İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan “kapsamlı bir eğitim-öğretim reformu yapmamız gerekiyor” tespitinde bulundu. Medeniyet tasavvurumuza sahip nesiller yetiştirmek, kültürel iktidarı tesis etmek gibi vurgularıyla konuşma, Cumhurbaşkanı’nın daha önce de değişik vesilelerle dile getirdiği “eğitim, kültür alanında başarısızız” tespitinin devamı niteliğindeydi. Belirtilen alanlarda kapsamlı reformlara muhtaç oluşumuz herkesçe kabul gördüğüne göre mevzuya dikkatle bakmamız gerekiyor. Çünkü bu tespit aslında yakından bakıldığında alana ilişkin bir itiraf, itham ve çağrı aynı zamanda. O halde tespitin içerisinde yer aldığı söylemin mimarisini de gözeterek “reform” talebimizin neye karşılık geldiğini netleştirmek durumundayız.
Reform ihtiyacımızda problem nedir?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşması açıkçası dile gelen ve gelmeyen önermeleriyle o kadar sorunlu, çelişik ve izaha muhtaçtı ki nereden başlayacağımı bilemiyorum. Öncelikle kapsamlı bir reforma muhtaçlığımızın gerekçesi nedir? Neden muhtacız? Arzu ettiğimiz insanı yetiştirmediğimiz ve beklediğimiz başarıyı gerçekleştiremediğimiz için. Peki, bunun gerekçeleri nedir? Arzu ettiğimiz insanı niçin yetiştiremiyoruz? Beklediğimiz başarının gerçekleşmemesinin önündeki engeller nedir? Yönetim zafiyeti mi var? Kadrolar mı yetersiz? Organizasyon mu problemli? Kullandığımız araçlarda mı sıkıntı var? Yaşadığımız problem, paradigma problemli mi? Araç-amaç denklemimizde mi yanlışlık var? Eğitim felsefemiz var da yanlış araç mı seçiyoruz? İnanmışlık/adanmışlık problemimizden mi kaynaklanıyor problem? Problemin ne olduğuna ilişkin soruları uzatmak mümkün. Bu babda yeterli fikir veriyor sıraladığım sorular.
Reforma ihtiyacımız olduğunu nasıl tespit ettik?
Gelelim mevzunun başka bir boyutuna. Tespit ettiğimiz problemin gerekçelerinin ne olduğunu nasıl tespit ettik? Problemimizin gerekçesinin yürürlükteki eğitim paradigmasından kaynaklandığını veya kaynaklanmadığını nasıl, ne zaman, ne şekilde tespit ettik? Yaşadığımız problemin gerekçesinin şu değil de bu olduğunun meşru, makul, mantıklı bir tespiti var mı? Böyle bir tespitin yapılabilmesi için ülkemiz sathında ilgili olanların görebileceği bir arayış var mı? Eğitim-öğretim, kültür alanında yürütülecek gündelik etkinlikler dışında işin ne olması/nasıl olması gerektiğine ilişkin ontolojik bir arayışın, bir gayretin, bir tartışmanın olduğunu gören, duyan var mı? Eğitim-öğretim alanında dişe gelir istikrarlı bir tane periyodik yayının bulunmadığı ülkemizde eğitim kavrayışının ve dolayısıyla tartışmasının bir takım klişelerle/ezberlerle yürütüldüğü gerçeğini dikkate aldığımızda reform söylencesinin bir anlamı olabilir mi? Böyle bir vasatta yapılacağı söylenen hatta vaat edilen köklü, bütüncül, sistemik dönüşümlerin gerekçelerinin açık, net, anlaşılır ve kabul edilebilir olması anlamlı bir kamu politikasının olmazsa olmazı değil mi? vb.
Reforma muhtaç oluşumuzun müsebbipleri kimlerdir?
