Fatma Girik, Sezen Aksu ve Yetisi Olmayan Hafızamız

10 Şubat 2022

24 Ocak günü yeni bir haftaya uyandığım sıkıcı ve boğucu pazartesilerden bir gündü. Yanlış hatırlamıyorsam öğle civarı işlerimi biraz kolayladıktan sonra gündeme bakmak için telefonumu karıştırmaya başladım. Fatma Girik’in vefat haberini görünce aslında bir dönemin en azından çocukluğumun Ezo Gelini’ni ya da Hz. Rabia’sını kaybettiğimi düşündüm. Çakır gözleriyle kameraya değil insanın içine bakan bir çift gözü kaybetmenin, belki de kültürümüzde bulunan bir hasletle ölmüşü iyi anmanın gerekliliğiyle hüzünlendim. Sonrasında hem sosyal medyada hem de Whatsapp gruplarında resimleri ve altında yazan pek çok güzellemeyle yüzleştim. Nurlar içinde uyu… Işıklarda yat… vs. İki yüzden fazla sinema filmine imza atmış, pek çok dizide rol almış bir sanatçı için bu cümleler pek tabi ki karşılığı olan kelimelerdi.

Öte yandan sinema sektörünün sıkıştığı dönemde haberciliğe soyunmuş ve o dönemde “Söz Fato’da” adıyla yaptığı haber programıyla pek çok skandala sebebiyet vermişti. Aslında durumun vahameti sadece skandal ile açıklanacak türden değildi. Örneğin kızdığı insanlara tükürmesi ve hakaret etmesi skandal olarak değerlendirilebilirdi fakat haber olarak ekrana yansıttığı bazı konuların bundan da ağır sonuçları oldu. Örneğin onun “öz kızıyla ilişki” yaşamakla itham ettiği İzmirli bir vatandaş, bu ithama dayanamayarak intihar etti. O dönemde bir radyoda gece programları yapıyordum. İletişim tekniği ve ahlakı üzerine bir tartışma esnasında intihar eden vatandaşın bir yakını radyoya bağlanarak ve hıçkırıklar arasında intihar eden şahsı anlattı. O akşam yaşadığım travmayı sanırım uzun yıllar ne zihnimden ne de yüreğimden atamadım. Maalesef bu durum bir kez daha tekrarlandı ve bu sefer de bir tiyatro sanatçısının yanında çalıştırdığı kadınlara tacizlerini gündeme getirdi. Bu olaydan dolayı bir mahkumiyet de aldı. Ancak bu ağır ithamı kaldıramayan tiyatro sanatçısının eşi intihar etti. Yanlış hatırlamıyorsam 20’li yaşların başında genç bir kadındı.

Dönemin önemli mizah ve hiciv programlarından olan Levent Kırca ve eşi Oya Başar’ın hazırladıkları “Olacak O Kadar” programına dahi konu oldu Fatma Girik. Programın öne çıkan mizahi teması, tükürmesi ve küfür etmesiydi. (https://youtu.be/47Is1tnFbvo)

Hatta Türk basının duayenlerinden Mehmet Ali Birand 1997 yılında kendisiyle 32. Gün programında bir röportaj yaptı. İlk sorusu şuydu: “Pişman mısınız? Keşke yapmasaydım dediğiniz oldu mu?” Fatma Girik’in cevabı ise; “hayır olmadı” olmuştu. Üstelik yaptığı programcılığı bir kamu hizmeti olarak düşündüğünü belirtmişti. Programın ilerleyen bölümlerinde yaptığı haberlerde manken kullanması, gizli kameralara başvurması ve tabi ki yine tükürmesi gündeme geldi. O günlerde bu yaptıkları çok konuşululuyordu. Fatma Girik, tüm bu sorulara cevaben, yapması gerektiği neyse onu yaptığını ifade etti. (https://youtu.be/_BgSvUYxuNI)

