Başarı ve Kariyer Çağının Öğrencileri

29 Temmuz 2021

 

Her şeyin metalaştığı ve sanallaştığı bir dünyanın çocuğusun, çağın ruhu (direnenler istisna) sende temerküz etmiş durumda…

20’li yaşların öncesi ve sonrasını yaşamaktasın, tam da tekinliğin olmadığı çağlara tanıksın ve onu yaşamaktasın.

Kimilerinin çok ümit bağladıkları kimilerinin de kerhen sevecekleri ya da sever “miş” gibi yapacakları bir üniversiteye yerleşme süreci olan hedonik halini yaşamaktasın.

Kariyerin, diplomanın, iyi giyimin ve imajın, hızın ve hazın “İN” olduğu şahsiyet ve irfan sahibi olmanın “OUT” olduğu çağlara şahit olmaktasın.

Kaportadan daha sağlam bir motorun yani zihnin, bedenden daha önemli ve güçlü olması gerektiği bilincinin çok zayıf olduğu çağların çocuğusun. Kimlik yitiminin ve yetinmemenin, ağır başlı ve kanaat sahibi olmaya daha çok tercih edildiği “emsalsiz takasın” olduğu günleri ve çağları yaşamaktasın.

Çelik-çomak oynayarak, topaç çevirerek, misket oynayarak ve mahalle aralarında top çevirerek büyümedin SEN. Metin 2, Knigt Online, Lol, Counter Strike, Age of Empires gibi oyunlarla büyüdün sen. Ne ahşabın ne camın sesini duydun ne de onlara dokundun. Topraktan kopuk, camdan mavi ekran üzerinden büyüdün ve büyülendin SEN.

Tüm gün sokak veya mahallede farklı oyunlar oynayıp gurup vakti mahallede duvar üstlerinde oturup arkadaşlarınla son muhabbeti yapıp evinin yolunu tutma ve “akşam ezanından önce eve gir” talimatını yerine getirme durumunda da değildin.

Mahallede aklı başında “mahallenin abilerin veya amcaların” yoktu veya nasihat alacağın ya da kulağını çekecek büyüklerin de. Aslında bunlar talihli şeylerdir midir talihsiz midir? Bilmem. Bunun kararını sen vermelisin. Benim ise tarafım belli yaşadığım dönemden ve tanıklıklarımdan ötürü.

“Kanka, imaj, kariyer, sıkıntı yok, aynen-aynen öyle, o iş bende vs.” kelimeleriyle büyümekte olan ve ciddi kelime kısırlığı yaşayan bir kuşağın neslisin Sen…

Büyüklerin “Y” “Z” kuşağı derken seni tanımlayacak alfabede neredeyse harf bırakmadılar. Oysa seni tanımlamaya çalışırken içinde bulunduğun ve tanımlandığın bu vasatı onlar ekti. Sen masumdun. Aslında senin hiçbir suçunun ve dahlin olmadığı betondan konutları, ağaçsız ve kuşsuz sokakları onlar inşa etti.

Oysa onlar ne kadar da kötüydüler. Ağaçsız bir sokakta bir neslin büyümesine omuz vererek “kusursuz” bir cinayeti işlediler.

Tüm bu mahkûmiyetin içinde tahkim edilişin de yaptığın tercihler de aslında senin tercihlerin değil. Bu hiç de iyi olmayan durumun seninle alakası yok. “İrade” ve “tercih”in her geçen gün azaldığı bir çağ sunuldu. Sana büyüklerin tarafından. Sana düşen bu durumu yaşamak oldu. Sen, maruz ve mağdursun.

Tüm bunların içinde “kabullerle-dogmatikle” dolu adına ÜNİVERSİTE denen bir kuruma, yani Baudrillard’ın zikrettiği Lascaux mağarasına gidiyorsun. Başta “kariyer” ve “diploma” maksatlı inşa edilmiş bu meskenlerde yaşayacaksın. Seni çekmek için yayınlanan Üniversite kataloglarında ise gençlerin serpiştirildiği bol yeşillikli kampüslerin tanıtım broşürlerine rast geleceksin. İlmin ve bilginin yutulduğu, adeta koca bir deliğe dönmüş olan üniversite mekanlarının berbat algısına dahil edilmiş durumdasın. Belki de hayatının en büyük israflarını (para, zaman, duygu, akıl vs.) buralarda yapacaksın.

