DARBELERİN NİYETİNE ODAKLANMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
–Oya Baydar'ın Samimi Çağrısı Vesilesiyle–
Sonunda bir "beyaz sayfa açmak"tan söz ediyor Oya Baydar.
Söyledikleri elbette tartışılabilir; zaten o da bir tartışma başlatmak için yazmış olsa gerektir; ama samimiyetin en temel tartışma metâı yapıldığı bu ortamda, samimiyetini tartışılmaz buluyorum.
Bu vesileyle Oya Baydar'ın sözünü ettiği "beyaz sayfa"yı tartışmaktan ziyade, benim katkım, daha marjinal kalacak, şimdilik. O da şöyle:
Fâilin niyeti'ne bakmak, mef'ûlün kısmeti'ni es geçmek...
Oya Baydar, bu ülkedeki demokratların darbelere bakışını güzel özetlemiş:
"27 Mayıs darbesi, “Yeter! Söz milletindir” diyerek iktidara gelen Demokrat Parti’ye karşıydı. 12 Mart 1971 darbesi antiemperyalist sol harekete (ve hazırlanmakta olan sol Kemalist darbe teşebbüsüne) karşıydı. 12 Eylül 1980 faşist darbesi, yükselen işçi hareketine, sosyalist harekete, ayak sesleri duyulan Kürt hareketine ve İslamî kesimlere karşı CIA güdümlü bir darbeydi. Post modern darbe diye de adlandırılan 28 Şubat müdahalesi vesayetçi rejimin mağduru geniş halk kitlelerine dayanan siyasî İslam’ın yükselişini engellemeyi amaçlıyordu. Darbeci-vesayetçi odaklar, 2002’de iktidara gelmesini engelleyemedikleri AKP’nin önünü kesmek, toplumdaki kıpırdanmayı, dipten gelen değişim dalgalarını durdurmak için 2003’ten itibaren çeşitli önlemler almaya çalıştılar."
Evet, yaklaşık yarım asrın hulasası budur: fakat bu telhîs, sadece "darbecilerin ne yapmak istediği"ne, ya da neye niyet ettiklerine odaklanmakla mâlül. Biraz daha açayım: Darbecilerin burada özetlenen niyetlerini sorgulayıp yargılayabilir, bu niyetlerin halktan kopukluğunu, tepeden inmeciliğini, oligarşikliğini, sözde ilericiliğine karşın demokratik ruhtan yoksunluğunu... gözler önüne serebilirsiniz. Daha ileri gideyim: Fâilin bu niyetine karşı çıkabilir, o niyet tahakkuk etmesin diye kolları sıvayıp bir mücadele yürütebilir ve sonunda, niyetini akâmete uğratıp hedefine ulaşmasını engelleyebilirsiniz. Nitekim, halkın da darbeler sonrasında yaptığı buna benzer bir şeydir; darbecilerin "sözde serbest" seçimlerle işbaşına getirmek istediği parti ve liderlere değil de, darbecilerin ufûnetini azdırmayacak, ama onlara sağlam bir penaltı golü olarak kayda geçecek bir şut çekmek!
27 Mayıs, sadece Demokrat Parti'yi biçmek maksadıyla değil, CHP veya onun matuşkası bir siyasî heyeti seçimler yoluyla iktidara yerleştirmek maksadıyla yapılmıştı. Fâilin bu niyeti tahakkuk etti mi? Hayır! Halk, seçimleri bir penaltı vuruşu olarak değerlendirip darbecileri şaşkına çevirdi(ğini sandı).
12 Mart, "toplumsal gelişme, ekonomik gelişmeyi aştı; onu ekonomik gelişme seviyesine ayar etmek lazım" diyordu. Oldu mu? (Buna cevap vermeyeceğim) Şu kadarını söyleyebilirim: Darbeciler, bir "Kara Kitap" yayınlayarak "Zararlı" ilan ettikleri her hareketin mensuplarını biçmeye kalktılar; işkenceler, idamlar, mahkumiyetler... Kapatılan partiler...
12 Eylül, Oya Baydar'ın zikrettiği bütün o kesimleri siyaset sahnesinden süpürmeyi, ama aynı zamanda, ayrıkları ve taşları temizleyerek ziraate hazırladığı tarladan gür bir "Turgut Sunalp iktidarı" fışkırtmayı hedefliyordu. Bu niyet hâsıl oldu mu? Hayır!
