Güvenlik Politikaları ve Türkiye’nin Yeni Kırmızı Kitabı

08 Aralık 2021

 

90’lı yılların başından itibaren gelişen enformasyon, ulaşım ve teknoloji, devlet denilen mekanizmalara yeni tehdit türleri üretti. Özellikle sınırların katı çizgilerinin silikleşmesi ile birlikte nüfus geçişlerinin artması dolayısıyla da devlet dediğimiz aygıtın yeniden yapılanmasına ve yeni güvenlik politikaları oluşturmasına gerekçe oldu.  Tüm bu süreç içerisinde devlet karşısında daha doğrusu yeni güvenlik politikaları karşısında birey haklarının ve birey kavramının yeniden tartışılması gündeme geldi.

Tüm bu tartışmalar ve birey kavramının yeniden gündeme gelmesi kamusal alan tartışmalarının yeniden alevlenmesine de gerekçe oldu. Özellikle 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yapılan saldırı ile Güvenlik Politikalarındaki net değişim hem gözle görülür oldu hem de tüm dünyayı etkiler bir duruma geldi.

Tüm bu değişim sürecinde devlet hangi noktaya kadar güvenlik diretmesinde bulunabilir? Birey hangi noktaya kadar özgürlük ve haklar konusunda sesini yükseltebilir? İşte bu sorular son dönem uygulamalarında karşılaşacağımız veya karşılaştığımız temel sorular olarak önümüzde duruyor.

Peki insani güvenlik kavramını gündeme getiren ve bu kavramın karşısında güvenlik politikalarını geliştiren tehdit unsurları nedir?

İşte güvenlik Politikaları geliştiren tehdit unsurları;

  • Ekonomik çöküş
  • Politik baskılar
  • Kıtlık
  • Doğal afetler
  • Nüfus artışı ya da nüfus hareketleri
  • Etnik ayrılıklar ya da çatışmalar
  • Bölgesel ve iç çatışmalar
  • Doğa ve çevre tahribatı
  • Örgütlü suçlar
  • Devletlerin kendi halklarına yönelik şiddet eylemleri
  • İnsan ve silah kaçakçılığı
  • Kara para aklama
  • Finans dolandırıcılıkları

Önümüzdeki süreçte muhtemel bir güvenlik sorunu alanı ise Yapay Zeka uygulamaları olabilir. Bu alandaki tehdit kavramının Yuval Noah Harari tarafından sıkça dile getirildiğini de biliyoruz. Öte yandan Harari pandemi konusunda yeni bir sorunla yüzleştiğimizi de söylüyor: “Bu krizi ulusalcı izolasyonla mı yoksa uluslararası işbirliği ve dayanışma ile mi göğüsleyeceğiz? Ayrıca, tek tek ülkeler bazında krizi totaliter, merkezileşmiş kontrol ve denetim ile mi yoksa toplumsal dayanışma ve yurttaşlara yetki verme yoluyla mı aşacağız?” Aslında Harari, pandemi krizi gerekçesiyle oluşacak olan  yeni güvenlik politikalarını ve bu politikaların sonuçları açısından uyarıyordu.( Bkz: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52241948 )

Noah Harari’nin uyardığı ulus devletçi politikalar açısından dünya özelinde baktığımızda ABD’nin Ortadoğu’dan ve Doğu Asya’dan çekilmesi, Çin ile olan ve temelde ticaret savaşları ekseninde gelişen gerilimi, Rusya ile olan Ukrayna gibi coğrafi güç çekişmeleri, özelde göç ve sosyal politika sorunlarının getirdiği gerilimler ile yeni güvenlik politikalarını uygulamaya geçirdiğini görüyoruz. AB özelinde baktığımızda özellikle Suriye savaşı sonrası gelişen göç sorunu, Rusya ile yaşanan enerji sorunları, Ukrayna özelinde Rusya ile yaşanan gerilim ve tabi ki küresel şirketlerin global uygulamaları karşısında fakirleşin vatandaşlarının verdiği sosyal tepkiler sayılabilir. Çin açısından bakıldığında ise ABD ile olan gerilim, Japonya ile yaşanan sorunlar, Doğu Türkistan sorunu, Rusya varlığının getirdiği tedirginlik, devamlı büyüyen bir nüfus baskısı vs. Tüm bu tehdit unsurları ile Çin devleti açısından yeni güvenlik politikalarının uygulamaya sokulduğu görülmekte…

Peki Türkiye’de durum nasıl?

