Türk kültüründe “ad” çok eskilerde alınan, sonrasında verilen olsa da karakterin ve yaşamın “ad”a göre şekillendiği kabulünde pek bir değişiklik olmamıştır. Sultan I. Mehmet nam-ı diğer Çelebi Mehmet’in kızı Selçuk Hatun’un da, ad ile ilgili kabulden hareket edersek tam “ismi ile müsemma” biridir. Tıpkı Selçuklular gibi zorluklarla geçen yaşamında hiç mücadeleyi bırakmamış, itibarı sarsılmamış, sözü geçkin gücü etkin olmuştur. Ve tıpkı Selçuklular gibi tarihte önemli bir yere sahip olmasına rağmen hak ettiği kadar söz edilen biri olmamıştır.
Çelebi Mehmet’in altı oğlu ve yedi kızı vardır. Selçuk Hatun, 1407 yılında Amasya’da doğar. Amasya ilginç bir şehirdir. Yeşilırmak’ın bereketi ve güzelliğinden nasipleniyorsa da, aslında çetin bir coğrafyası vardır. Rahmetli Barış Manço o ünlü “Dağlar dağlar” şarkısını Amasya’da askerlik yaptığı sırada yazmıştır. Şehir tam da kendisinin “kurban olam yol ver geçem” dediği gibi dağlarla çevrilidir. Amasya bir anlamda yaşamı sembolize eder. Dağlar size yaşamın zor zamanlarını ve sebatla yol almanız gerektiğini hatırlatır. Yeşilırmak ise yaşamın kolay zamanlarını ve huzurla bu anları yaşamınız gerektiğini söyler.
Selçuk Hatun’un çocukluk zamanları Osmanlı için zor bir dönem olan Fetret Devri’ne denk gelmiştir. 1402 yılında Türk tarihinin iki büyük komutanı Emir Timur ile Yıldırım Bayezid Ankara Ovası’nda karşılaşmış ve savaşı Emir Timur kazanmıştır. Selçuk Hatun’un dedesi Yıldırım Bayezid’ın bu yenilgisi sonrası Osmanlı Devleti için zorluklarla geçecek “Fetret Devri” başlamıştır. Anadolu Beylikleri arasında genel kanaat Osmanlıların bir daha toparlanamayacağı yönündedir. Beylikler yeniden organize olurken beklenenin tersine Çelebi Mehmet 1413 yılında işleri düzene sokmuş ve bir anlamda Osmanlı küllerinden yeniden doğmuştur.
Hayat her zaman sınar. “Fetret Devri”ndeki zorluğun benzerini kuruluş aşamasında Selçuklular da yaşamışlardır. Her şey yolunda giderken 1034 yılında Şah Melik baskını sonrası hemen hemen her şeylerini kaybederek Horasan’a göç etmek zorunda kalmışladır. Onlar için de genel kanaat bir daha toparlanamayacakları yönünde olmuştur. Gazneli tarihçi Beyhaki Selçukluların soğuk bir kış günü atlarına eyersiz binmiş vaziyette, aç bilaç perişan halde nasıl geldiklerini anlatır. Müsibet ders alındığı zaman anlamlıdır. Selçuklular da derslerini çok iyi almış ve 1040 yılında Dandanakan Savaşı sonrası 8 milyon km2 den fazla alana yayılan devletin kurucusu ve hakimi olmuşlardır. Osmanlılar da “Fetret Devri”nde yaşadıkları zorluktan derslerini çıkararak “Devlet-i Ali” statüsüne geçmiştir.
Sistemin yenilenmesinden yana olan Çelebi Mehmet’in kızına “Selçuk” ismini verirken gerçekte ne düşündüğünü bilebilmemiz mümkün değil. Ama fikir yürütebiliriz. Kızının tıpkı Selçuklu gibi “devletli” olmasını istemiş olabilir. Ayrıca siyasi ortamın etkisini de dikkate almak gerekir. Osmanlılar, Selçukluların yıkılışı sonrası Anadolu Beylikleri tarafından en az ciddiye alınandır. Bunun pek çok sebebi vardır. Birincisi Anadolu’ya hepsinden daha geç gelmiştir. Ekonomik durumları hepsinden daha aşağıda seviyededir. Bizans ile sınırdaş olmaları nedeniyle güvenlik sorunları vardır. Kısacası Osmanlılar Selçuklu’nun mirasçısı olarak görülmemektedir. Karasioğulları ve Candaroğulları bile bu kibrin uzağında beylikler olmalarına rağmen kanaatleri pek farklı değildir. Çelebi Mehmet kızına “Selçuk” isimini vererek belki de, diğer beyliklerin nasıl düşündüğüne aldırış etmediklerini ve kendilerinin de Selçuklu mirasçısı olduğunu beyan etmek istemiştir. Kim bilir?
