Zem Tower denilen canavarsı kuledir. Türk umreci ve hacılar, bu kuleye ironik bir biçimde müşriklerin en büyük putu olan “Hubel” adını vermiştir. Bu kule, sadece şekli ve görünümüyle antropormistik bir görünüme sahip bir kule yani görünümü itibariyle müşriklerin insandan mülhem tanrısal bir tasvir yani bir put değil gördüğü işlev açısından da adeta bir puttur. Zira Kâbe’de bulunup ibadet edenlerin odaklanmasını dağıttığı gibi tavaf ederken saate/zamana gözü kaçan müminlerin huşu’sunu da bozmakta. Hatta bu kule kendisini kıble zannettirmektedir. Adeta Kâbe’den daha çok ilgi çeksin ve ibadet edenleri mekândan -Kâbe’den- koparsın diye çok yüksek inşa edilmiştir. Bu kulenin üstüne bir de ibadet edenler biyolojik/dirimsel zamandan kopsunlar diye kocaman bir saat yapılmıştır. İstemezseniz de gözünüz bu saate kaçar. Tüm bunlar yetmez gibi kulenin altını, kapitalizmin her türlü markalarına tahsis ederek ibadet sonrası tüketmelisiniz buyruğunu sunmuşlardır. “İnanıyorum, o halde varım/Credo ergo sum” hâlinden “tüketiyorum o halde varım” hâline geçiş mekanı.
Mekke’nin yaşadığı istilanın sofistik yani bilinçsiz olmadığını kimse iddia edemez. Ben ortada son derece sofistik bir tavır olduğu kanaatindeyim. Kendi özgün kültür ve medeniyet bilincine eremeyen, petro-dolar bir ülke olan adına “sub-kapitalist” diyeceğimiz bir toplum veya yönetim tipiyle karşı karşıyayız. Böylesi bir yapı ve zihnin, şehir mimarisi anlayışının tezahürü olarak alt-kapitalizmin yani primitif kalmış kapitalist perspektifini şehre uygulaması gayet doğal bir şeydir. Zira “kapital” olanın, “değerin” üstünü örttüğü, önemsizleştirdiği bir çağda yaşıyoruz. Değerin (price), değeri (vaule) satın aldığı bir çağda; dinî bir mekânın kapitalin mekânı haline geldiğine şahitlik ediyoruz.
8 yıl önce de Mekke üzerine yazı yazmıştım. 8 yıl sonra Mekke şehri üzerine yeniden yazı yazmamın nedeni, geçenlerde gözüme takılan “Mekke’ye en büyük sinema solonu ve eğlence merkezi inşa ediliyor” haberi oldu. Oysa böylesi bir eğlence merkezi ve sinema salonu için nüfusu daha kalabalık ve kültürel-ekonomik hüviyeti olan Mekke’nin yakınında bulunan Cidde şehri daha uygun. Mekke’ye yapılacak böyle bir merkezin, bilinçsiz bir tercih olduğu söylenemez. Kanaatimce bu proje, Mekke’nin İslami imajını değiştirmek için bilinçli olarak tercih edilmiş bir proje. Sinema; zevkli ve eğlenceli bir etkinlik olsa da sanal, yapay, mitik ve gerçek dışı bir gösteridir. Mekke, putları yıkmış olan Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ettiği bir mekânın, şehrin adıdır. Yine Hz. İbrahim’den asırlar sonra Hz. Muhammed’in (S.A.V.) putları yıkarak putperest bir toplumu tevhidi ve hakiki bir dine (İslam’a) tekrar yönelttiği, davet ettiği bir mekandır.
Kastım “sinemanın caiz olmadığı” veya fıkhen “haram” olduğu değil. Bir felsefeci olarak bu teşebbüsün semiyolojik bir okumaya tabi tutulması gerektiğini düşünüyorum. Zira Mekke’ye devasa sinema ve eğlence merkezi yapma isteği, önemli bir gösterge biçimidir. Bu göstergenin arkasında bir zihin yatmakta olduğu gibi gösterdiği veya işaret ettiği birçok anlam var. Bu meseleyi salt olarak “modernleşme” veya “Batılılaşma” çabaları olarak izah etmek de doğru bir yaklaşım değil. Dediğim gibi bu tür teşebbüsler, karşı devrim yapma isteğinin bir neticesidir. Böyle bir çaba, “Harem’e/Kâbe’ye gidiyorum” diyen mukim bir topluluğun artık “sinemaya, eğlenceye gidiyorum” demesi sonucunu doğuracak bir çabadır. Yalnızca Kâbe ile anılan şehir/Mekke, devasa sinema, eğlence merkezi ile anılır hale gelecek.
Zira Suudi Arabistan yönetiminin, bu tür girişimleri yeni değil. Zem Zem Tower örneği olduğu gibi cennetimsi bir şehir olarak inşa edeceği Neom ve Riyad’ın yeni yüzü olarak görülen Murabba şehirleri, 2045 yılında tamamlanmaya çalışılmakta. Murabba şehrinin tam ortasında yer alacak “yeni bir ikon, büyüsel bir dünya, yeni bir gerçeklik dünyası, öteki dünyaya giriş” ifadeleriyle tanıtımı yapılan “Mukaab[i]” adlı yapı inşa edilmekte. Kâbe kelimesiyle aynı köklere sahip bir isme sahip, küp şeklinde ve iklimlendirilmiş olacak bu yapıda mesken, iş, turizm ve eğlence merkezlerini içeren 20 tane gökdelen bulunmaktadır. Aslında yapılanın Apple firmasının zihin yapısı ve icraatlarından çok da farkı yok diyebiliriz. Chul Han, Kâbe’nin “küp” demek bilgisinden hareketle bir meydan okuma biçimi olarak Apple Cube’ün inşa edildiğini iddia eder. Ona göre Kâbe’nin üstünün örtülü olması mahremiyetini korumayı ifade ederken camdan olup “şeffaf bir tapınak olan” herkesin girip çıkabildiği Apple Cube ise şeffaflık ve bilginin serbest dolaşımını ifade eder.
Mekke, asrın idraki ve ruhu ile aynı çerçevede algılanmasına bağlı kalarak bir değişme planı içerisinde dönüştürülüyor. Zira çağın ruhu; hakikatin yerine sanallığı, gerçeklik yerine yapaylığı, kadın-erkek dualitesinin yerine cinsiyetsizliği, Allah katında tek din İslam’dır yerine dinî çoğulculuğu, samimiyetin yerine yapmacıklığı buyuruyor. Mekke de bu buyurmuşluktan her geçen gün nasibini almaktadır. Gittikçe Mekke’yi ve Kâbe’yi yaşayabilmek ve sevebilmek; inananların daha yüksek samimiyetine, tasavvuruna ve tahayyülüne ihtiyaç gerektirecek bir hâl alacak. Zira Hz. İbrahim’e ve orada son olarak bulunmuş son peygambere ve dostlarına dair neredeyse hiçbir hatırat mekânı kalmadı. Mekânın dokusu bozularak orayı ve orada olanları hissetmek ve yaşamak bireylerin hayal gücüne bırakıldı.
Kaleminize sağlık Üstadım
Kaleminize sağlık Üstadım
Yeni yorum ekle