Bakan Nebati “bu sistemde dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar, çarklar dönüyor” demiş. Birkaç gün önce yine benzer şekilde “Türkiye'nin, böylesine bir başarıyı sürekli hale getirmesini ülkeler merak ediyorlar, biz de anlatıyoruz” açıklamasını yapmıştı. Bakanın açıklamasından anladığımıza göre ekonomide sürekli hâle gelen bir başarımız ve istisnaları hariç tutulduğunda herkesin kazancına kazanç kattığı bir ekonomik gerçekliğimiz var. Bizim görmediğimiz ancak bakanın hem ülke dışından hem içerden referanslarla belirttiği durumu anlaşılacak bir kıvama getirebilmemiz için epey bir mesai harcamamız gerekiyor. Bakanın daha doğrusu hükümetin söylemi ile yaşadığımız hayat arasında örtüşmeyen, birbirine değmeyen bir bağlantısızlık var.
Açık konuşmak gerekirse hepimizi birbirimiz üzerinde denetleyici kılan ölçü(t)den yoksun durumdayız. Birbirimizi denetleyebileceğimiz, eleştirebileceğimiz ortak zemini yitirdiğimiz için 2022’nin Türkiyesi postmodern bir cangıl yerine dönüşmüş durumda. Ne söyleseniz gideri var, ne yapsanız problem oluşturmuyor. Ağzınızdan çıkan sözü kulağınızın duyması gerekmiyor. Bin düşünüp bir konuşmanıza da gerek yok. Bunlar ancak edilen sözün, yapılan işin hesabının sorulduğu yerde olabilecek lüksler. O yüzden kamusal vaziyetimiz setsiz, engelsiz, sınırsız. Ne had var ne hudut! Ne ölçü var ne tartı!
Bakan “çarklar dönüyor”, dar gelirliler hariç herkes kazanıyor diyor. Çarklar dönüyor, herkes kazanıyor dediğinize göre bu çarkların dişlileri arasında “istisna” tutulanların kimler olduğunu iyi biliyorsunuz, iyi bildiğiniz için tercihler içinden kaybedeni dar gelirliler olan bir tercihte bulunuyorsunuz demektir. Bakanın açıklaması bu açıdan çok önemli. Hele hele bizim gibi siyasetin aldığı kararları bir tür tarihsel zorunluluk, ideolojik-politik hakikat, alternatifi düşünülemeyen yegane seçenek olarak gören, böyle değerlendiren fanatik konumlanış temel varoluş biçimi olarak öne çıkıyorsa bu açıdan daha önem arz ediyor. Tekrar edelim, dar gelirliler dışında herkesin kazançlı çıktığı bir sistem tercih ediliyorsa ekonomik bölüşümün başka türlü olabileceği seçeneklerin de varlığı kabul ediliyor. Şunun altını çizelim: şüphesiz her karar bir tercihtir ve her karar belirli koşullar içerisinde alınıyor. Marks’ın "insanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar” tespitinde yetkinlikle belirttiği gibi. Elbette şartların getirdiği zorunluluklar var. Şartları seçemiyorsunuz ancak bu seçtiğiniz, uyguladığınız politikanın mecbur olduğunuz tek politika olduğu anlamına gelmiyor. Pek çok olası politika içinden bambaşka istisnalar gözetilerek, bambaşka öncelikler belirlenerek tercihlerde bulunulabilinir. Carl Schmitt’in “egemen istisnaya karar verendir” tesbitini bu alana da teşmil etmek gayet mümkün. Bu açıdan bakıldığında Nebati’nin sözleri tarihi öneme sahiptir. Sözlerin büyük ve derin olmasından kaynaklanmıyor tarihi öneme sahip oluşları. Gözümüzün önünde sahnelenen dava/mücadele müsameresini açık ettiği, itiraf ettiği için sözlerin tarihi anlamı var. Politik söyleminizde pornografik şekilde dar gelirlilerle dayanışma edebiyatı yapıp yine bu insanların duygu ve inanç kodlarına referansta bulunuyorsanız, varlığınızın ve mücadelenizin anlamının ve öneminin buradan geldiğini ve bunun için olduğunu iddia edip uyguladığınız ekonomi-politiğin tek kaybedeninin dar gelirliler olduğunu belirtiyorsanız söylediğiniz sözleri tarihi önemde görmeyip ne yapacağız? Size rağmen, sizin itiraflarınıza rağmen uygulayageldiğiniz ekonomi-politikte medeniyet hamlesi görenlerin sınır tanımayan sürreal tevilleri bile bu sözlerin altından kalkamaz, bu sözleri görmezden gelemez. Evet, bu ekonomi-politiğin kaybedenleri dar gelirliler ve dar gelirliler bedel ödemekten başka, istismar edilmekten başka bu oyunda yer bulamıyorlar malesef.
