Minyatür sanatımızın UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi'ne kaydedilmesi kültür ve sanat tarihimiz açısından çok mutluluk verici bir haber. 16 Aralık 2020 tarihinde Dışişleri Bakanlığımızın web sayfasında yapılan açıklamaya göre, Türkiye, Azerbaycan, İran ve Özbekistan'ın ortaklaşa sunduğu 'Minyatür Sanatı' adlı çok uluslu dosya ile 14- 19 Aralık 2020 tarihlerinde sanal olarak düzenlenmekte olan 15'inci Somut Olmayan Kültürel Miras Komite Toplantısı'nda alınan karar sonucunda artık listede. Minyatür denilince akla gelen coğrafyaların ortaklaşa tavır içinde olmaları da anlamlı olmuş.
Peki nedir bu minyatür?
Minyatür sanatı ile ilgili açıklamalarda genellikle hacim, ışık gölge ve çizgisel perspektif kullanılmadığı yazar. Oysa minyatür değişimin esas kabul edildiği bir zihniyetin yansımasıdır. Bu sanata ilişkin açıklamaları bağlamından kopararak yaptığınızda Yanlışa adım atmış olursunuz. 13. yüzyılda Anadolu’daki minyatür sanatı ile 14. yüzyılda Horasan’daki minyatür sanatı arasında bariz farklar vardır. Konuları bakımından da böyledir. Seferleri anlatan bir eserin resimleri ile aşk öyküsüne ait bir tasvir de aynı özelliklere sahip değildir. Hacimlerin, ışık-gölgenin olduğu minyatürlere de rastlarsınız, olmayanlara da. Tek bir sahneyi anlatan da vardır, aynı sayfada birden çok sahnenin tasviri yapılmış olan da. Aynı anda farklı işlerle uğraşanların gösterildiği minyatürler, paralel evren teorisinin görsele dökülmüş hali gibidir. Bu yüzden de kullanılan tek yönlü bir bakışa dayalı bir perspektiften söz edilemez. Minyatürde çizgisel ve hava perspektifi kullanılmamıştır diyenler, detaylarda çizgisel perspektifin uygulandığını gerçeğini gözden kaçırmış olur. Hatta bir Babür minyatüründe pencere açıklıklarından görünür şekilde resmedilmiş Hindistan panoramasını izleme şansını yakalayabilirsiniz. Minyatür için açıklamanızı Osmanlı’da 16. yüzyılda üretilmiş bir eserden hareketle yaparsanız, Osmanlı 17. yüzyıl minyatürlerini anlamakda bile sorun yaşarsınız. Bağdat’ta üretilen ile İstanbul’da üretilenin de aynı olmadığı gerçeğini de ıskalarsınız.
Kısacası minyatür bir resim sanatıdır. El yazmaları içinde yer alması, çok yönlü mantık esasında bir resim anlayışını takip etmesi ya da ölçek, hacim ve perpektif kabullerinin farklı olması bu gerçeği değiştirmez. Minyatürler bu yönüyle dönemin giysilerinden mimarisine, sosyal hayatından askeri seferlerine kadar her türlü bilginin görsel belgeleridir bir bakıma.
Amma velakin bu önemli ve gurur verici haber verilirken atılan başlıklar, kendi kültürümüzden ne kadar habersiz olduğumuzu ve neye sevindiğimizi bile aslında pek bilmediğimizi gösterdi. Başta TRT Haber olmak üzere, “Türk süsleme sanatı minyatür UNESCO'nun listesinde” şeklinde başlıklar bunun en açık ifadesidir. Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinde “Minyatür Sanatı” ifadesinden bu sanatımızın bir süsleme sanatı olarak görülmediği ve başvuru dosyasının özenle hazırlandığı anlaşılıyor. Ama toplumun geneli ve hatta bu sanatla uğraşan çoğu kişi, insanlığın somut olmayan kültürel mirasına giren bu sanatımızın nasıl bir sanat olduğunu halen idrak edebilmiş değil. Genel kabulün değişmesi için gayret göstermediğimiz sürece de kültürün devamı için verilen çabaların istenen sonuçlara ulaşabilmesi de zor. Üstelik, süsleme sanatlarının bile bezeme ötesinde bir niteliğe sahip olduğu bir gerçekken minyatürün hiç bir şekilde el yazması daha renkli görünsün diye yapılmadığının da anlaşılması gerekir.
