Toplumsal onur, sosyal bir yapının ahlaki değerler bütünü olarak adlandırabiliriz. Buradaki ahlak kavramının değerler üzerinden okunduğunu söylememize gerek yok sanırım. Yoksa tam tersi bir durum yani ahlaki zaafların da bir ahlak sepeti oluşturabileceğinin farkında olmamız gerekir. Ancak toplumsal onur gibi bir kavramı gündeme aldığımızda pozitif değerler ihtiva eden; dürüstlük, doğruluk, yalan söylememe gibi, hem dinler tarafından onanan hem de ahlak felsefeleri tarafından meşru kabul edilen değerleri ihtiva eder. Batı toplumlarının toplumsal onur ile yüzleşmelerini bir hayli eskiye götürebiliriz. Bunun münferit örneklerini düello çatışmalarının tarihçesinde görebiliriz.
Peki nedir düello ve neden bu yazının konusu olmuştur? Açıklayalım.
Düello; iki kişi arasında bir onur sorununu çözmek için belirli kurallara göre ölümcül silahlarla yapılan dövüştür. Düellonun bazı şartlarından, yani olmazsa olmaz şartlarından bahsedelim. Öncelikle aleni bir dövüştür. Eşit şartlarda eşit silahlarla yapılan bir kapışmadır. Kaideleri olan bir vuruşmadır. Yani kendine göre bir kural, standart hatta hukuku vardır. Dövüşün mutlaka aleni yani şahitler huzurunda ve bir hakem kontrolünde yapılması gerekir. Hatta 1800’lere gelindiğinde düelloda bir doktor dahi bulunması acil müdahaleler için şarttı.
İlk Çağ'da savaştan önce ya da savaş sırasında teke tek çarpışmalar yapılırdı ve kabileler arasındaki anlaşmazlıkların çözüm yolu da bu tür dövüşlerdi. Bu uygulama Orta Çağ'da Avrupa'da giderek biçim değiştirdi. 10’uncu ve 12’nci yüzyıllar arasında yalnızca özgür insanlar düello yapabiliyordu. Özgür kavramı önemli çünkü özgür bir iradeye sahip olmak aynı zamanda hukuk karşısında temsil kabiliyeti veren bir şarttır. Düellolar, Batı’da özellikle seçkin sınıflar içinde görülmüştür. Sonrasında burjuvalarda da görülmüş olsa bile düello seçkinlerin bir onur mücadelesi alanı olmuştur. İlkin Fransa’da, ardından diğer ülkelerde nihayetinde de İngiltere’de yasaklanmıştır. Meşhur yazar Puşkin’in bile düelloda öldüğünü bilirsek Fonksiyonel karşılığını anlayabiliriz.
Pek tabi ki, düelloda kapışmaya konu olan mücadeleler, kavgalar ya da dövüşler şöyle kabaca tasnif edilse onur kavramı eril bir kavram olarak önümüze çıkar. Bu varsayımı geliştirirsek toplumsal onur kavramı dediğimizde de eril bir onur kavramının karşımıza çıkacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Doğu toplumlarına ya da özellikle İslam toplumlarına baktığımızda düello kavramının hemen hemen hiç olmadığını görürüz. Yasaklanmış ya da bir tür cahiliye kavramı gibi görülmüştür.
Tam da bu noktada şöyle bir kanaate ulaşabiliriz. Düello karşılıklı bir meydan okumadır. Aleni ve kurallı bir yüzleşmedir. Onur için hayat ortaya konur. Bu yüzdendir ki Batı toplumlarında onur hatta toplumsal onur kurallara dayanır. Hukuka dayanır. Oysa bizim gibi toplumlarda yüzleşme hatta kurallı yüzleşme yoktur. O yüzdendir ki pusu atılır. Kurnazlık, bir zekâ pırıltısı olarak görülür. Toplumsal onurun yerini pusu kültürü alır. Denk getirme, kıstırma, düşürme, çökme, sıkma ya da arkadan vurmak gibi lügatlere konu olacak kurnaz aklın ortaya çıkardığı, kaypak kavramlar oluşur.
Pusu, aleni değildir, kavga fikri açıkça ilan edilmez. Çünkü karşı tarafı önlem almaya zorlamak istemez pusu; boş bir anını, bir ihmali ya da zaafını değerlendirmek ister. Pusunun kuralı yoktur, bu yüzdendir ki, hukuku da olmaz pusunun. Kıstıranın, düşürenin orantısız zekâsı devrededir. Kullandığı metotlar ya da silahlar devrededir. Yüz yüze değildir pusu. Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtılması gibi rakip ya da saldırgan; âli menfaatleri ya da duyguları için kör bir anını kollar. Pusuda, düellodaki gibi denk güç kavramı yoktur. Saldırganın ya da saldırganların tek bir amacı vardır: rakibi halletmek. Pusuda hukuk olmaz. Tam tersine bir hukuksuzluk bilinci vardır. Pusunun bir diğer vasfı, sessizliktir. Pusu atacak olan derindir, şüphe istemez. Pusunun bir özelliği de bilenmektir. Bilenmek bir kindar bilinç özelliğidir. Bu bilinç için her şey mübah olabilir.
Toplumsal onur, bir toplum için olmazsa olmazdır. Toplumsal onur için tepki vermek hatta alenen tepki vermek meşrudur. Toplumsal onurun olduğu yerde, kırmızı ışığı gizlice ihlal etmek büyük bir ahlaki zaaf kabul edilebilir. Mülakat ile haksız bir pozisyon elde etmek ahlaki bir çöküş temsili olabilir. Rüşvet vermek ya da almak hatta liyakat konusu toplumsal bir onur bilinci için hukuka yapılmış bir tecavüz ya da suistimaldir.
Hukuksuz bir toplum, pusuyu bir yaşam tarzı, bir hayatta kalma alanı olarak benimser. Hukuksuz bir toplumda adam kayırmak, akrabaya öncelik vermek bir pusudur. Kuralsız bir toplumda liyakatsizce elde edilmiş pozisyon bir pusu türüdür. Pusu atılan alanları çoğaltabiliriz; rüşvet almak ya da vermek(irtikap), ayrıcalık talep etmek, yalan söylemek, torpil yapmak, haksız kazanç elde etmek vs. Tüm bu pusu türleri aslında toplumsal ahlaka atılan pusulardır. Pusunun tüm özelliklerini taşır bu türler; gizlice, sessizce ve karanlıkta eyleme dönüşür.
Hukuk ve kural; onur için, ahlak için olmazsa olmazdır. Hukukun olduğu toplumlarda gerçekle, sorunla yüzleşilir. Aleni olarak yüzleşilir. Sosyoloji; kurala, hukuka yani ahlaka boyun eğer. Ahlak vicdana göre değil evrensel hukuka göre şekil alır. Hırsızlık, hırsızlık olarak değerlendirilir. Yakalanmasa bile kırmızı ışıkta geçmek bir ayıp hatta topluma, toplumsal ahlaka karşı işlenmiş bir kabahat olarak değerlendirilir. Toplumsal ahlakınız ya da onurunuz pusuya teslim olmuş ise bir ahlaktan bahsedemezsiniz. İtiraz etmek, söylenmek nafiledir. Toplumsal onur, hayatta kalmaya çalışan bir gurup erilin elindeki kuralsız bir mücadele alanıdır. Bu alana ne günah, ne haram ne de yasak etki eder.
Mükemmel bir yazı. Tek…
Mükemmel bir yazı. Tek kelimeyle toplumsal bir röntgen. Ufuk açtınız, teşekkür ederim.
Yeni yorum ekle