Ne kadar çok kimliğimiz var değil mi? Neden hep gelir yalnızca birine takılırız? Doğuştan getirdiğimiz ve istesek de vazgeçemeyeceğimiz ya da inkar edemeyeceğimiz kimliklerimiz… Sonradan edindiklerimiz… Adını saymaya kalksak yarım sayfa tutar. Etnik, dini, coğrafi, mesleki, ekonomik, politik… En çok hangisidir bizi biz yapan, besleyen, zenginleştiren, hiç değişmeyen, hep aynı kalan? Bu konuyu bilim insanlarımız yazıları ve kitaplarıyla derinlemesine incelemişler aslında, ama ya okumadığımızdan ya anlamadığımızdan ya umursamadığımızdan ya da inanmadığımızdan olsa gerek, bir santim bile yol alabilmiş değiliz. Hala bu sorunlarla boğuşup duruyoruz. Bu iş benim gibi amatörlere kalırsa yol alacağa da benzemiyor gibiyiz.
İnsanımız öyle uzun boylu bilimsel tanımlardan ve analizlerden pek hoşlanmıyor. Şimdi şuraya “Kimlik nedir?” sorusuna bilimsel tanımlar alıntılasam, birçoğumuz sıkıcı diye yazının geri kalan kısmını okumayız bile. Pek haksız da sayılmayız. Konuya ilişkin analizlerin kahir ekseriyeti ya doğrudan çeviri ya da çevirilerinden kotarılmış dolambaçlı, yanlı, dayatmacı hükümler içeren derlemeler. Kimlik sorunu, modern anlamıyla bizim icat ettiğimiz bir sorun değil. Batının karşılaştığı ve doğrudan ulus devlet denilen yapıyla bağlantılı bir sorundur. Galiba biraz da bu yüzden yapılan tanımlar ve analizler yaramıza merhem olmuyor.
Kendimizi tanımlayacak ve anlamamıza yardımcı olacak yeni yaklaşımlara ihtiyacımız var.
Biz gerçekten ulus devlet olduk mu? Ben olmadığımız, olamadığımız kanaatindeyim. Bu nedenle formel bir kimlik tanımı bizi tarif etmekten uzak. İkincisi kimlik denilince aklımıza inatla ve ısrarla ‘etnisite’nin gelmesi. Etnik aidiyet tabii ki önemli ama çeşitli dış etkenlerle ulus devlet yapısının eski günlerdeki itibarını kaybetmesi (ki biz zaten olamadık) etnik temelli tanımları da zora sokmuştur (kaldı ki biyoloji bize Etnisite diye şeyin olmadığını söylüyor). Hiç kimseden aidiyetini yok saymasını bekleyemeyiz, beklememeliyiz. Ancak günümüz dünyasında yarını/geleceği etnik temelli bir anlayış üzerine kurmak, sahip olduğumuz ve olmamız gereken onlarca kimliğimizin yalnızca birisini ön plana çıkarmak olur. Kaldı ki son derece mobil bir dünyada, insanların binlerce kilometre uzaklıktaki ülkelere -bireysel ya da gruplar kimi zaman kitleler halinde- göç etmeleri, hayatlarının geriye kalan kısmını orada geçirmeleri, etnik hassasiyeti de geride bırakan bir tablo yaratmaktadır. Bir ülkenin baskın etnik yapısına mensup biri, herhangi bir baskı ya da mağduriyet yaşamadığı halde, bir başka ülkeye göç ediyorsa ve çoğu kez gittiği ülkenin kimliğini/pasaportunu taşıyorsa, burada biraz durup düşünmek gerekmez mi? Böyle bir durumda kimlikle etnisiteyi özdeşleştirmeye devam edebilir miyiz?
