Değer ve Önem Dengesinde Ehliyet ve Liyakat

 

Değer bir toplum için en önemli kavramlardan biridir. Bireye ve topluma yön veren, gündelik yaşamı tanzim eden, hal, hareket ve davranışları şekillendiren, nasıl düşüneceğimizi nasıl konuşacağımızı telkin eden, yaşamımızın her alanına nüfuz etmiş hayati bir faktördür. Değer, hakikat kavramına ilişkin kavramları kullanır ancak değer mutlak surette somuttur. Soyut değerler olamaz. Değer olabilmesi için somut varlık olmalıdır. Varlığı olmayanın değeri olamaz. Bu bağlamda varlık enfüsi ya da afaki olabilir. İç dünyamızda önce bir varlık inşa ederiz sonra ona değer verebiliriz. Değer kavramını value ve valence olarak iki kısımda inceleyebiliriz.

Value bir şeyin maddi olarak karşılık geldiği cari “değeri” ifade eder. Mesela bir kırtasiyeye gittiniz bir kalem satın aldınız ve belli bir miktar para verdiniz. Vermiş olduğunuz paranın miktarı o kalemin “value” sudur. Bir hizmeti almak için sarf etmiş olduğunuz maddi tutara “value” diyebiliriz. Sözlük anlamı ile value “kıymet, ehemmiyet” manalarını taşımaktadır.  Bu kavramı toplumsal platforma taşıyarak bu alanda düşünecek olursak “value” bireylere verilmiş olan rol ve görevlerdir. Yani sınır alanı kişiye biçilmiş olan yetki ve sorumluluk alanıdır. Nitekim okul yönetimi, kamu veya özel şirketlerde çalışan bireyler için “value” önemli bir yere sahiptir. Bunun nedenini ilerleyen satırlarda açıklayacağız. Value çok derinliği olmayan sadece maddi anlamda bir boyuta sahip kavramdır.

Valence ise daha derin bir anlama sahip, kendi içerisinde çeşitlenebilen, bünyesinde farklı boyutları barındırabilen bir kavramdır. Kalem için vermiş olduğumuz paranın miktarı “value” iken o kaleme yüklediğimiz anlam “valence” dır. Bu kalem çok sevdiğiniz bir arkadaşınız tarafından hediye edildi ise kalemin “valence”ı sizin için daha yüksektir. Bu durumu sadece kalem gibi somut örneklerle sınırlandırmamak lazım. Toplum içinde almış olduğunuz rol, görev, statü makam gibi durumlar pek çok birey için çok önemli bir “valence” değerine sahiptir. İçinde bulunmuş olduğu rolü haddinden fazla önemseyen biri rolün “valence” ını anlamsız bir şekilde yükselterek kendisine ait bir hâkimiyet alanı, gücünü alt çalışanlara kadar en derinden hissettirecek bir korku imparatorluğu kurabilirler. Bu durum o yönetici veya çalışan için psikolojik bir boyuttur.

Kişiye biçilmiş olan yetki ve sorumluluk alanları o kişi ölünceye kadar ona ait değildir. Belirli bir süre gelirler, yönetirler, çalışırlar ve giderler. Bu bir süreçtir fakat çoğu kimseler bu süreçte “value” ile “valence” arasında dengeyi kuramazlar. Sanki hep “value” alanında daim olacakmış gibi o statünün “valence”ını tabiri yerinde ise sömürürler.

Peki, böyle olunca ne olur?

Devletin kurum ve kuruluşlarında çalışan bireyler “value” dediğimiz yetki ve sorumlulukları kendi “valence”ları ile karıştırırlarsa yönetim anlayışı bir çıkmaza doğru gidebilir bunun sonucu olarak da bir meşruiyet krizi yaşanabilir. Bir devlet kurum ve kuruluşunda, ya da özel şirketlerde yaşanan meşruiyet krizi, o kurumun çalışanlarına güven olgusunu sorgulatacaktır. Bu durum çalışanlar arasında verimsizliğe, etkili ve üretken çalışmanın durmasına sebep olabilir. Her geçen gün daha iyiye gitmesi gereken bilimsel ve yönetimsel süreç geriye doğru gider, bunun sonucu olarak da söz konusu kurum ve kuruluşlar köhneleşir ve iş göremez duruma gelir.

Hal böyle olunca ne yapmak lazım?

Öncelikle yönetim kadrolarına ehil kimseleri getirmekte fayda vardır. İdeolojik görüş ve ayrılıklar olsa bile liyakat sahibi bireylere öncelik vermek tabi ki artı bir değer sağlayacaktır. Kutsal dinimiz de “işi ehline verin” buyurmaktadır. Bu ehil kişilerin “value” ile “valence” arasında gerçek ayırımı yapması gerektiği bizzat kişilere vurgulanmalıdır. Bir kontrol mekanizması kurarak bu süreç denetlenebilir. Aynı zamanda çalışanlar arasında adaleti sağlamak çalışanın iç motivasyonu için çok önemlidir. Zira adaletsiz bir iş dağılımı o iş yerindeki en fazla iş yüküne sahip çalışanı yıpratacaktır.

Yukarıda saymış olduğumuz olumsuz durum ve olasılıkların önüne geçebilmek elbette çok zordur. Belki bu durum daha az seviyeye indirgenebilir. Daha huzurlu ve adaletli iş ortamlarına kavuşabilmek ümidiyle…

ERDEM GUMUS

Islamiyet teslimiyetten geliyor, eger insan iman ile o teslimiyete girerse zaten ordan gelen hak ve hakikatler kisinin aleminde musbet manada adalat ve liyakate donusecekdir. Maalesef kavramlari uzerinden islamiyete bakilinca boyle temenni ve dileklerden oteye gecemiyoruz .Oysaki iman uzerinden hak ve hakikatlere bakabilsek kim bilir insanlik hangi makamlarda hangi guzellikleri sergileyecekdir.

Çar, 04/14/2021 - 04:03 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
2 kez görüntülendi. 275 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.