Osmanlılar durumlarının farkındadır ve akıllıca bir strateji takip etmiş Anadolu Beylikleri ile didişmek yerine gözlerini daha kolay olan Balkanlara dikmişlerdir. Herkes gibi onlar da Doğu Roma’nın efsanevi başkenti Konstantinopolis’i feth etmek istemektedirler. Selçukluların da niyetlendiği ve İznik’e kadar gelseler bile Haçlı Seferleri ile vaz geçmek zorunda kaldıkları o meşhur Konstantinopolis. İlginç olan, Selçuk Hatun bu isteğin gerçekleştiğini görecek kadar uzun yaşayacaktır.
Selçuk Hatun 1425 yılında 18 yaşında bir genç kız iken Candaroğlu İbrahim Bey ile evlendirilir. Bu evlilik siyasi bir evliliktir. Osmanoğulları ve Candaroğulları ittifakının pekiştirilmesi amacıyla kardeşi Sultan Murat da eşi İbrahim bey’in kızı ile evlenmiştir. Selçuk Hatun için doğduğu şehir Amasya’nın coğrafyasına, ismini aldığı büyük devletin ruhuna benzer yaşamı başlar.
Selçuk Hatun gelin olarak Kastamonu’ya gitmiştir. Kayınpederi, eşinin babasının İsfendiyar Bey’in idaresi 54 yıl sürmüş ve 1439 yılında vefat edince ancak kendi eşi İbrahim Bey tahta geçebilmiştir. Hayat garipliklerle doludur. İbrahim Bey’in babasına göre oldukça kısa bir saltanatı olmuş, tahta geçtikten 4 yıl sonra vefat etmiştir. Yönetime İsmail Bey geçince Selçuk Hatun iktidar mücadelesi içinde yer almayarak Bursa’ya geri dönmüştür.
Candaroğlu İbrahim Bey ile 18 yıl evli kalmış ve dört çocuğu olmuştur. Ve acıların en büyüğü olan evlat acısını yaşamış, Yusuf ile Hafsa, Kastamonu'da babalarının sağlığında ölmüştür. Selçuk Hatun’un yaptırdığı türbeye defn edilmişlerdir. Diğer çocukları İshak Bâlî ile Hatice kendisi ile birlikte Bursa’ya gelmişler, bir süre sonra İshak Bâlî burada vefat etmiştir. Tek sağ kalan evladı Hatice Hatun olmuştur.
Bursa’ya döndükten sonra yeniden evlendiği ile ilgili bilgiler varsa da bu konu tartışmalıdır. Kimileri ümeradan Mahmut Bey ile evlendiğini ve bu evlilikten Hundi Hatun adlı bir kızlarının doğduğunu söylerken, kimileri de Anadolu Beylerbeyi Karaca Paşa ile evlendiğini ancak bu evliliğin Karaca Paşa’nın bir yıl sonra şehit olması ile uzun sürmediğini söylemektedir.
Her zaman aşk ve evlillik hikayeleri merak uyandırır. Ancak Selçuk Hatun için dikkatimizi vermemiz gereken nokta babası Çelebi Mehmet, kardeşi II. Murat, yeğeni Fatih Sultan Mehmet ve yeğenin çocuğu II.Bayezid şeklinde 4 Osmanlı sultanın saltanatına şahitlik eden bir ömrü olmasıdır. Ve bu durum onun itibarına itibar katmıştır. Soy büyüğü haline gelen Selçuk Hatun Fatih döneminde “Hala Sultan” ya da “Hala Hatun” olarak anılırken II. Bayezid döneminde “Ulu Hala” olarak anılır hale gelmiştir.
