Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, İslam Düşünce Enstitüsü'nün (İDE) "Nehri Yeniden Akıtmak" isimli kapanış konferansında ve mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada
“eğer Türkiye Yüzyılı inşa edeceksek, sivil toplumdan akademiye kadar her alanda yeni bir inşa süreci başlatmak gerektiğine inanıyorum. Bu inşanın da hem medeniyetimizin hem tarihimizin hem kültürümüzün referans değerleriyle beslenmesi gerektiğine inanıyorum"
diye konuştu. Bu içerikten hareketle birkaç hususun altını çizmekte fayda görüyorum. Gerçi epey bir süredir takılı plak gibi aynı şeyleri tekrar etmek gibi sevimsiz bir işin içindeyiz. Ya yürürlükteki düzen çok dirençli veyahut bizim konuşmalarımız çok tesirsiz. Veyahut ikisi birden.
Gelelim yeni bakanın tespitlerine. Öncelikle tespit edeceğimiz husus; mevcut eğitim-öğretim faaliyetimizin beklentilerimizi karşılayacak bir inşa için uygun olmadığı gerçeğidir. İkincisi hayatın tüm alanlarında yürütülmesi gereken bu inşa zannedildiği gibi bürokratik bir işlem gibi gerçekleştirilemez. Hayatın tüm alanlarında tüm bileşenlerden gelecek katkı can alıcı önemde. Üçüncüsü inşanın tarihsel-toplumsal gerçekliğimizi dikkate alan bir nitelikte olması gerektiği gerçeğidir.
Bu temel hususların tümünde sayın bakanın tespitine katılmamak mümkün değil. Nitekim yazılarımın pek çoğunda bu tespitleri sayısız kez dile getirmeye çalıştım. Şimdi bu kritik eşikte sayın bakan alana ilişkin bize bir perspektif sunuyor adeta atılacak ilk adımlarda neye dikkat etmemiz gerektiğini paylaşıyor. Bu paylaşımı tarihi bir tespit ve itiraf olarak kaydedelim ve önümüzdeki on yıllarda bir daha bu tarz tarihi tespit ve itiraflarla karşılaşmamak için şunun altını çizelim: 21 yıllık kesintisiz bir iktidarın devamında bu içerikteki bir konuşma yapılabilir mi? Bu basit soruyu kayıtlara geçmek üzere kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum. Ne yaptık şimdiye kadar? Niye böyle yaptık? Şimdi neyi, niçin ve nasıl değiştireceğiz?
Birbirimizin gönlünü hoş etmek için ara sıra gerçeklere, doğru tespitlere dokunup ardından yürürlükteki düzeni aynı şekilde sürdürmekten vazgeçmeyeceksek Türkiye’nin ikinci yüzyılının bitiminde aynı yerde, aynı söylemlerle bir hayat sürüyor olmaya devam ediyor olacağız muhtemelen. Bunu başımıza gelen bir talihsizlik, bir türlü aşamadığımız bir lanet, karanlık mahfillerin başımıza ördüğü bir komplo üzerinden değerlendirmeye kalkışıp gerçekliğe karartma uygulamak yerine nefsimizde olanı değiştirmediğimizde hiçbir şeyin değişmeyeceğini belirten ikaza kulak vermeyişimize bağlamalıyız. Değişim ancak şartlar, ilişki, uygulama, yaklaşım değişirse vardır. Bu değişimin beklentilerimize uygun olmasını istemek ise çok daha büyük dikkat, akıl, emek, mücadele gerektiriyor. Alana ilişkin kavrayışımızın ve konuşmamızın yüz yıl önceki seviyesinden bile çok açık bir şekilde geride kaldığı bir yerde, siyasal vaziyetteki pozisyon ne olursa olsun, duygu dünyamızın kritik kavramlarının araçsallaştırıldığı konuşmalar gerçekliğin bu yöndeki dönüşümüne değil bizim bu gerçeklik karşısındaki yabancılaşan durumumuza işaret eder. Milli eğitim pratiği ana aksı itibariyle bu ülkede nasıl kurulmuşsa öyle işlemeye devam ediyor. Sorun da zaten burada. Buna odaklanmak yerine komuta kademesine odaklanmak en iyimser ifadeyle odak kaymasıdır. Bugün işler daha zorlaşmış durumdadır. Çünkü kumanda kademesinde kendilerinin olduğunu görenler meselenin zaten bundan ibaret olduğu yanılgısına düşüp devraldıkları bir düzenin müdafaasını ve muhafızlığını yapmaya kalkıyorlar. Kendini bilen Rabbini bilir! Delphi tapınağının girişine altın harflerle boşuna kazınmamıştı ibare: Kendini bil!
Gerçekliğimizi, durumumuzu, kendimizi, içinde bulunduğumuz dünyayı bilmediğimizde hayatla kurduğumuz ilişki ciddiyetini yitiriyor. “Eğitim önemlidir, eğitim güzeldir, eğitime herkes omuz vermelidir, eğitim kültür ve inanç dünyamızla bağlantılı olmalıdır” vs. Şüphesiz bunların hepsi doğru. Ancak bunlar dile getirildiğinde bir şey söylenmiş olmuyor. Zaten kimsenin itiraz etmeyeceği genel kabulleri paylaştığımızda endişeye kapılmamız gerekiyor zira bunlar ancak bir eksikliği, bir boşluğu görünmez kılmak için dile geliyorlardır. Mevcut ekonomi-politik, devlet-toplum ilişkisi, toplumsal hayatın organizasyonu, toplumsal eşitsizlik, paylaşım düzeninin niteliği, zorunlu eğitim, Tevhid-i Tedrisat, zorunlu din dersi, anadilde eğitim, mevcut okul düzenlemesi, zaman planlaması, kent mimarisi, kamusal söylem, teknoloji vs. gibi pek çok başlığın işin içine girdiği nitelikli, derinlikli, bütüncül bir konuşma, tartışma bizi bekliyor. Rahmetli Aliya’nın dediği gibi tatlı yalanlarla kendimiz avutmak yerine acı gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.
Yeni yorum ekle