Devam edelim. Kapsamlı bir reforma muhtaçlığımız açık ve söz konusu alanda başarısız isek o zaman bu başarısızlığımızın nedenleri içinde başarısızlığın müsebbiplerini de saymamız gerekmez mi? Değişik vesilelerle dile gelen bu başarısızlığın müsebbibi kimdir/kimlerdir? Niye başarısızdırlar? Başarısızlar ise bu başarısızlık nedeniyle ne tür bir faturayla karşı karşıya bırakılmışlardır? Örneğin bu başarısızlığın müsebbibi Milli Eğitim Bakanı mıdır? MEB’in merkez teşkilatı mıdır? Bakan yardımcıları, genel müdürler midir? Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi içinde oluşturduğumuz “eğitim ve öğretim politikaları kurulu”nun payına bir şey düşüyor mu? YÖK, üniversiteler? Başarısızlığımızda sorumlu olanlar içinde bunlar var ise sorumluluklarını neden yerine getirmediler ve yerine getirmedikleri için yukarıda belirttiğim gibi ne tür bir karşılık gördüler? Özellikle MEB’de sorumluluk üstlenen bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler vs. ortada kabul edilmesi mümkün olmayan başarısızlık var ise bu başarısızlığın bedelini nasıl ödediler? Tenzil-i rütbeye mi uğradılar yoksa daha üst makamlarla taltif mi edildiler?
Bu sistem baştanbaşa değişecekse ne yapıyoruz şu an?
Bağlantılı diğer bir husus da bu tespitin kamusal işleyişimizin nasıl olduğuna dair önümüze getirdiği vahim tablo. Sayın Cumhurbaşkanı bu tesbiti yapıncaya kadar başarısız olduğumuz gerçeğini niye kimse dile getirmedi? Eğitim ve öğretim politikaları kurulu bu tespitin neresinde? Milli Eğitim Bakanlığı ve bakanı bu tespite ne diyorlar veya bu tespitin neye karşılık geldiğini düşünüyorlar? Bu tespitin yürüttüğümüz sisteme yansıması nedir? Tespite katılıyorlarsa sistemin baştanbaşa değişmesi gerekiyor. Sistem baştanbaşa değişecekse niye şu ana kadar kararlılıkla değişmeyecekmiş izlenimi uyandırıldı? Değiştirilecekse bu nasıl olacak? Ne içerikte olacak? vs. Başarısız isek ve dolayısıyla başarısız bir sistemimiz mevcut ise o zaman küresel salgın nedeniyle içinden geçtiğimiz şu olağanüstü koşullarda bu ülkeyi başarısız ve beklentileri karşılamayan bir sisteme dahil etmek için uygulanan fiziksel, psikolojik markajın anlamı nedir?
Reforma ihtiyacımız var reform tespiti değil!
2018 Ekim ayında gerçekleştirilen 2023 Eğitimi Vizyon Belgesi’nin tanıtım toplantısında Sayın Cumhurbaşkanı çok benzer bir konuşmayla bize arzu etiklerimiz için 2023’ü göstermişti. Şimdi de benzer bir tarzda 2053’ü gösteriyor. Türkiye’nin kıskançlıkla, titizlikle geleceği üzerine titremesi gerekirken maalesef elbirliğiyle “geleceği eskitiyoruz”. Daha önce dile gelen benzer tespitlerde de önemli olanın tespit olmadığını bu tespiti nasıl gerekçelendirdiğimizin, hangi yaklaşımdan hareket ettiğimizin ve gerçekleşmesini arzu ettiğimiz iyi/güzel sonuçların ne olduğundan ziyade süreç sistematiğimizin nasıl yapılandırıldığının hayati önem arz ettiğini dile getirmiştim. “Kapsamlı bir reforma ihtiyacımız var” cümlesi hiç şüphesiz doğru, yerinde bir cümledir. Bu ülkede bu cümlenin Cumhurbaşkanı gibi en etkili ve yetkili makamca dile gelmesi de ayrıca çok önemlidir. Ancak problem şu ki; reforma ihtiyacımızın olduğunun tespiti kendi başına ne reform anlamına geliyor ne de çok önemli ve bilinmeyen bir buluşa işaret ediyor. Hepimiz biliyoruz ki hayatımızın pek çok alanında olduğu gibi eğitim alanında da yapısal dönüşümlere ihtiyacımız var. Yine hepimiz biliyoruz ki pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da mevcut, işlevsiz ve sürdürülmesi anlamsızdır. Hele hele “kapsamlı bir reforma ihtiyacımız var” tespiti ülkemizde olduğu gibi belirli aralıklarla yürütmenin başındaki kişi tarafından dile geliyor ve etkili yetkili tüm kurum ve kişiler bu tespitten hareketle pozisyon alıyorlarsa burada çok daha kapsamlı ve çok daha acil reformlara muhtaç olduğumuz izahtan varestedir. Bu mevzuda esas kritik nokta, esas hayati önemde olan husus budur.
