Siber Uzamda Görünerek Var-Olmak: Sosyal Ağlarda Mahremiyetin ve Benliğin Dönüşümü

23 Mayıs 2020

 

 Görünerek Var Olmanın Varoluşsal Değeri Üzerine

İnsan dünyada oluşun anlamını düşünmeye başladığında hep bir şekilde ‘varoluş’ sancısı çeken bir varlık. Bu sancıyı ise çoğu zaman “o halde varım” cümlesinin önüne eklediği bir özelliğe yaslanarak yatıştırır. Kemâlat yolunda insan varlığına güzellik katan anlamı ve hakikati bulmak için yürür hep. Ancak çoğu zaman insan değerli ve anlamlı olanın yalnızca kadim bir geçmiş ve gelenekle sınırlı olduğunu düşünür. Esasen insanların çoğu için kalıplaşmış rutinlerde ve bir hafıza limanında demirlemek güven ve istikrar içinde yaşamak için yeterlidir.

Lakin tekâmül peşindeki insanın istikrar ve güvenin ötesinde iradi bir özgürlük arzusu da vardır. Nitekim özgürleşme tarihinde insanın kendi seçim ve tercihlerinde şekillenmiş bir hayat çabasına tanık oluruz. Aydınlanma sürecinde insan merkezli bir dünya tasavvuruna geçiş, hayata, doğaya ve topluma müdahil olma gücünü verdi insana. Artık bütün bir varlıkla birlikte insanın kendisi, çevresi ve diğerleriyle ilişkileri seküler bir tasarım ve tasavvurla biçimlenmeye başladı. İnsan kendi ayakları üstünde ve kendi aklıyla düşünme imtiyazında bir birey oldu. Eskimiş ve yozlaşmış köleci düzenlerin insan ve toplum sisteminden kurtulmaya duyulan ihtiyaç, tarihin kırılma eşiklerini simgeler. Öte yandan insanın birey olarak varoluşu yalnızca tarihsel yani tarihin bir dönemine has bir durum değildir aslında. Düşüncenin evrimine ve dinler tarihine baktığımızda, insan kendiliğinde her türlü hikemi, felsefi ve irfani arayışın izlerini bulmak mümkündür. Burada elbette bireyin doğa, toplum ve evrenle ilişkilerine yeni bir perspektif getiren dönüşüm sözkonusudur. Bireyin Kapitalizmle birlikte ortaya çıkışı, tarihsel hakikat arayıcılığının ve özgürleşme yolculuğunun kadim serüveniyle bir ilişkisi yoktur.

Modern zamanlarda bireyin seçme ve tercih edebilme gücüne erişmesi her türlü köleliğe, imtiyazlar ve hiyerarşiler sistemine bir isyanı temsil eder. Ancak zamanımızın bireyi yorgundur, bugün insanın kendi seçimlerinde varoluşu için şartlar uygun olsa da bir çoğulluk kaosu karşısında takati yoktur. İnsan bugün bu yükü taşıyamaz haldedir, kendisi olmak ve kendini gerçekleştirmek isteği, giderek kaybolan ve etkisizleşen bireysellikten kaynaklanır. Kısaca insan bir kölelikten başka bir köleliğe, geleneksel otorite ve hiyerarşiler sultasından atomize olmuş tekillikler içinde modern nesneleştirici tüketim köleliğine geçiş yapmıştır sadece.

Nitekim öyle görünüyor ki, insanın yalnız kendisinde ya da kendisini bir şeylere adayarak var olma serüveni değişmeksizin devam ediyor. Mustarip bencil ruhlar Postmodern kabileler içinde hareket ederek dindirmektedir aidiyet ve anlam sancılarını. Zira insan pek yorgundur bu zamanlarda ve en çok ta ‘özne olma’ çabası yormuştur onu. Kendi paradoksu yormaktadır onu bir yandan, zira özne olarak tarih ve toplumun üstüne çıkan insan ironik bir şekilde yarattığı dünyanın nesnesi oluvermiştir. Metalaşmanın ve nesneleşmenin yeni zamanlarında “görünmek”le varolmaya çalışan yeni bir insan vardır artık karşımızda. Bugün “görünmek”, tarihin hiç bir zamanında olmadığı kadar değerli ve arzulanan bir şey olmuştur. Varoluş görünmeye indirgenmiş, lakin görmenin varlıkla irtibatı ve anlamı sendelemiştir. 