Selçuk Hatun’un ömrünün son zamanı, tıpkı ömrünün ilk zamanı gibi Osmanoğullarının taht çekişmesine denk gelmiştir. 1483 tarihinde Cem Sultan Bursa’yı işgal ettikten sonra kendisinden elçi olarak kardeşi Sultan II. Bayezid ile görüşmesini istemiş; yanında Fatih Sultan Mehmet’in şehzadeliğinde hocası olup Bursa’da oturan Molla İlyas ile Müverrih Şükrullah’ın oğlu Ahmed Çelebi ile birlikte “Ulu Hala” sıfatı ile İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştır. Zorunda kalmıştır diyorum çünkü o kadar şey yaşadıktan sonra o yaşında Bursa’dan İstanbul’a gitmeyi pek anlamlı bulmasa gerek. Ancak hanedanın yaşayan en yaşlı üyesi olarak hem devlet için hem de aile için “kan dökülmemesi” adına bu görevi yerine getirmiştir. Sultan II. Bayezid’e Cem Sultan’ın teklifini iletmiştir. Teklif Rumeli’nin II.Bayezid’e, Anadolu’nun ise Cem’e kalmasıdır. Konstantinopolis’i binbir zahmet ile almışken devleti ortadan ikiye bölmek teklifi bugün bile kulağa tuhaf geliyor. Sultan II.Bayezid “Ulu Hala” Selçuk Hatun’u çok iyi karşılaması ve ağırlamasına karşın teklifi kabul etmeyeceğini beyan ederek onu Bursa’ya uğurlamıştır.
Selçuk Hatun dönüşte hastlanmış ve Sultan II. Bayezid “Ulu Hala”’yı tedavi etmesi için dönemin meşhur hekimi Yakut’u Bursa’ya göndermiştir. Selçuk Hatun 25 Ekim 1485 tarihinde vefat eder. Bursa’daki Yeşil Türbe’ye, babasının yanına defn edilir. Çinilerle süslü olan sandukasında şöyle yazılıdır: “Sultan Gazi Yıldırım Han’ın oğlu Büyük Sultan ve Saygıdeğer Hakan Sultan Mehmet kızı merhume Selçuk Hatun 25 Ekim 1485 tarihinde vefat etti”
Selçuk Hatun’un inşa ettirdiği yapılardan ve bu yapıların bakımı için vakfettiği mülklerden oldukça yüksek bir gelire sahip olduğunu anlıyoruz. Osmanlı hanedan üyesi olmasından dolayı bunu olağan gören çok çıkacaktır. Ancak dönemin diğer kültürlerine özellikle de Avrupa’ya baktığımızda hanedan üyesi olan ya da asil aileden gelen kadınların mülk edinmelerinin dahi oldukça sıkıntılı olduğunu hatırlanmalıdır. O zaman sadece Selçuklu ya da Osmanlı değil Timurlu, Safevi, Memlüklü dahil olmak üzere tüm Türk-İslam kültürlerindeki kadın vakıflarının önemi daha iyi anlaşılır.
Selçuk Hatun’un Bursa’da inşa ettirdiği mescidi, zaviyesi, imareti ve bir köprüsü dışında Edirne’de ve İstanbul’da birer mescidi daha vardır. Kastamonu’da evlatları için de bir türbe yaptırmıştır. Tüm bu yapıların vakfiyelerinde Selçuk Hatun’un karakterine ve dönemin ruhuna ait çok hoş bilgiler edinebilmekteyiz.
Selçuk Hatun vakfiyesinde kızı Hatice Hatun’a vakfın gelirlerinden her sene 5400 akçe, torunu Hundi Hatun’a 720 akçe verilmesini şart koşmuş ve azatlı kölelerini de ayrı tutmayarak onlara da maaş bağlanmasını istemiştir. Vakıf akarları içerisinde yer alan bahçelere her sene çeşitli meyve ağaçlarından olmak üzere yüz adet fidanın dikilmesini şart koşmuştur. Diğer şartlarından biri de Bursa’da mescidinde her cüz için günlük birer dirhem verilerek her gün kendisi için 10 cüz, annesi Kumru Hatun için bir cüz, oğulları Yusuf Çelebi ve İshak Bâlî ile kızı Hafsa Hatun için birer cüz okunmasıdır.
Her dönem kendi şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda ele alınmalı. Selçuk Hatun, Selçuklulardaki ata binen, silah taşıyan, emrinde askerleri ile fetihler yapan kadınlara pek benzemiyor olabilir. Osmanlıların geniş bir coğrafyada çok farklı kültür ve etnik yapıya sahip olduğunu unutmamak gerekir. Yaşadığı değişim ve dönüşümler de hesaba katılmalıdır. Selçuk Hatun’un yaşamından anladığımız, ismi ile müsemma olması dışında, hatun kişiye ihtimam gösterme, yaşam mücadelesinin takdiri ve kendine ait gelirini nasıl idare edeceği konusundaki özgürlüğün Selçuklu dönemi kadınlarından pek de farklı olmadığıdır.
Yeni yorum ekle