Faizin insanların özgürlüklerini, devletlerin de vazgeçilmezi olan bağımsızlıklarını örselediğini göz ardı etmemek gerekir. Zira bireysel olarak alınan kredilerin geri ödenmesi malvarlığınızla ilgili tasarruflarınızı sınırlandırmanın (ipotek) yanında, birçok kişi bakımından hayat planlamasının borcun ve faizin geri ödenmesine göre yapılması, aksi halde bütün malvarlığını kaybetme (haciz) riski ile karşı karşıya kalınması kişi bakımından vazgeçilmez hatta kutsal olan özgürlüğü bloke etmektedir.
Devletlerin olmazsa olmazları ise egemenliktir. Bireysel özgürlüğün devletteki karşılığı, yani vazgeçilmezidir egemenlik... Zira bir ülke olsa da (Doğu Türkistan, Filistin ya da Tibet gibi) bu ülke üzerinde egemenlik yoksa o ülke ve millet ‘devlet’ statüsüne yükselemiyor. Yöneticisi ise uluslararası ilişkilerde ‘president’ (devlet başkanı) değil en fazla ‘chairman’ (toplum lideri) olarak muhatap alınıyor.
Bugün böyledir ama bunun geçmişten de örnekleri vardır. Bunun bizim tarihimizdeki örneği duyun-u umumiye idaresidir. Osmanlı Devletine 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren borç veren devletler, Osmanlı Devleti bu borcu ödemede acziyet yaşayınca, alacaklı ülkelerin kendi topraklarındaki bir takım kaynaklar üzerinde bu ülkelerin söz sahibi olmasına razı olmak zorunda kalmıştı. Cumhuriyet kurulduğunda bile konu ‘borç sorunu’ olarak masaya getirilmiş ve ancak 1953 yılında tamamı ödenebilmiştir. Böyle anlaşmaların devletlerin bağımsızlığı ile örtüşmesi söz konusu değildir. Bu yüzden Osmanlının ilgili tarihten itibaren ‘tam bağımsız’ olduğunu kabul etmek fevkalade güçtür. Türkiye’nin IMF ile borç ilişkisi yakın zamanlara kadar da (2013) devam etmiştir. Global tefeci olarak kabul edilen IMF, borç verdiği ülkenin ekonomi politikasına istikrar adına müdahale etmekte, aksi halde borcun yeni dilimini serbest bırakmamaktadır. Böyle bir durumu devletin vazgeçilmezi olan egemenlik ile bağdaştırmak ise son derece güçtür.
Faiz bu yüzden hem birey hem de devlet bakımından hukuken olmasa da fiilen köleleşmeye neden olmaktadır. Zira faiz veren her zaman güçlü konumdadır. Çünkü sermaye sahibidir. Faizli borç almak zorunda olan ise bu zorunluluğun tabii bir sonucu olarak zayıf durumdadır ve ödeyemediği her dönem için alıcıya karşı daha da zayıf duruma düşmektedir. Nitekim eski dönemlerde borcunu ödeyemeyenin köle olarak satılması dahi söz konusu olmuştur. Devletler ise faizli borç aldıktan sonra bir yandan borcu veren kurumun ekonomiye müdahalesi, bir yandan da zor durumda kaldığı için ödemek zorunda olduğu faiz bakımından sürekli bağımlılık yaşamaktadır.
Şunu da vurgulamak gerekir; borç devletlere yüksek gelirliler ya da uluslararası kurumlar tarafından verilmektedir. Geri ödemesi ise mükelleflerden alınan vergilerle yapılmaktadır. Zira borç nihai olarak yine vergi ile ödenir. Böyle bir işleyişin adil olduğunu savunmak mümkün gözükmemektedir. Bu durum uzun dönemde devletlerin siyasi istikrarı üzerinde de olumsuz etkiler meydana getirebilmektedir. 2001 krizinde global tefeci pozisyonundaki IMF’ye müracaat etmek zorunda kalan Türkiye eli mahkum bir şekilde bu kurumdan borç para almak zorunda kalmıştı. Bu dönemin bir özelliği de faiz ödemelerinin bütçenin % 85’ine ve vergi gelirlerinin de % 103’üne kadar yükselmiş olmasıdır. Bunun anlamı; bütün ülke nüfusunun bir yıl boyunca ödediği tüm vergiler borcun faizini bile karşılamadığıdır. Böyle bir durumda tam bağımsız ve egemen dolayısıyla özgür bir ülkeden bahsedilebilir mi…
Normal koşullarda, zor durumda kalana yardım etmek gerekir. İnsani ve islami durum bunu gerektirir. Ancak tefeci anlayışı ile çalışan bu banka ya da uluslararası kurumlar adeta kişi, kurum ve devletlerin iflas edip kendilerine başvurmaları için kurulmuşlardır. Bunu ilgili kişi, kurum ve devlet de bildiğinden böyle bir müracaat ancak başka çare kalmadığında devreye girmektedir. Örneğin Türkiye’nin 2001 krizinden sonra IMF’ye müracaatı böyle bir nedene dayanır.
Eğer faiz aile huzurunu ve uluslararası ilişkileri bozma potansiyeli taşıyorsa kısa vadeli etkileriyle değerlendirilmemelidir. Faiz tam da kapitalizmin ruh halini yansıtmaktadır. Zira çok parası olan paraya ihtiyacı olana, tam da onun bu ihtiyacını, hatta zaman zaman olmayan ihtiyacını var etmek suretiyle, daha çok kazanma ve kendisine bağımlı kılma mantığına dayanmaktadır. Kumar da faiz de sadece organizatörlere kazandırır. Siz hiç IMF’den borç alarak kalkınmış bir ülke ya da kumar oynayarak zenginleşmiş ve aile huzuru elde etmiş kimse gördünüz mü? Ya da; Siz hiç bankaların fakirlere karşılıksız yardım ettiğini gördünüz mü...
10 yıllık aralıklarla darbe yaparak ya da büyük ekonomik krizler oluşturarak bütün birikiminizi bir kaç günde iç ediyor, kurtarmaya yine kendisi geliyor. Aynen öldürdüğü kişinin cenaze namazına gelen mafya babaları gibi... Türkiye'de uzun yıllar uygulanan yüksek faiz uluslararası finansal sermayenin ilgisini çekti. Uzun uğraşlardan sonra, sermaye çevrelerinin bütün ayak diremelerine rağmen Türkiye IMF ile ilişkisini 2013 yılında bitirdi. Bazılarının hafife almasına rağmen, bu bir dönüm noktası oldu. Faiz lobisi bu karara sesini çıkaramadı ama elindeki opsiyonları da kullanmaktan geri kalmadı.
Devam edecek