Türkiye’de durum dünya genelinden pek farklı gelişmediği görülüyor. Tek bir farkla; o da Türkiye’de ciddi bir politik eksen değişiminin hissedilmesidir. Pandemi süreci öncesinde başlayan ekonomik sıkıntılar ve ardından gelen pandemi ile birlikte ciddi bir stres yaşayan Türkiye ekonomisi yüksek faiz-düşük kur yaklaşımının getirdiği uygulamalardan netice alamaması, ekonomi yönetimindeki beklenmedik değişiklikler (son 3 yılda üç Maliye bakanının ve dört Merkez Bankası başkanının değişmesi gibi), piyasalarda maliyet eksenli bir enflasyon baskısının yaşanması 20 yıllık Ak Parti iktidarını etkilemekte. 22 Kasım’da yapılan kabine toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamada iki önemli husus öne çıkmaktaydı. Öncelikle Ekonomik bir kurtuluş savaşının verildiği ve Yeni Ekonomik Programın arkasında sıkı sıkıya durulacağıydı. Üstelik Türkiye ilk defa kendi ekonomik programını uygulama fırsatı bulduğu vurgusu da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından üstüne basa basa ifade edilmişti. Yeni Ekonomik Program’ın öne çıkan birkaç başlığı var. Üretimin, ihracatın ve istihdamın artırılması ve bunun içinde düşük faiz ve yüksek kur politikasının uygulamaya konulması.

Aslında Türkiye’nin öne çıkan sorunları sadece ekonomik cephede değildi. Suriye Sorunu, Yunanistan ile yaşanan Mavi Vatan gerilimi, Libya’da Hafter ile yaşanan sorunlar dolasıyla Mısır ile yaşanan gerilimler, ABD ile yaşanan F35 krizi ve arka kapıda bekletilen Halkbank davası dosyası, Suriye ve Afganistan’dan alınan yoğun göç baskısı sorunların sadece ekonomik cephede olmadığını gösteriyordu. Tüm bu tehdit unsurları ile beraber başkanlık sistemindeki yaşanan aksaklıklar Türkiye için yeni bir siyasal rejimin sinyallerini vermesi için yeterli gerekçeler olarak gözüküyordu. Tam bu süreçte Etyen Mahçupyan Serbestiyet’te yazdığı bir metin ile buna dikkat çekiyordu: “İktidar yeni bir ‘resmi ideoloji’ öneriyor!” Peki ne diyordu Mahçupyan: “Erdoğan topluma yeni bir gelecek sunuyor. Söz konusu ekonomi stratejisi siyasi bir tercih olmanın ötesinde ‘bir siyasi tercihin’ parçası. Bu siyasi tercihi yaklaşık altı aydır İttihatçılık olarak adlandırıyorum. (…) Ortada bir devlet politikası var. İktidar koalisyonunun bütün tarafları bu yeni doğrultuda anlaşıyor. Ekonomideki tercih siyasi ve ideolojik olanın içine oturuyor. Ekonomi güvenlikle bütünleşiyor ve dış politikanın, ülkenin küresel sistemdeki yerinin kaldıracı olarak işlev kazanıyor.” (Bkz: https://serbestiyet.com/yazarlar/iktidar-yeni-bir-resmi-ideoloji-oneriyor-76895 )

Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkışmışlık eli kalem tutan herkesin hem fikir olduğu üzere sadece revizyonlarla ya da sisteme yapılacak yamalarla telafi edilemeyecek kadar derin sorunlar taşıyor. Özellikle parlamentonun ve siyasal sitemin yeni başkanlık siteminde devreden çıkması ve bir tesirinin olmayışı devlet olarak tanımlanan ve adına başkanlık denilen sistemde hiçbir faktörünün olmayışı sistemin müstakil ve otoriter bir yapıya evrilmesine neden olabilir. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendini hem AK Parti Genel Başkanı hem de Cumhurbaşkanı olarak tanımlaması pek çok siyasi mahfili eleştiriye yöneltti. Özellikle İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun; “Cumhurbaşkanının hangi olaylarda hangi unvanıyla bize seslendiğini nasıl anlayacağız. Genel Başkan mı, Cumhurbaşkanı mı konuşuyor, nasıl bileceğiz?” cümleleri ortaya çıkan sorunun müşahhas hale gelmiş haliydi.