Bakanın sözleri üzerinden meseleyi biraz daha açalım. Bakanın söylemindeki dar gelirliler haricindeki herkes lafı bakılmayı hak ediyor. Bu kısmın dikkat gerektirdiği çok açık çünkü netleştirilmesi gerekiyor. Dar gelirlilerimizin sınır hattının nerede başladığını açık edersek mesele açıklığa kavuşmuş olur. Görünen o ki Türkiye’de toplumun çok büyük kesimleri fakirlik adasına kapatılmış durumda. İşsizler, asgari ücretliler, devlet memurlarının kahir ekseriyeti, küçük esnaflar vs. hepsi görebildiğimiz kadarıyla paylarına düşen ve her gün biraz daha derinleşen dar gelirliliğin girdabında biraz daha dar gelirlileşiyor. Bunların dışında kalan herkes kazançlı diyor sayın bakan. Herkes lafı ilk duyulduğunda çok geniş ve kapsayıcı duruyor. Hatta bu yüzden de sevimli geliyor, insanı umutlu kılıyor. Herkes kazançlı olduğuna göre varsın azıcık bir kısım da kazanmasın ne olacak? Bakanın söylem mimarisi farklı bir intiba bırakıyor yaşadığımız hayat bambaşka bir gerçeklikle bizi sınavdan geçiriyor. Bir dil oyunu var karşımızda. Ne kadar bilinçli kullanılmış emin değilim. Freud’dan hareketle bir dil sürçmesi değil beyin sürçmesiyle karşı karşıyayız diyelim. Gizlemeye çalışırken, gizlenmiş, bastırılmış olanın açığa çıkması bakanın itirafı. Herkes kazançlı çıkıyor dar gelirliler istisna dediğinizde istisna kelimesinin kendisi sınırlı, küçük, az gibi çağrışımlarda bulunuyor. Burada o yüzden durmamız gerekiyor. Kaybeden küçük, az, sınırlı dar gelirlinin karşısında kazanan HERKES’in kim olduğuna bakmamız lazım.
Kim bu kazanan HERKES? Ülke nüfusumuz belli olduğuna göre istisna tutulan dar gelirlileri herkesten çıkarırsak kazananları bulmamız mümkün olur. Basit matematiksel işlem de bunu gerektiriyor. O halde dört milyon resmi işsizi, ülkemizin çalışan işgücünün yarısından fazlasını oluşturan asgari ücretlileri, her gün biraz daha asgari ücretlilerle araları kapanan kamu çalışanlarını, asgari ücretin altında geliri olan milyonlarca emekliyi, zar zor ayakta durmaya çabalayan küçük esnafı ve bunların aile efradını toplayıp herkesten çıkardığımızda geriye kalanlar kazançlı HERKES bulmuş oluyoruz. Söylem ve gerçeklik bu!
Bu tarz bir söylemde, laf ola beri gele kabilinde olan bu dil oyununda karşımızda şekil şartları karşılanmış bir yapı var. Ancak bu yapıda ağırlığı olan bir anlam var mı, bir ciddiyet var mı ondan emin değilim. Daha da kötüsü Türkiye anlamı olan, ciddiyeti olan söylemi istiyor mu, bunun için bir çabası var mı ondan da pek emin değilim.
Türkiye bir sorumsuzluk cenneti. Fantezi peşinde koşarak, öylesine konuşarak, “bizim işler olsun da varsın memleket yansın” kayıtsızlığı içinde gideceğimiz yer ancak burası ancak böyle bir yer oluyor. Sistem bu şekilde yapılandırılmış ve olası rakiplerini içerip başkalaştırmakta, mankurtlaştırmakta, posasını çıkarıp karikatürleştirmekte çok mahir. Posasını çıkarmakla kalmıyor aynı zamanda aidiyetlerini, ilke, inanç ve değerlerini de bu insanlarla birlikte beş paralık edip güvenilmez kılıyor. Kendi elinizle sizi itibarsızlaştırıyor, inanç ve değerlerinizi yüzüne bakılmaz hale getiriyor. Velhasıl iddiaları üzerinden sınanmışlar ve vurulmuşlar cenneti bir kez daha Türkiye. Böyle olunca bakanın sözlerine söylenecek bir şey kalmıyor. İstisnası toplumun tamamı olan politikalar karşısında meseleleri bir reotik sorunu olarak gören, kamu politikalarını bir tür şapkadan tavşan çıkarma ilüzyonuna dönüştüren ve malesef ideolojik-politik yakınlık uğruna odaya sığmayan fili görmezden gelen, ilke ve değerlere sadakatten ziyade duygusal reaksiyonlarla statükoyu meşrulaştıranlar anlamlı bir itirazı, eleştiriyi imkansız kılarken bakanın sözlerine ne diyeceğiz, nasıl diyeceğiz? Bu ilişki ağında toplumun iradesini, hassasiyetlerini korumak ve özenle büyütmek yerine bunları araçsallaştıranlar, manipüle edenler, küçücük menfaatleri için yağmalayanlar eliyle toplum çürümenin anaforunda savrulurken bakana ne diyeceğiz? Daha önce benzerlerini defaatle duyduğumuz bu sözleri yakalayacak, ölçüye vurup tartacak mekanizmalarından yoksun durumdayız. Bu yüzden bu sözler rahat söyleniyor, bu yüzden bu sözler maliyet doğurmuyor. Tersine sözlerin istisnası sayılanlar güzel şeyler duyduklarını düşünüyorlar. Böyle olunca şüphesiz dar gelirliler haricinde herkesin kazandığı bir ekonomi-politiğimizin olması sürpriz değil, anlamsız değil. Ülkenin neredeyse tamamını kapsayan kaybeden dar gelirlileri istisna tutarsak bir avuç zenginimiz olan HERKES’in kazandığı bir sistemimiz var. HERKES mutlu, HERKES için çalışanlar mutlu.
Yeni yorum ekle