Bu mekanlarda böylesi hâller içinde adeta Platon’un mağarasında elleri kelepçelenmiş, ayakları prangalanmış ve yüzü mağara duvarına döndürülmüş kadim filozofun aciz varlıkları gibidir üniversite öğrencisi.

Tüm bu olan bitenler içinde Platon’un mağarasından daha derin, daha uzun ve daha büyük bir mağara olan üniversitede yaşayacaksın. Platon’un kahramanının prangalarından kurtulmasından ve yüzünü kapının arkasına çevirmesinden zordur içinde bulunduğun durum.

Sana düşen tüm bunlara razı olmak ya da kabullenmek değil. Büyük filozof Heidegger’in dediği gibi “var olmak, direnmektir” bilincinde olmaktır. Direnişini gerçekleştirdiğin zaman tıpkı “sen gözlerini kaybetmişsin, dostum” denilen prangalarını kıran ve mağarasından kurtulan adam gibi kınanacaksın, “cins, aykırı, tuhaf, geçimsiz, asosyal” gibi sıfatlarla anılacaksın.

Kariyer ve diplomanın önemsiz hatta bir HİÇ olduğunu düşündüğün ve söylediğin sürece “anlamsız” ve “anlaşılmaz” olarak görüleceksin.

S. Beckett, H. Cibran, Goethe, C. Meriç, Kafka, Baudrillard ve Şeriati gibi “varoluş” sancısı çeken adamları keşfettiğin zaman daha da “tuhaf” görüleceksin. Hocaların sana bunlardan bahsetmeyecek, arkadaşların ise isimlerini dahi duymayacak. Sen ise okudukça hem “onları” hem “varoluş” sancısını hem de “kendini” keşfedeceksin.

Arkadaşların için ders notlarını temin etmek, bu notları okuyup okuyup geçmek “esas ve hakiki” bir şey haline gelecek. Her geçen (boşa) bir yıl, bir “boru” veya “dosya” içinde verilen bir kağıdı elde etmeye ramak kalıp, kariyer yapma sürecine girmek esas olurken sen hala hayatı, varoluşunu ve şahsiyetini inşa etme derdine düşeceksin.

Rulo yapılmış diplomaların peşinde olanlar kafelerde bol geyikli, bol lakırdılı ve şamatalı günler geçirirken, sen her geçen günde “varoluş kalene” bir taş daha koymanın yükünü ve sancısını neticesi güzel olan bir güzelliği yaşayacaksın.

Çoğu arkadaşın “kızlı-erkekli” evlerde kalma telaşesinin içine düşerlerken sen ise kendi yonttuğun “ben”inle her gün baş başa olacaksın.

Ümidini hiç yitirmemelisin. Hayata tutunmak için sürekli kendin için yukarıdan tutunabileceğin ipler sarkıtmalısın.

“Üniversite hayatı”, “Üniversite şehri”, “Üniversite ortamı” ve “Üniversite arkadaşlığı” gibi kof, deyimsel hale gelmiş terkiplerle hiç oyalanma. “Üniversite şehri” diye nitelendirdikleri şehirlere ve üniversitelere bakıp buralarda kültürel ve akademik düzlemde hiç kimseyi hatta şahsiyet bile yetiştirilmediğini bizatihi göreceksin.

Okuduğun şehre gittiğinde yapacağın birkaç şey şunlar olmalıdır;

Kendine çok iyi bir kitapevi bulmalısın. Kastım (D&R, Nezih vb.) kitapta hiç indirim yapmayıp, lüks ve pahalı mekan inşa edip öğrenci yolan kitapevleri olmadığı gibi sinekli bakkalı andıran suratsız sahiplerinin olduğu kitap evleri de değil. Kitabı ve okuru seven, okurun en muhtaç varlık olduğunu bilen kitabevini ve kitapçıları bulmalısın. Bir bardak çay ikram etmeyi okuruna çok görmeyen kitapevlerinden bahsediyorum sana.