Bir süredir bu konuların üstünde düşünürken hem kendi adıma, çocukluğumun Fatma Girik imajını hırpalamadan hatta kamu vicdanını rahatsız edip, adalet hissiyatını incitmeden, biraz daha öteye taşırsam bu ülkenin insanlarını aidiyetlerinden dolayı(duygu, vicdan, siyasi yahut ideolojik) zedelemeden nasıl anlatabilirim diye düşünürken Fikir Coğrafyası Youtube kanalında Hale Sert ve Hatice Bildirici hanımların Sezen Aksu ile ilgili yaptıkları bir programı izledim. Programın başlığı “Şahane Bir Uyumsuz: Sezen”di. Bir sanatçının nasıl kendisini toplumuyla özdeşleştirdiğini anlatıyorlardı. Hatta Sezen Aksu ile ilgili bir lügat tadında etimolojik tespitlerini ifade ediyorlardı.  

Aslında program manidar da bir zamana denk gelmişti. Ocak ayının ilk haftalarında sosyal medyada patlayan bir kampanya ile Sezen Aksu nerdeyse zındık ilan edilmiş hatta devletin en üst kesimlerinden bile tepki görmüştü. Tepkiye konu olan parçada Adem ile Havva’ya cahil demekle suçlanıyordu.

“Binmişiz bir alamete

Gidiyoruz kıyamete

SeIam söyIeyin o cahiI

Havva iIe Ademe

Aha yine aha yine

Önümüz uçurum ardımız dağ”

Fikir Coğrafyası Youtube kanalında yayınlanan program bir hafıza tazelemesi gibiydi. Şöyle bir geriye gidince ve her Sezen Aksu dinlemiş fani gibi pek çok imaj zihnime doluşuverdi. “Ünzile” parçasıyla 12 yaşında evlendirilen bir kadının dramını anlatmıştı Sezen Aksu. Turkcell’in sosyal sorumluluk projesine destek olmuş, Kardelenler kampanyasıyla kız çocuklarının okuma hakkı için çaba sarf etmişti. Destek verdiği bu kampanya ile 15.000’den fazla “Kardelen” liseden, 1.500’den fazla “Kardelen” ise üniversiteden mezun olmuştu. Kendi web sitesinde ben herkesim diyordu Sezen. Aslında doğru da diyordu. Onun sahiplendikleri sadece erken yaşta evlendirilen ya da eğitime muhtaç olan kız çocukları değildi. Örneğin; 1991’de Güneydoğu’da kan gövdeyi götürürken kapatılmış Kürdistan Sosyalist Partisi lideri Kemal Burkay’ın şiirinden bestelenmiş Gülümse’yi söyledi. O dönem Kemal Burkay mecburi olarak yurt dışındaydı.

“Belki şehre bir film gelir

bir güzel orman olur ağaçlardan...”

2000’li yılların başlarına hatta 90’lı yılların tamamına damga vurmuş baş örtüsü yasaklarının ve tartışmalarında da görüşünü açıklayarak bir kez daha "herkes" olduğun ispat etti Sezen Aksu.

2010’da yaptığı bir eylemle gündeme geldi tekrar: “Bizler 'bu ülkede kadınların kıyafetleri yüzünden aşağılanmasını, haklarının gasp edilmesini, tacize uğramalarını istemiyoruz' diyen herkesi bu ahlaksız yasağa karşı sesini yükseltmeye ve 'ama'sız bir mücadeleye çağırıyoruz. Hükümeti de bu vahim yasağı hayatın her alanından kaldırması için derhal göreve davet ediyoruz. Başörtülü kadınların sabırla yaşayacağı bir 987 yılı daha yok!” diyen bildirinin ilk imzacılarından oldu. (https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/gurultu-bitecek-ve-yine-onun-sarkilari-duyulacak-1591930 )

Image

Sezen Aksu, çeşitlendirebileceğimiz pek çok konuda fikrini görüşünü açıklamaktan hiç çekinmedi. Tüm bunları yaparken ne siyasal bir rant ne de maddi bir menfaat peşinde koştuğunu hissettirecek hiçbir davranışta bulunmadı. Ezilen, mağdur olan tüm kesimlere destek oldu. Eserlerinde, bu coğrafyaya ve geleneğine olan aidiyetini de hep hissettirdi. Örneğin Ahmet Haşim’den, Turgut Uyar’dan etkilendiğini ya da Dadaloğlu’ndan istifade ettiğini gösteren çalışmalara imza attı. Divan Edebiyatının mazmun geleneğinin ürünlerini kullandı(gül-bülbül gibi).