Bugün “görünerek var olmak” bazı kültürel örüntülerle birlikte en çok mahremiyet kavramını dönüştürdü. Mahremiyet, özünde varoluş isteğini güdüleyen ve ona sınır çeken bir kavram. Modern bireyleşmede insan kişisel özgürlük tecrübesi için dokunulmaz ve müdahil olunmaz bir mahremiyete ihtiyaç duymaktadır. Modernlik özgür birey için öncelikli olarak mahremiyeti kutsadı ve onun değersel, hukuki ve siyasal zeminini oluşturdu; ancak şimdilerde sosyal ağların bir öz-ifşa projesine dönüşen birey paradoksal biçimde mahremini kendi elleriyle ihlal ve imha etti. Sosyal ağlar yeni özgürleşme ve etkileşim alanı olarak bireyi ve tüm dünyasını siber aleme açmanın bir zemini haline geldi. Giderek yeni tekniklerle bizi içine çeken bu tecrübe geleneğin ve hafızanın bilinen bütün yapılarıyla birlikte modern mahremiyet algılarını da altüst etti.

İslami Görünürlüğün Siber Serüveni ve Seküler Dinsellik

İslami kültürün geleneksel yapılarda ve özellikle aile içinde geçen dini yaşam haritaları bütün manevi ve deruni bağlarından boşalarak İnstagram, Facebook ya da Youtube vb. ağlar üzerinden küresel tüketimin metalaştırıcı dinamiklerine teslim olmaktadır. Sosyal ağlarda var olmanın tek yolu olan paylaşım etkinliği yalnızca başörtüsü, türban, tesettür, seccade gibi dini simgelerle sınırlı kalmıyor, aslında yeni bir beden tasavvuru ve kozmetik algı da dindar kadın ve erkek bedenleri üzerinden meşrulaşıyor. Görünmenin cazibesi artık sadece giyim kuşamla ilgili dini sembolleri değil, bizatihi kadın ve erkeğin plastikleşen imaj ve bedenlerini de birer aksesuara dönüştürmektedir. İnstagram “story”leri bir bakıma rengarenk kalıplarla simüle edilmiş mutluluk anları oluşturmakta, “dünyevi dindarlığın” piyasa kültürüne nasıl bir iştahla kucak açtığını hikâye etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki İnstagram bir zamanlar kendi özel mekânında haremlik-selamlık gibi namahrem kodlu sınırlar çeken dindar imajının yerine artık yediğinden içtiğine, gezmesinden alışverişine, düğününden umresine içinden geçtiği bütün zamanları ve mekanları cümle alemle paylaşan yeni nesil muhafazakarın profilini resmediyor. Görünerek var olmak, geleneksel varoluşun mahremiyet hassasiyetli kodlarını çürütüyor.

İslami simgelerin sürekli gelişen ve yaygınlaşan sosyal ağlarda görünürlüğünün artışı bazılarına anlamlı ve cazip gelebilir. Hatta pekçok dini grup, cemaat ve kanaat önderinin bu kanalları teklifsiz bir hizmet, tebliğ aracı ya da en hafifinden İslami görünürlüğün yaygınlaşması için bir fırsat mecrası olarak görmesi olağandır. Sermayeyle ve küresel güçlerle ilişkisi içinde teknolojinin küresel sermayeden ve tüketimci popülist ideolojilerden bağımsız olmadığını bir kenara not edelim. Esasen burada “görünürlük imkanları içinde var olmayı” bir güç temsili ya da mesajın otantik iletimi olarak okumak teknolojiyle kurulan bağımlılık ilişkisini göremeyen bir yaklaşımdır. Basitçe ifade etmek gerekirse bu sürecin mantığında ve sisteminde inançların ve kültürlerin kendini ifade etmesinden ziyade küresel tüketim için bir nesneleşme ve araçsallaşma sözkonusudur. Hülasa post-hakikat çağında hakikatlerin de ancak birer piyasa argümanına dönüşerek yer aldığı bu siber alemde hikmetin, geleneğin ve kutsalın metalaşma ve nesneleşme dili içinde evrildiğini görmek şaşırtıcı değil.