Kendine iyi bir kütüphane bulmalısın. Vize ve final zamanlarında asla oraya girme ve orada bulunma. Böylesi bir karar, hayatının en kötü kararlarından biri olur. O günlerde kütüphaneden itinayla uzak dur. Ben öyle yaptım. Çekinme sen de aynısını yapmalısın.

Kendine iyi bir arkadaş veya arkadaşlar bulmalısın. Okuduğun metinleri tartışacağın, mevzuları derinleştireceğin, taşları oynamış yerleştirmeye kararlı olan bilince sahip dostların olmalı. Seni bir okur olarak yeni kitaplara, yeni yazarlara ve farklı düşünürlere götürecek kitaplar yoldaşın olsun her daim.

Tercih ettiğin üniversitede önceliklerin kütüphane imkânı, sosyal ve bilimsel aktiviteleri ve hocalarının niteliği olsun. Daha önemlisi hocalarının niteliğini ve çalışmalarını göz önünde bulundurarak okuyacağın bölümünü tercih etmelisin. Kendine iyi bir üstad-hoca bulmalısın ki yol göstericin olsun. Hem kişiliğin hem de fikrin gelişsin. Oturup çay içip kalktığında yükünü iyi tutasın. (Kendi öğrencilik tecrübemde Erzurum’da Ali Utku’nun, Şahin Torun’un muhabbetlerinden çok yük almışımdır)

Kalacağın mekânda temiz insanlar olsun. Derdi ve fikri olan dostlar edin. Ev, yurt vs. önemli değil. Önemli olan sen ve birlikte olduğun dostlarındır. Üç şeyden uzak dur: gereksiz karşı cins ilişkilerden (evlilik mi tasa edinme bu meselede hayırlısını istemek sana düşen iş), televizyon-sosyal medya, zaman öldürücü mekân ve işlerden…

Okuyacağın 2 ya da 4 kusur yıl süreçte seni yetiştiren ortam üniversite ve dersler değil iyi bilesin. Seni asıl yetiştirecek olan şeyler, üniversite ve ders dışında yaptığın güzel şeylerdir.

Geçimi dert edinme “İlim yolunda olanın Allah yardımcısı olur. Parası da bereketli olur” hafife alma bu sözü. (Kayıt için Erzurum’a giderken otobüste tesadüfen yanımda oturan bir amcanın (Selahattin Bilgiç) nasihatiydi.) 4 yıl bu söylemi bizatihi hakikatiyle yaşadım. Gerektiğinde bir işte çalış ama çalışmak esas vazifen değil bilesin. Asıl vazifen, talebe olmaktır bilesin. Göreceksin ki arkadaşların çalışırken öğrenciliğini unutacaklar. Asıl işinin öğrencilik değil çalışmak olduğunu zanneden akranların olacak senin.

Tüm hocalarını hürmet ve dikkatle dinle. Ama aralarında öyleleri olacak ki onları dinlemek için iki kulak yetmez. Kulağın “üssünü” alıp mümkünse dört kulakla dinle bu tür hocalarını. Yani hem kulaklarınla hem de kalp ve beyninle yani hissinle ve fikrinle anlamaya çalış bu tür CİNS hocalarını.

Mevlana’nın hitabıyla sen “ibn-ul vakt”sın yani “vaktin oğlu” olduğunu unutma. Hayatta vaktin; televizyonundan, akıllı telefonundan, tabletinden, arkadaşlarından, kız–erkek arkadaşından hatta senden önemli olduğunu asla unutma. Çünkü vakit seni de bir değirmen misali öğütür. Vaktinin kıymetli olduğunu hatırla ve hatırlat. Bunu hatırlatmayı kendinden de insanlardan da bu konuda çekinme. Beyefendiliğini veya hanımefendiliğini itina ile inşa et.