Öte yandan Cumhur ittifakı adıyla bir koalisyon olarak duran yapı sadece bir siyasal birlik olarak da gözükmüyor. Etyen Mahçupyan bu konuyla ilgili şöyle diyor: “iktidar kartlarını gösterdi ve kendi oyununun adını koydu. Ancak topluma verilen ‘mesajı’ doğru anlamak için iktidarın kim olduğu üzerinde bir an için durmak lazım. İktidar Erdoğan değil… Onun da içinde olduğu, bir bürokratik-siyasi ağ. İçinde emeklilerin ve mafyatik unsurların da olduğu, kendilerini ‘devlet’ olarak gören ve devlet adına ideolojik sınırları çizip kararları etkileyen bir parçalı koalisyon.” Cumhurbaşkanlığı sistemi sayesinde artık ne Meclis’in ne de siyasi partilerin hükmü yok… Devletin içinde ve çeperinde yuvalanmış olan odaklar hem kendi aralarında bir denge kurmuş, hem de kişi olarak Erdoğan’ı bu dengenin güçlü bir parçası haline getirmiş durumdalar…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 22 Kasım’da yapmış olduğu konuşmanın bir bölümü aynı zamanda Mahçupyan’ın tezlerinin çıkış noktasıydı: “Karşımızdaki bu tablo bizi bir tercihe zorlamıştır. Ya ülkemizden eskiden beri hâkim olan anlayışı sürdürecektik, ya da kendi önceliklerimize göre yolumuza devam ederek tarihi bir mücadeleyi göze alacaktık. Biz mücadeleyi tercih ettik. Geçmişten beri her alanda olduğu gibi finansal kriz yönetimlerinde de çok büyük birikim ve tecrübe sahibi bir ülke olarak dünyanın içinden geçtiği dönemde fırsatları değerlendirmekte kararlıyız. Ülkemizi denklemin dışına itmek isteyenlerin kur, faiz ve fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunları görüyoruz. Biz aynı oyunu vesayetle mücadelemizde gördük. Biz aynı oyunu terör örgütleriyle mücadelemizde gördük. Biz aynı oyunu darbe girişimlerinde gördük. Biz aynı oyunu uluslararası nice hadisede, nice platformda gördük. Ülkemizin bunca tuzaktan, badireden nasıl çıkardıysak Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle bu ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız. İstihdamı arttırmanın yolunu yatırım, üretim, ihracat, büyümeden geçtiği konusunda hiç kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye’nin her kalkınma hamlesinin önünün darbe, vesayet, krizle kesilerek IMF, Dünya Bankası, mandacı iktisatçılarımız tarafından yönlendirmeye çalışıldığı gerçek işte budur.”

Uygulayama çalışılan yeni ekonomik politika aynı zamanda yeni bir siyasal zemin ip uçlarını ya da yeni güvenlik politikaları sinyallerini içeriyor. Bu yeni siyasal sistem vaadi sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir vaadi olamayacak kadar güçlü ve derinleşmiş bir vaad olarak gözüküyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İzmir’de yaptığı bir konuşmada yeni ekonomik sitemin İzmir İktisat Kongresi kararlarına dayandırması ile bir tarihsel dayanak ve çıkış ruhu eklemesi, öte yandan Cumhur ortaklığının diğer aktörü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sınırsız desteği ile devletin diğer unsurlarının desteğini göstermesi ilerleyen süreçlerde farklı manzaraların ortaya çıkaracağını gösteriyor.

Sonuç:

Her yeni sistem tartışmalarında ya da her siyasal sitem değişikliğinde yaşanacak sıkıntıların, kargaşanın 2023 seçimlerine kadar yaşanması muhtemeldir. Zaten mevcut başkanlık siteminde etkisini yitiren;

  • TBMM’nin
  • Siyasal Partilerin,
  • STK’ların
  • Ülke içerisinde varlığını ötekileşerek sürdüren farklı grupların(Aleviler, Kürtler vs.)
  • Kemalist ya da İslamcıların

artık pek etkilerinin olabileceğini söylemek güç görünüyor. Sistem içerisinde kimlerin kalıp kimlerin tasfiye edileceği şu an için bir muamma. Tüm dünyada giderek artan güvenlikçi politikaların etkisinin Türkiye için de geçerliği olacağı çok rahatlıkla söylenebilir. Görünen o ki; Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi ve öncesinde zedelenen ve ifşa olan Kırmızı Kitabını yeniden yazıyor. Kitabın içeriğini muhtemeldir ki yazanlar yani muktedirler bilecek. Ancak şurası kesin ki bu kitabın içeriği önceki kitaptan daha keskin ve sert maddeler içereceği söylenebilir. Türk toplumunun bu yeni söylem ve siyasal sisteme nasıl cevap vereceğini de zaman gösterecek.

Bekir Paksoy

Türkiye'nin meselesi hukuki standartlar. Bu konu Tanzimattan bu yana çözülemedi. Egemenliğin lafza rağmen millet/kural yerine kişi tarafından kullanılması, dağılımda sorunlara sebep oluyor. Sonumuz hukuk olsun. Teşekkür ederim, istifade ettim... Kendi adıma zihin açıcı bir analiz olmuş, kaleminiz kavi ola.

Cu, 12/17/2021 - 18:22 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 267 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.