Dini sistemin bütün tasavvur ve tahayyülü, anlam ve semboller hazinesi yeni sosyal ağlarda seküler sektörel organizasyonların kullanımına sunulmuş hazır materyal kaynağı gibi; öyle ki içinde geleneğin, manevi dinamiklerin ve dini sembollerin içkin olduğu bir evlilik müessesesi neredeyse bütün evreleri ve uzanımları görsel ritüellerle kalıplaşmış ve alenileşmiş bir instagram hikayesine dönüşebilmektedir. Popüler kültürün burjuva tüketim anlayışına dayalı dijital tezahürleri beklenen bir şey olmakla birlikte burada belki de tartışmaya yol açan şey daha çok kendini ifade ettiği değerler sistemi açısından yeni muhafazakâr muhitin neo-liberal kültürel iklimle kurduğu temastır.

Yeni Zamanların Öz-İfşacı Bireyi, Mahremin Yitimi

Yeni zamanların bilişim teknolojileri, siber alem ve sosyal ağları modern gözetim ve denetim mekanizmalarını devreden çıkardı, bugünün dijital müntesipleri yaşadıkları ve tecrübe ettikleri her bir ânı, hâli ve hareketi sergilemekten haz alıyor. Mahremiyet o kadar “aleniyet” haline geldi ki artık herhangi hegemonik bir gücün insanların kişisel bilgilerini edinmesi ya da ele geçirmesi için özel çaba sarfetmesine gerek kalmadı. Özelin öz-ifşası geleneksel mahremiyet tasavvurunu değer, tutum ve davranış boyutunda altüst etmiştir. Bugün artık kişisel mahremin, istiğna, hicab ve sakınmanın yerini alabildiğine teşhirle karışık bir şeffaflığın, sakınımsız bir görünürlüğün aldığını görüyoruz.

Yeni zamanların ağ sakinleri bütün ilgi, hayal ve yaşantılarını piyasanın kullanımına sınırsız bir şekilde sunuyor. Bugün artık kimse izlenip kayda girmekten, ifşa olup alenileşmekten herhangi bir kaygı duymuyor, aksine daha çok beğeni almama ve görünmeme kaygısı ağır basıyor. Yalnızlaştırıcı ve yabancılaştırıcı kentsel yaşamın bireyi giderek kendi özel alanına çekilmekte, aidiyetini bulduğu sanal ağlarda yeni sanal bir mahalle ya da muhitin inşasına çalışmaktadır. Yeni sosyal ağlar bireylere kendi ekranlarında müdahillik ve öznelik hissi içinde bazı inşalara izin veriyor. İnstagram örneğinde olduğu gibi bazı sosyal ağlar bir yandan sınıf farklarını gizlemenin imkansızlığını, diğer yandan ise her kesimden insanın bu mecrada yürüyebileceğini gösteriyor. Ancak her halükarda “pürüzsüz paketlenmiş mutluluk” temalı konseptler bile derinlerde yitip gitmeyecek bir huzursuzluğun tohumlarını saklıyor. Esasen sanal sosyal ağlarda yalnız ve yalnız plastik güzellikler paylaşım değeri ve beğenisi bulmakta, görünürlük kazanarak kamusallaşan yalanlar günlük hayat tasavvurunu yeni bir beden ve dünya anlayışı içinde tüketiyor.