Unutma ki sen bir “kul, evlat ve vatandaş” olarak varlık sürmekte olan bir halife-temsilsin. Yaratanına, ailene ve devletine hürmetsizlik etme. Irak yerlerdesin fakat bu durum seni annen ve babandan uzak kalmana yol açmasın. Onlar senin, paran bitince arayacağın, yalnızca para istemek için arayacağın kişiler değil. Senin için besledikleri hayalleri, ümitleri ve güzel dünyalar kuran ve üzerine titreyen büyüklerindir. Sen, onların bu hayal, ümit ve dünyalarına saygın bir biçimde yaşa. Her davranışın mahcup etmemek, hakkını vermek üzere olması gerektiği gibi her harcayacağın para da anne-babanın ve kardeşlerinin rızkı olduğunu asla unutma.

Evet, çok arkadaşın olacak ilk başlarda. Ama okulunun sonlarına doğru elinde yalnızca birkaç dost kalacak bilesin. Ne “asalak ol” ne yanındaki arkadaşların “asalaklaşmasına” müsaade et. En iyi dostun kitap olsun. Bilesin ki onlar çok fedakâr ve vefakârdır. Kendileri de senden fedakârlık ve vefakârlık bekler. Uykundan, yiyeceğinden-giyeceğinden (para) kısıp onlara vermelisin. Ama bilesin ki onlar asla sana nankörlük ve vefasızlık etmezler. Hayatın her anında ve ötesinde bu “yatırımlarının” karşılığını bizatihi göreceksin.

İçinde bulunduğun sürecin içinde yerleşik kabulleri yıkmak vazifen olsun. Akranların akıllı telefonsuz, sosyal medyasız, paylaşımsız (sanal), cafesiz yaşayamazken sen bunlarsız yaşanabileceğin ispatı olmalısın. Senin mekânın; tanesi 3-5 liradan satılan çayların, 7-10 liradan satılan kahvelerin satıldığı cafeler olmasın. Mekanın; çayın 1-2 liraya, kahvenin de 2-3 liraya satıldığı çay ocakları olsun. Orada eli nasırlı, hâlâ yüzü toprak kokan adamlar vardır. Halkına yabancılaşma! Halkının senin kaderin olduğunu asla unutma.

“Hayret”in hiç bitmesin. “Hayret”in seni seyahate sürüklesin. Ülkenin şehir ve beldelerini usanmadan ve yorulmadan gez dolaş. Gezdiğin her toprak parçasının ve gördüğün her insanın mevcut gerçekliğin ve istikbalinin hakikati olduğunu unutma.

İnsan olarak yalnızca milletini ve ülkeni bilmekle mesul olmadığını diğer milletleri ve ülkeleri bilmekle de mesul olduğunu bilmelisin. Tıpkı okumaların da Yunus’u da ve Goethe’yi de bilmekle mesul olduğun gibi Asya’yı da, Avrupa’yı da ve Afrika’yı da bilmekle mesulsün. Bir Doğu’dan (Arapça, Farsça, Çince, Rusça vs.) bir Batı’dan (İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca vs) olmak üzere en az iki dil öğrenmeye gayret et.

Bol yürüyüş yap, dağa-kıra bayıra çık, kendi başına olmaktan usanma ve utanma…

Yukarıda bahsettiğim cümlelere maruz kaldın. Kusura bakma. Bu saatten sonra ne mazeretin ne de maruzatın artık yok. Hem kendine kuracağın dünyada hem de insanlığın var olacak dünyasında artık bir mimarsın, BİLESİN.

Özetle yersiz yere bir gurura kapılma ve işin veya işlerin nihayete erdiğine dair düşünce edinmenin vakti değil. Asıl iş, bu saatten sonra başlamaktadır.

Bilesin ki NASIL BAŞLARSAN ÖYLE BİTER.

Not. Bu yazı 1 Ağustos 2019 tarihinde kaleme alınmıştır.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 2,611 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.