28 Şubat, "Yeni Dünya Düzeni"nin mutlak kötülük ilan ettiği "İslâmî Fundamentalizm"den memleketi arındırmak için kibar jargonuyla "Yükselen Siyasal İslam"ın ama daha açık adlandırmasıyla "İrticâ"ın önünü kesmek ve "kolay manipüle edilebilir bir koalisyonlar dönemi"ni yeniden başlatarak toplumu "bin yıl sürecek bir laikleştirme" sürecine tâbî kılmak istiyordu. "O koalisyon" kuruldu, "o parti" kapatıldı; o “öcünün” kökünü kazıyacak adımlar, "züccaciye dükkanındaki fil” değilse "orangutan zarafeti" ile atıldı. Laikleştirmenin ilk adımı olarak "İslâmî Sermaye" biçildi; İslâmî STK'lar cendereye sokuldu, orta kısımları zaten kapatılmış olan İmam-Hatiplerle birlikte, meslek liselerinin "iki yıllıklar" dışında üniversiteye girişinin önü kesildi; sekiz yıllık kesintisiz eğitim çağındaki çocuklara din eğitimi yasaklandı... Sermayeyi laikleştirmenin paldır-küldür bir soygun tarzı yürürlüğe konarak ülke ekonomisi, iki yılın sonunda "bir kriz rezonansına” sokuldu. Pekiyi, amacına ulaştı mı? Bu soruya koca bir "Hayır!" diyecekler çoktur.
Bütün bu darbeler sonrasında ne oldu pekiyi? 27 Mayıs sonrasında demokrasiye geçilirken seçimleri "demir-kırat"a telmîhen Demirel'in "Kır At"ı kazandı. "Tankların gölgesinde siyaset"i içine sindiremeyen Demirel, fötr şapkalı "Çoban Sülü" imajıyla, 27 Mayıs'ın asker-sivil "ütülü kolalı seçkinler"ine galebe çaldı. 12 Mart'tan sonra, kapatılan MNP yerine kurulan MSP, CHP ile Koalisyon ortağı oldu; 12 Mart'ın hışmına uğratılanlar affedildi. Darbeci generaller, ilk defa, aslî işleri bakımından "Kıbrıs Çıkartması" ile test edildi; bu, aynı zamanda, Türkiye'nin kendisine biçilen "yurduna mahpus sümsük ülke" statükosunun da delinmesi girişimiydi. Fena halde Amerikan Ambargosu ile püskürtüldü. 12 Eylül'ün ardından 83 seçimlerinde, darbenin güyâ hışmına uğramış bir bürokratın, Turgut Özal'ın İTÜ amblemli "dört eğilim partisi" ANAP, Sunalp'in "Salon Subayları Partisi"ni ezici çoğunlukla yenip tek başına iktidar oldu. 28 Şubat'ın "Zayıf İktidar" için bir "edepli partiler koalisyonu" formülü gümbür gümbür göçtü; "o partiler" sandığa gömüldü; bir "Tek Parti İktidarı" doğdu.
Hikâye böyle anlatıldığında, "darbelerin hedeflerine asla varamadığı" gibi bir "hüsran anlatısı" çıkıyor ortaya. Türkiye'de darbe taraftarları da darbe karşıtları da bu anlatıdan yoğuruyor kendi hamurunu.
Halbuki bu bakış, darbecilerin ilan edilmiş (manifest) amaçlarını, deklare edilmiş gayelerini merkeze alarak olayları yorumladığı için her şeyden önce "niyet-merkezci"likle mâlül, kusurlu bir bakış açısıdır. Darbeden önce, rahatsız bir kesim vardır; bu rahatsızlık, halk arasında baş gösteren "istenmeyen gelişmeler"in bertarâf edilmesi niyetinin fitilini ateşler. Demokratlarımızın çoğu, bu "bertarâf etme"nin usûlünü sorunsallaştırarak çok olsa asıl niyetini deşifre eden bir yaklaşıma teslim olmuş görünüyor.
Oysa, "halk arasında baş gösteren 'istenmeyen gelişmeler' " diye "öznesiz bir oluşum" olamaz. Bu istenmeyen gelişmelerin fâilleri de, ne kapatılan partilerdir, ne de darbenin hışmına uğrayan siyasal hareketler ve liderler. Öyleyse kim?
Öncelikle, bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Madem ki elimizde "istenmeyen gelişmeler" biçiminde tarif edilmiş bir cürüm vardır; bu cürmün failleri de "suçlu" olduklarına göre bütün "kolektif suç kovuşturmaları"nda en hassas mesele, "mağdur/masum/ilgisiz/habersiz" olanları ayıklayıp suçta dahli olabileceklerin öne çıkartılmasıdır. Bu, adaletin de bir gereğidir.
Şimdi benim kimleri böyle değerlendirdiğimi söyleyeceğimi sanıyorsanız avucunuzu yalayın. Ben, suç kovuşturmacısı olarak değil, olanları, mesleğinin sağladığı araçlarla anlaşılır kılmağa çalışan bir sosyolog olarak bakmaya çalışıyorum. Bu açıdan, benim katkım, "görebildiklerimiz üzerinden maça dahil olup topa girmek" değil, göremediklerimizi bir parça daha net ve görülür kılmak olabilir.
Bu yazı, Ayhan AKTAR'ın facebook'taki paylaşımıyla haberdar olduğum Oya BAYDAR'ın "Darbecilerden kahraman yaratmayı başaranlara…"başlıklı yazısı üzerine kaleme alınmıştır. Baydar'ın yazısını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.