Etnik kimlik önemini, farklı etnik grupların varlığına borçludur. Eğer yaşadığımız topraklarda yalnızca bir tek etnik grup olsaydı, etnik kimlik ya da etnik sorun diye bir sorun yaşamayacaktık. Peki etnik kimlik bütün kimliklerimizi içine alacak kadar güçlü ve kapsamlı mı? Her durumda ve zamanda bunu vurgulama gereğini duyar mıyız? Bunun tekrarından büyük bir keyf alır mıyız? Kişisel olarak hiç birine yürekten evet diyemiyorum. Bunu bir malın üzerindeki etiket gibi görüyorum. Etiket malın sadece itibari değerini gösterir; arz ve talebe bağlı olarak değişiklik gösterir. Taşıdığımız kimliklerden hangisi bizi toplumda ayakta tutmaya yarıyorsa, yaslanabileceğimiz sosyal ve entelektüel bir dayanak sağlıyorsa, saygı görmemize vesile oluyorsa, o kimliğimizi ön plana çıkarırız. Bu da kimliklerimizin zamana ve mekana göre değişikliklere açık olduğu anlamına gelir. Herkesin Amerikalı olduğu bir ortamda kimse Amerikalılığını vurgulama ve bundan psikolojik bir tatmin sağlama girişiminde bulunmaz. Böyle bir ortamda belki politik ya da mesleki kimliğimiz, etnik kimliğimizi geride bırakır. Yetmişli yıllara bir bakalım. İnsanlar kendilerini tanımlarken etnisite yerine daha çok sağ ve sol kavramlarını kullanıyorlardı. İnsanlara, örneğin: “Türk müsün?”, “Kürt müsün?” diye sorular sorulmuyordu. İdeolojik kimliğimiz daha önemliydi. Kavga, üstünlük, taraftarlık bu zeminde yapılıyordu. Kendilerini bu iki kavram dışında tutanlar da kimlik tanımlarını yine ideolojik bir temelde yapıyorlardı. Bir İslamcı için etnik kimlik mutlak surette ikinci plandaydı. Hatta kimi zaman bütünüyle göz ardı edilebiliyordu. Örneğin etnik kimlik yerine yine dini bir kimlik olarak kabul edilen ümmet kelimesi kullanılıyordu. Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kimi zaman bir mezhep, kimi zaman bir kavram öne çıkar ya da çıkarılır. İlerici-gerici, laik-antilaik tartışmalarını hatırlayalım. Bu tartışmalarda etnisitenin esamesi bile okunmaz. Kaldı ki günümüz dünyasında kimliklerin “akışkan” ve “değişken” bir yapısı olduğunu hepimiz biliyoruz. Dahası yine yüksek mobilite kişilerin kendilerini, eskiden olduğu kadar kolaylıkla takdim etmelerini engellemektedir. Özellikle etnik kimlik konusundaki bu değişim çok daha belirgindir. “Nerelisin/iz”, “Kimsiniz?” sorusuna, bir çırpıda “Şuralıyım” ve “Şuyum” demek o kadar da kolay değil. Ya da hangi etnik kökendensin sorusuna “Aslında” diye başlayan, anne ve babanın farklı kentlerden, farklı mezheplerden, farklı etnisitelerden olduklarını, kendisinin şu kentte doğup, şu kentte yaşadığını söyleyerek cevaplayacaktır. Çoğumuzun sıklıkla karşılaştığı bir durumdur budur.
Yani? Yanisi şudur; modern zamanlarda kimlik konusu eskisi kadar kolay bir biçimde tanımlanamamaktadır. Biz, hangi kimliğimiz tehdit altındaysa daha çok o kimliğimize sarılırız. Dindar bir insan için dini kimlik diğer bütün kimlikleri ikinci plana atarken, bir liberal için önemli olan ekonomik kimlik, ideolojik takılan birisi de ideolojik kimliğiyle bilinmek ister. Che’yi etnik kökeniyle değil ideolojisiyle biliriz mesela… Dahası biraz irdelendiğinde kendimizi ait sandığımızdan farklı bir kökenimiz olduğuna da tanık olabiliriz. Bu ülkede kaç kişi gerçek anlamda yedi göbek ötesini bilir mesela.
Sonuç olarak; etnik kimlik her şeyin başlayıp bittiği yer değildir. İnsanlar kendilerini ait hissettikleri etnik grupla anılmak isteyebilirler ancak bunu bir çatışma/kavga nedeni olarak kullanmaları anlamsız ve yararsızdır. Anlamlı olan hangi ülkede yaşarsa yaşsın, yaşadığı ülkenin eşit bir bireyi olarak eşit haklara sahip olmayı talep etmesidir. Kimlik beyanı konusunda daha şanslı olanların başı göğe ermiyor, bütün sorunlarını çözmüş olmuyor ve mutluluktan uçmuyorlar. Bize düşen onlarca ortak özelliğimizi bir tek unsura boğdurmadan ülkemizin refahı ve mutluluğu için çalışmak, derlenip toparlanmaktır.