Var-Olma Krizinde Mahremiyet ve Piyasa Karşılaşması

Bugün siber alemde dini ve geleneksel paradigmanın kerih gördüğü israfa dayalı gösterişli ve şatafatlı etkinlik düzenleme ile mahrem olanı ifşa eğilimi geleneksel doku ile dini tasavvuru sermaye ve tüketim kodlarına göre dönüştürmektedir. Burada geleneğin ve dini hayatın kendini zinde tutma ve değerlerini sürdürme için yenilenme ve değişime açık olma dinamizmi bundan başka bir şeydir. Muhafazakâr habitusu ve dindar muhiti içine alan cezbedici sosyal ağ görünürlüğü ise bütün kadim hakikat iddiaları ile birlikte dini olan her şeyin anlam ve değerini piyasa diline göre metalaşmaya açmaktadır. Sermayenin ve tüketimci neoliberalizmin rötuşladığı bir sosyal var oluş, her haliyle daha çok infak, itiyat, adalet, insaf, vicdan ve mahremiyet gibi değerleri askıya almayı öğütlüyor.

“Görünerek” var-olmak tarihin hiç bir döneminde şimdiki kadar imkan ve potansiyel bulmadı. Geçmişin muktedir tanrı-kralları azamet ve güçlerini her yerden görülebilen devasa yapılarla göstermeye çalışıyordu. Zamanımızın narsistik bireyi ise her platformda görünerek var oluyor. Bugünün bireyi görünmezlik ve mahrem ısrarı halinde ancak sosyal bir ölüden farksız hale gelmektedir. Görünürlüğün ve erişilebilirliğin kitleselleşmesi için teknolojik yazılımlar sürekli yenileniyor ve yaygınlaşıyor. Kişisel alanın gizliliği anlamında mahremiyetin anlamı da değişiyor. Geç modern zamanlarda mahremiyeti tehdit eden şey sistemin gözetim ve denetim araçları değil artık. Bugün esasen gizliliğin ihlali, ifşası veya teşhiri için herhangi bir sistematik zorlamaya gerek kalmamıştır. Bireyin bizzat kendisi kendi özelini aşikare kılmaktadır. Zamanımızın bireyi başka bir gücün zorlaması veya etkisi, denetimi veya gözetimine gerek kalmaksızın kendisi bir görünme ve beğenilme arzusuyla öz-ifşaya koşmaktadır.

Sosyal ağlarda hayat bazen anlık paylaşımlarla, duruma göre de önemli günler, buluşmalar, ziyaretler, geziler ve kutlamalar bağlamında yoğun paylaşımlarla sürekli canlı tutulmaktadır. Bir şatafat ve şamata içinde görkemli ve hareketli, pürüzsüz ve neşeli bir projeksiyonla plastik hayatlar kurulmaktadır. Gündelik hayatın bütün rutinleri aslında bir eğlence endüstrisinin ritimlerine göre şekillenmektedir. Bu çerçevede örneğin İnstagram tek başına bütün hikayesi içinde geleneğin nasıl görsel bir şenliğe ve seyirlik bir manzaraya dönüştüğünü temsil etmektedir. Hayatın bütün evrelerini ve anlarını görüntü pazarına çıkaran İnstagram, görünmek ve beğenilmek isteyen bütün müşterilerini kendi piyasasında birer hikâyeye dönüştürüyor. Muhafazakâr camianın babyshowerleri, bebek mevlütleri, kına, nişan, nikah ve düğün merasimlerini, şekle, şatafata ve gösterişe boğulmuş bir albeni içinde yansıtan İnstagram, kadınları ve erkekleri adeta küresel bir modanın ikamesinde araçsallaştırıyor. Sponsor firmaların teşvikleriyle bir pazar ortamına çekilen girişimciler israfın hiç dile getirilmediği lüks tüketimi mankenler ve benzeri moda argümanlarını alabildiğine kullanarak sahneye çıkmaktadırlar. Tekil bireyler açısından görünür olmanın cazibesi sürekli yeni fırsatlara kapı açmakta, neredeyse sıradan her etkinlik görsel bir sunumun parçası haline gelmektedir.