Eleştirimi ne kurum ne de kişiler için yapıyorum. Genel bir yanlışın ve yanılgının nasıl kabul gördüğünü dile getirmekteyim. Yıllar önce yine aynı düşünceler ile "Resim Yok Minyatür Var: Geleneksel Sanatlar İçinde Bir Galat-I Meşhûrun Meşruiyeti Üzerine" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. O yazımda şöyle demiştim: “Öncelikle, minyatür ile kast edilen resim sanatının amacı kitabı süslemek değildir. Kitapların süslenmesi geleneksel sanatlardan tezhibin sorumluluk alanıdır. El yazma eserlerin konusunu destekleyen bu tasvirler metin ne anlatıyorsa onu anlatır. Siyasi tarih ile ilgili bir eser içinde süsleyici karakteri hoş geldiğinden Leyla ile Mecnun eserinden bir sahneyi görmek mümkün değildir”
Minyatürün resim sanatı olduğunu üzerine kapsamlı çalışmalardan biri, uluslararası duayen Türk araştırmacıları Serpil Bağcı, Günsel Renda, Filiz Çağman ve Zeren Tanındı tarafından hazırlanmış ve “Osmanlı Resim Sanatı” adı ile Kültür Bakanlığı tarafından basılmıştır. Yine bu kapsamda kıymetli Banu Mahir’in Osmanlı Minyatür Sanatı ve Tülün Değirmenci’nin “İktidar Oyunları ve Resimli Kitaplar: II. Osman Devrinde Değişen Güç Simgeleri” isimli eşsiz çalışmalarını da unutmamak gerekir. Betül Bilgin ve Şehnaz Biçer hocalarımızın bu sanatın hem icrasında hem de bilimsel derinlikte araştırılmasındaki gayretleri de zikredilmelidir.
Ancak halen minyatür sanatı hakkında, resmi kurum ve kuruluş sayfalarında dahi yanlış açıklamalarının yapılmaya devam edildiği görülüyor. Örneğin https://www.kulturportali.gov.tr/portal/minyatursanati sitesindeki minyatür açıklaması kültür diplomasi yarışında kendi kendimizi nasıl baltaladığımızı da göstermekte. Sayfanın aşağısında bu açıklamanın “http://www.yazmanadir.yek.gov.tr/Home/ShowLink?LINK_CODE=156 adresinden 27.11.2017 tarihinde alındığı” ifade edilmektedir. Yanılgı ve yanlışlarla dolu açıklamanın kaynağının Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yazma ve Nadir Eserler Daire Başkanlığı’nın sayfası olması daha da üzüntü vericidir.
Bu önemli resmi web sayfasında bu sanatta perspektif olmadığı söylenmiş, üstelik de anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmak amacı ile perspektifin kullanılmadığı belirtilmiştir. Oysa bu açıklama yapılırken, hangi konu, hangi eserde, ne zaman resmedilmiş şeklinde sorulacak sorulara verilecek cevapların minyatürün özü ve ruhu hakkındaki çeşitliliği de yansıttığı dikkate alınmalıydı. Bu bağlamda minyatürün, sebepler ve sonuçlar bileşkesi gerçeğini yüzyıllar önce keşfetmiş, içselleştirmiş bir kültürün eseri olduğundan söz edilmeliydi. Batı dünyası henüz yeni yeni holistik-saçaklı(puslu) mantık diyerek siyah-beyaz ikili mantığını terk etmeye çalışırken, bu yaklaşıma sahip Türk-İslam kültürünün yüzyıllar öncesinde minyatürde holistik mantığı nasıl görsele aktardığı anlatılmalıydı.
Açıklamada duvar resmi örneğinin sadece Emevilerde olduğunun yazılması hatasına değinmek bile istemiyorum. Bunu yazan kişi, duvar resmi konusunda Abbasi, Selçuklu, Timurlu, Safevi hatta Osmanlı diye uzayıp giden liste olduğunu nasıl göz ardı edebilmiş, anlamak mümkün değil. En çok takıldığım Avrupa resminin kıyaslama için seçilmesi idi. “Uzaklık ve boy, renk veya gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir.” şeklinde yazılan cümle Batı resim sanatının hareket noktası olarak biricik bir kıstas olarak görülmesi sonucudur. Oysa sanatta doğru yanlış, iyi kötü diye ayrım olmaz. Her bir kültürün diğerinden farklıdır. Bu nedenle de farklı estetik ifadeleri olur. Biri diğerinin kıyas kriteri olarak düşünülemez. Takdir odağında saygı duymamız gerekir. Minyatür de o takdiri ve saygıyı fazlası ile hak ediyor.
