“Amerika yanıyor” ya, hani her şeyden vazgeçtim, sırf o bakımdan Türkiye’de de nur topu gibi bir “göçmen sefaleti” doğduğunu söylemek abartı mı olur?
Göçmenlere yönelik tansiyon ülkemizde de adım adım yükseliyor. Hem göçmen hem sefalet içinde hem de iteklenen, diş gıcırtılı bir basınca maruz kitle büyüyor. Bu kitle üzerinde biriken sosyal stres, bir faylanmaya gebe.
Pandemi de ateşi çoktan 40 derece işletmeler dünyasını işçi çıkarmaya itmek suretiyle, dün “işli-güçlü” görünen “dar gelirli”leri işsizler piyasasına sürgün etti. Sosyal yardımlara akan vanalar ne kadar açık tutulabilir? Açık tutulsa bile “kuraklık” bu şebekeye yardım basan barajları kurutmak üzere. Musluklar her an tıslamaya başlayabilir.
“Türkiye’de Zenci yok” ama, alın yazısı haline gelince “kara yazı”nın tonu her yerde zifir... Üstelik, ABD, ayaklanmayı bir “Zenci yıkıcılığı” gibi lanse etmeye teşne olsa da Amerika’yı yakan ayaklanma dalgası içinde beyaz Amerikalıların küçümsenmeyecek bir oran oluşturduğu anlaşılıyor. Derilerinin rengi beyaz, ama Amerika’nın alınlarına yazdığı “kara yazı”.
ABD'deki protestoların nereye evrileceği belirsizliğini koruyor. Bildiğimiz "made in USA" fil zarafeti, başka ülkelerdeki protestoları kanla, kitlesel kıyım ve ağır işkencelerle bastırmak konusunda dünyanın bir numarasıdır. Buna, Filistin'deki İsrail vahşeti, Mısır'daki darbe vahşeti, Şah İran'ının devrimi bastırma vahşeti... de dahildir; çünkü bunlar "made in USA" politikalardır; piyonları ve vezirleri yerli olsa da bu satrançlarda Şah, daima ABD olmuştur.
Hepimiz ABD'de "işlerin rutin seyri" varsayımıyla protestolar çok daha büyük boyuta ulaşacak olsa bile ABD'nin kendi topraklarında da aynı zarafeti icra etmekten kaçınmayacağı öngörüsünde bulunmağa yatkınız. Bu sefer "işlerin rutin seyri"nin dışına taşabilme ihtimaline şans tanıyacak kadar güncel durumu kavrayabilen kaç kişi çıkar?
Amerika’daki yangın Avrupa’ya sıçrarken rüzgârı dileyelim ki bizim ormanlara kıvılcım atmasın. Bununla birlikte “Allah korusun” dileği, sosyal kuraklığı sulamaya yetmiyor. Olaylar şimdiden Avrupa'nın en vahşi ırkçı rejimlerinden Fransa'ya sıçramış görünüyor, ancak bununla kalmayabilir ve başka ırkçılığın yükseldiği başka Avrupa ülkelerinde de benzer protestolar patlayabilir.
Ya Türkiye?
Türkiye'nin yumuşak karnında –Suriye'liler dense de, başka kökenlilierin de azımsanmayacak bir oran oluşturduğu– küresel göçmenler önemli bir balon oluşturuyor. Fakat pandemi sürecinde işletmeleri kasıp kavuran şartlardan kaynaklanan işten çıkarmaların işsizler kitlesini kalıcı olarak büyütmeye devam etmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Bakan Albayrak herhalde bu yüzden olsa gerek “bütçe dengesini değil istihdamı korumak”tan söz etti. Buna ilaveten avutucu sosyal yardımların sürdürülebilir olmaktan çıkması ihtimali, hem "yoksullar balonu"nu büyütmeye devam edebilir, hem de bu kesimde basıncın giderek artmasına yol açma riski barındırıyor. Yoksulluğun kentlerdeki Kürd ve Alevi nüfuslar arasındaki derinleşme ivmesi de ciddiye alınması gereken başka bir parametredir.
Bunlara ilaveten Türkiye'de orta sınıflarda artan siyasî yabancılaşmanın da ciddiye alınması gerekiyor. Türkiye, henüz sakin, fakat kuraklığın artması ve kıvılcım riski ormanları tehdit eder, bilirsiniz. Bu takdirde, "made in USA" stratejilere güvenmek çok yanıltıcı olacaktır.
Türkiye, orta sınıflardaki siyasi yabancılaşma krizini kolay çözecekmiş gibi görünmüyor. Buna karşılık sosyal kuraklığın kavurduğu nüfusların rehabilitasyonu çok hayati bir hal almış durumda. Dolayısıyla Türkiye, hızla Afganistan, Irak, Suriye... kökenli “küresel göçmenler” ve kendi yoksullarımız ile ilgili ciddi ve acil bir eko/sosyal paket hazırlayarak uygulamaya koymalı ve çok daha önemlisi bu tedbirleri çok ikna edici bir dille bu kitlelere anlatmalı. Dalgalar yükselmeden!
Yeni yorum ekle