Geleneksel kültür ve kurumların sosyal medya bağımlılığına ve mahremiyetin bu amansız dönüşümüne karşı direnç göstermesi giderek zorlaşmakta, hatta kimi durumlarda ters tesirlere bile yol açmaktadır. Dini simgeler ve kodların bir gösteriş ve israf konsepti içinde tüketilmesi seküler siyasi ve dini söylemler için münbit bir malzeme oluşturmaktadır. Siber uzamda dini sembollerin tüketimi çoğu zaman seküler çevreler ile İslami camia arasında müşterek bir eleştiri konusu olabilmektedir. Eleştiride muhafazakâr camia daha çok helal-haram ve mahremiyet gibi dini sınırların aşınması üzerine yoğunlaşırken, seküler kritikler ise dindarlık ile lüks, gösteriş ve tüketim arasındaki çelişkiye dikkat çekmektedir. Her iki kesimin eleştiri ekseninde görünürlüğün bütün namahrem ve tüketimci  kodları özellikle kadınlar üzerinden öne çıkarılmaktadır. Bir başka deyişle ideolojiler çağında kadın nasıl değişimin temel bir figürü veya aktörü olarak görülmüşde, postmodern görünürlük çağında da kadın yine aynı rolün sahibi olarak temyüz etmektedir. Ancak inançların ve kültürlerin neoliberal tüketim dalgasında izafileştiği ve metalaştığı bir süreçte cinsiyetler üzerinden meseleyi açıklamaya çalışmak, hayatın yeni değişim rüzgarını gözardı etmek anlamına gelebilir. Burada özellikle kadını geleneksel rollerine ya da konumuna çağırmak muhafazakâr bir tepkisellikten öteye geçmiyor ve üstelik bu yaklaşım tüketim kültürünün bütün değerleri nesneleştirmesini de gölgeliyor.

Başta İnstagram olmak üzere yeni sosyal ağlar her şeyden önce bireylere kendi sayfalarını ve hayallerini inşa ve ifşa etme imkânı sunuyor. Bu imkân beraberinde aslında hiç bir zaman bir araya gelemeyecek çok sayıdaki insana konuşma, hitap etme ve şöhrete ulaşma gibi ihtimaller için pencere açıyor. Sosyal medyada görünür olmanın popülarite ve cazibesi her şeyden önce yeni kentsel bireyin post-human kültürüyle ilişkilidir.

Sanal dünya ile gerçeklik arasındaki farkların ve sınırların şeffaflaştığı bu alemde esasen işlevsel sanal bir hafızanın oluşumuna teslim olunmaktadır. Nitekim insanlar kendileriyle ilgili paylaşımların bir veri hafızası oluşturduklarının farkındadır, hatta bu hafızanın küresel tüketim çarklarına çalışan yapay bir hafızaya dönüştüğünü de bilmektedirler. Fakat benliğin bu yeni takdiminde dünya görüşü, insani ilişkiler haritası ve güvenlik algısı da değişmekte, nispeten istikrar arzeden yapılar ve değerlerin yerine yeni bireyci anlayışlar ve arayışlar geçmektedir.

Sözün özü, mahremiyeti daha çok “görünmezlik” ekseninde inşa eden bir medeniyet tasavvuru içinde “görünür” olma arzu ve pratiğinin temel bulması, kültürel hafızanın bütün değerleri içinde kendini yenileyerek geleceğe taşıma potansiyelini de ümidini de sarsmaktadır. Nihayetinde teknolojik yazılımların hayata müdahalesinden kaçamıyoruz, ama bu müdahale kendimiz ve hayat hakkındaki algılarımızda kaotik etkiler bırakıyor. Zamane nesiller yeni kamusal alanlar sayesinde benliği tatmine yönelik hayli eğlenceli bir yolculuğa çıkabiliyorlar artık; ancak bu serüvende sadece mahrem alanla ilgili algılar değil bir bütün olarak varlık ve dünya tasavvuru da tecrübesi de dönüşüyor.  

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,147 kez görüntülendi. 3 yorum yapıldı.