Ayrıca Avrupalı sanatçıların, içinde minyatürün de yer aldığı Doğu Sanatının anlatım zenginliğini , ancak 19. yüzyılda fotoğraf makinesinin icadı ile kavrayabildiği gerçeğini de unutmayalım Görüneni olduğu gibi yansıtmakta daha başarılı olan teknolojinin ortaya çıkması, resim sanatının nasıl olması gerektiğini sorgulama sonucunu doğurmuştur. İzlenimcilik akımı ile başlayan süreç sonrasında dışavurumculuk ve kübizm diyerek devam etmiştir. Duchamp, Malevich, Kandinsky, Munch ya da Picasso gibi sanatçılar Rönesans ya da Barok dönem resminin sanat değil zenaat olduğu eleştirilerini getirmiştir. Ve günümüzde fen ve tıp bilimindeki çalışmalar ile de artık görünenin olduğu gibi algılanması diye bir gerçeğin olmadığını, algılarımızın yönlendirmesi altında bir görme biçimimizin oluştuğunu ortaya koymuş durumdadır.
Stuard Davis (1894-1964) ve Clarence Wienstock (1910-1964), aralarındaki yazışmalarda çağdaş resim sanatı ile ilgili şu görüşleri paylaşırlar: “Sanat hiçbir zaman doğanın bir ayna yansıması olmadı ve olmayacaktır. Doğanın taklit edilmesine yönelik çabalar başarısızlığa mahkumdur. Sanat çeşitli araçlarla doğanın anlaşılması ve yorumlanmasıdır.”
Doğanın taklit edilmediği çeşitli araçlarla yorumlanmış bir dünya sunan minyatürü siyah ve beyaz şeklinde kesin ve keskin ayrımlar yapan ikili mantık ile anlayabilmek mümkün değildir. Nitekim mümkün olmadığını yukarda sözünü ettiğimiz haber başlıkları ve açıklamalarda da görüyoruz.
Minyatürün ne muhteşem bir sanat olduğunun daha anlaşılır hale gelmesi amacıyla bir örnekten kısaca söz etmek istiyorum. Bu minyatür Safevi hükümdarı Şah Tahmasp için yapılmış olan Nizami Hamse’si içindeki Hz.Muhammed’in miracı ile ilgilidir. Hz.Muhammed’in bu mucizevi yolcuğunu Burak üzerinde Cebrail’in rehberliğinde gerçekleştirdiği İslam dünyasında genel kabuldür. Burada sanatçılar sol tarafta Cebrail’i yüzü Hz.Muhammed’e dönük ama eli ileriyi gösterir şekilde resmetmişlerdir. Giderek yükseğe ve başka boyuta doğru ilerlendiği intibası bulut yığınlarının sayfanın altında yoğunlaşır şekilde yapılması ile sağlanmıştır. Resimde eşlik eden melekler ve ellerinde taşıdıkları nesnelerin sembolik anlamından çok sahip olunan gerçeklik algısı üzerine odaklanmak gerekir. Sağ alt tarafta geride bırakılan dünya yuvarlak şekilde ve onu çevreleyen atmosferi ile birlikte gösterilmiştir. 1539-1543 arasına tarihlenen dini konulu bu resimde işlenen astronomi ile ilgili bu gerçeği, yaklaşık 100 yıl sonra Galileo Galilei ifade ettiği için 1632’de Engizisyon mahkemesinde yargılanacaktır.
Türk-İslam resim sanatı için minyatür tanımlaması bile dar gelirken bu sanata süsleme demek takdir ederseniz ki hiç uygun düşmüyor. Elbette bu sanatımızın tüm dünya tarafından takdir edilmesi için emeği geçenlerin çabası gerçekten takdire şayandır. Ne var ki bu tanıtıma öncelikle kendi ülkemizden başlamamız gerektiği gerçeği ile de yüzleşmemiz acı bir durum.
Yeni yorum ekle