Bu coğrafyanın evrensel değerleri olan; Yunus Emre, Mevlâna gibi empati yaptı ve sevgi kavramını başının üstünde taşıdı.

Image

Fatma Girik ve Sezen Aksu mukayesesi ne kadar doğru bir kıyas olur bilmiyorum. Her ikisini de sanatçılık yönleriyle tartacak bir kantara sahip değilim zaten. Ancak yaptıkları ve ettikleriyle yorum yapabilirim. Bir tarafta Kemalist bir hâkim ideolojinin taraftarı varken diğer tarafta halkın meseleleriyle dertlenen bir kimlik oldu. Bir tarafta hakaret ve psikolojik bir şiddet varken diğer tarafta başkasının derdiyle dertlenen bir ruh oldu.

Her ikisinin de sanırım en büyük talihsizlikleri bu coğrafya da doğup bu coğrafyanın farklı yönleri ve kimlikleriyle angaje olarak yetişmeleridir sanırım. Yazımın başında belirtiğim gibi kimseyi incitmek ya da aidiyetler üzerinden hassasiyet üretmek istemiyorum. Ancak şu kesin ki Fatma Girik’in ölümünde ortaya dökülen aşırı tepkilerin bir bölümü hâkim İslamcı kimliği ya da yönetimi yaralama arzusunun getirdiği bir fetiş duygu olsa gerek. “Söz Fato’da” ile dönemin İslamcı yahut dindarların kurduğu kuruluşlara baskınlar düzenleyerek ait olduğu ideolojik kampı göstermişti Fatma Girik. Bugün bu kamp, Fatma Girik’in ölümüyle hızlı bir şövalyesini kaybetmiş olabilir.

Aslında tüm bu tepkisel sancılarımız -ki hangi kamptan olduğumuzun hiçbir önemi yok- modernleşmenin; eskiye, geçmişe ve geleneksel olanın temsil ettiği tüm değerler sepetine tepki vermek olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Yazılarını çok severek okuduğum Abdulbaki Değer bir yazısında şöyle diyor içinde bulunduğumuz duruma:

“Ekonomik krizle iyice belirginleşen sosyal-siyasal buhranımız gösteriyor ki yine kritik bir zaman aralığındayız. Titanik batmakta iken geminin hiç batmayacağını düşündükleri için insanlar gemi batarken güvertede çalan müzik eşliğinde dans ediyorlardı. Gemi batmasa güvertede müzik eşliğinde dans etmek şüphesiz çok romantik. Veya gemi batıyor ve sizin kurtuluşa dair tüm umutlarınız tükenmişse güvertede müzik eşliğinde dans ederek ölüme gitmek de çok artistik. Ancak bu kritik koşullarda durumun icbar ettiği makul tedbirlere yönelmek yerine gerçekliği görmezden gelmek veya gerçekliği retorikle dönüştürmeye çalışmak bugünü ve yarını tüketmektir.”

(https://www.karar.com/gorusler/asgari-ucret-camera-obscura-veya-rahat-nefes-alacak-seviye-ne-demek-1643784 )

Gerçekliği retoriklere yükleyip bu retorikleri bir kahramanla sembolize etmeyi ve o retorik adına şahısları olmadıkları yerlere taşımayı hızlıca terk etmeliyiz. O zaman hayatımızda yer eden kişilere haklarını teslim edebiliriz. Kendimizin hatta yaşadığımız zamanın gerçekleriyle o zaman yüzleşebiliriz.

Tabi ki, hafızalarımızı yeniden devreye sokarak ve kullanmayı ihmal ettiğimiz hatırlama yetisini kullanarak. 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
2 kez görüntülendi. 489 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.