Düzen değişmezse sonuç değişmez!
Başarısızlık tespitine gösterdiğimiz coşkulu onama kadar bu tespit tarzına ve bu coşkulu onamamıza da hayret etmemiz gerekiyor. Eğitimdeki başarısızlığımızdan ziyade eğitimdeki başarısızlığımızı hal yoluna koymaya çalışan bu tarza odaklanmamız gerekiyor. Bu tarz değişmediği müddetçe 2053’te de, 2071’de de aynı sonuçlarla hayal kırıklığına uğramaya devam edeceğiz. Değişmesi gereken şeyleri değiştirmediğiniz sürece memnun olmadığınız sonuçları gönlünüzden geçen iyi ve güzel temennilerle değiştirebileceğinizi düşünmek neden bahsettiğinizi, bahsettiğiniz şeyin neye karşılık geldiğini bilmemektir.
Eğitim-öğretim kavrayışının günümüz dünyasının mahiyeti ve alanın gerçekliğinden bağımsız şekilde bir takım ezberlerle, eğitimi cendereye alan bir takım klişelerle ve bağlamdan bağımsız temennilerle şekillendiği bir vasatta eğitimde başarısız olmamızın, kapsamlı bir reforma muhtaç oluşumuzun sürpriz olmayacağı açıktır. Küresel ölçekte varlığı devam eden eğitim-öğretim sisteminin ekonomik, sosyal, siyasal, teknolojik ve felsefi anlamda varoluş koşulları büsbütün değişmiştir. Bugünkü sistem, layıkıyla defni gerçekleşmediği için hayatımıza musallat olan bir hayalettir. Toplumsal ilişkilerin, kültürel aktarımın, sosyalleşme biçiminin giderek başkalaştığı hatta çözüldüğü bir süreçte varoluş stratejisini devlet tekelinde yürütülecek bir takım resmi çözümlere bağlamak, hele hele bunun merkez üssünün cenazesi kaldırılmadığı için canlı muamelesi yapılan bu zorunlu-kitlesel eğitim formu olduğunu düşünmek yaşadıklarından ders almamak, kendi varlığına, geleceğine kast etmektir. Bu bağlamda kültürel iktidar, medeniyet tasavvuru olan nesiller vs. gibi ifadeler bir arzunun ifadesi olarak anlamsız değiller elbette. Ancak bu arzunun hangi zaman diliminde ve hangi mekânsal ilişki ağında neden hayata geçmediği, içeriklerinin ne olduğu, hangi temsillerle ete kemiğe büründükleri, hangi araçlarla nasıl gerçekleşecekleri gibi pek çok başlıkta soru(n)larla yüzleşmeyi gerektiriyorlar. Bir reform söylencesi içinde hayat sürdürüyor oluşumuzun en önemli nedenlerinden birisi de zaten yüzleşilmesi gereken onca soruyla, sorunla yüzleşmememiz hatta o soruların, sorunların varlığından bile haberdar olmayışımız değil mi? Gerçekten haberdar olsaydık reform söyleminde bu kadar cesur olabilir miydik?
Yeni yorum ekle