Rahmetli Turan Yazgan Hoca 1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliği dağılıp bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin ortaya çıktığı ve ilk olarak Latin alfabesine geçme meselesinin tartışıldığı günlerde, Erciyes Üniversitesinde verdiği bir konferansta, “Alfabe meselesi bilim adamlarına bırakılacak bir konu değildir. Türk dünyasında alfabe birliğini sağlayacak olan liderlerdir. Liderler oturup bu konuyu konuşmalıdır.” mealinde laflar etmişti. 1990 yılından itibaren başlayan alfabe tartışmalarıyla ilgili akademik toplantılara katılmış, belli bir görüş sahibi genç bir akademisyen olarak bu sözlerden alınmıştım. Aradan 30 yıl geçti, alfabe meselesi hâlâ halledilemedi. Halledildiği düşünülse bile Turan Hoca’nın ve bizim hayal ettiğimizin çok uzağında alfabeler oluştu. Aynı Sovyetler Birliği döneminde her bir cumhuriyet ve topluluğun alfabelerinin birbirinden farklı olduğu gibi... Ocak ayının sonlarında Kazakistan’ın Latin harfli yeni alfabesinin kabul edildiği haberleri yazılı ve görsel basına düşünce Turan Hoca’nın ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anladım. 30 yıllık bu süreçte önce Azerbaycan ve Türkmenistan, ardından Özbekistan Latin harflerine geçti. Şimdi de Kazakistan bu süreci devam ettiriyor ve 2031 yılında tamamlayarak tamamen Latin harflerine geçme planları yürütüyor. Hiç şüphe yok ki ardından Kırgızistan da bu sürece dâhil olacaktır.
Türkler dünyada en çok alfabe değiştiren millet olma vasfını elinde bulunduruyor. Bu kadar değişiklik pek hayra alamet sayılmaz. Çünkü alfabe değiştirmek demek, yıllardır biriktirdiğiniz yazılı eserlerinizi bir anda bir kenara bırakmak; insanların bilmediği, tanımadığı bir alfabeyi kabul etmek demektir. Eski dönemlerde yazılı eser birikiminin sınırlı olması sebebiyle bu geçişsin az sancılı olduğu söylenebilir. Peki Türk dünyasında son yüz yıldır yapılan değişiklikler için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Türkiye bu konuda biraz şanslıdır. Çünkü, son yüz yılda Göktürk, Uygur, Karahanlı, Harezm, Kıpçak, Çağatay, Selçuklu ve Osmanlı döneminde yazılmış eserlerin büyük bölümü ülkemizde Latin alfabesiyle yayımlanmıştır. Yani yazılı tarihî mirasımız bugünkü nesillere kazandırılmıştır. Hâlâ eski metinleri okumak, kaynakların özgün biçimlerine gitmek isteyen insanlar için Osmanlıca öğrenmek zor değildir. Ayrıca bazı fakültelerde bu ders yeterli seviyede verilmekte olduğundan bugün ülkemizde kalan Osmanlı eserlerini ve arşiv belgelerini okuyup yayımlayacak sayıda yetişmiş insanımız mevcuttur.
Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları için Latin alfabesine geçiş süreci bizimki kadar zor değildir. Çünkü, genel olarak 1920’lerden itibaren bir yazı diline kavuşup Kiril alfabesiyle sınırlı sayıda eser oluşturdukları için geride bırakılan yazılı miras ah vah edecek nitelikte ve nicelikte değildir. Sovyetler Birliği döneminde Rusçanın bütün imparatorluğun ortak bilim, edebiyat ve sanat dili hâline getirildiğini, millî dillerin üniversite seviyesinde okutulmadığını, millî dillerle meydana getirilen yazılı mirasın bir bölümünün de Sovyet politikaları ve propagandası doğrultusunda yazıldığını hatırlayalım. Bu yüzden Türk Cumhuriyetleri 1921-1991 yılları arasındaki 70 yıllık dönemde yazılan eserlerden çok azını yeni alfabelerine aktarma gereği duyacaklardır.
Biraz tarihe dönelim. Latin alfabesine geçme teşebbüslerinin ilk kez 1860’lı yıllarda Osmanlı ülkesinde konuşulduğunu biliyoruz. Çünkü 1839 yılında Tanzimat Fermanı okunmuş, 1876’da I. Meşrutiyet ilan edilmiş, Türkiye resmen yönünü Avrupa’ya çevirmiştir. Osmanlı ülkesinde gazetelerin yayımlanmaya başlaması Latin alfabesi sürecinin gündeme gelmesinde ilk etkendir. Gazetelerin günlük basılması için basım işlerinin, okur sayısının artırılması ve gazetenin yaygınlaştırılması için okumanın kolaylaştırılması gerekir. Bu da ancak iki yolla olabilir. Birincisi Arap alfabesini ıslah etmek, ikincisi ise Avrupalılar gibi Latin alfabesini kullanmaktır. Alfabenin ıslah edilmesi, kolay okunur hâle getirilmesi tartışılıp kimi küçük adımlar atılmışsa da 1928 yılına kadar önemli yol alınamamıştır. Çabaların en dikkat çekenini, Enver Paşa icadı olan ve birbirinden tamamen ayrı yazılan huruf-ı munfasıla yani ayrı yazılan harfleri hatırlatalım.
Türklerin Latin alfabesine geçme sürecinde birkaç adım vardır. Türkiye’deki Batılılaşma hareketleri gibi, Azerbaycan’da, Tataristan’da ve Türkistan’da gelişen Ceditçilik hareketi bunlardan biridir. Gaspıralı İsmail, Kırım’da, İstanbul Türkçesine dayalı ortak iletişim dili ile yayımlayıp bütün Türk dünyasına dağıttığı Tercüman gazetesiyle “dilde, fikirde, işte birlik ülküsü”nü gerçekleştirmek için ilk somut adımları atmıştır. Latin alfabesiyle ilgili ilk hamle Azerbaycan’dan gelmiş, 1922 yılından itibaren yeni alfabeyle kimi kitaplar yayımlanmaya başlanmış, 1925 yılında resmen Latin alfabesi kabul edilmiştir. 1926 yılında Bakü’de toplanan Türkoloji Kongresi bu hareketin Azerbaycan’dan Türkiye ve diğer Türk Cumhuriyetlerine de yayılmasının en önemli amilidir. Bu kurultaya Sovyetler Birliği’ndeki Türk devlet ve topluluklarıyla Türkiye ve Avrupa’dan birçok bilim insanı katılmıştır. Kurultayın birinci gündemi Türkleri Latin alfabesine geçirmektir. Bu teklif birkaç gün boyunca enine boyuna tartışılmış, sonunda yapılan oylamada ezici çoğunlukla kabul edilmiştir. Ardından 1927 yılında kurulan komisyonda bu süreç sürdürülmüş, Müslüman olan ve olmayan bütün Türk toplulukları için birbirine çok yakın alfabeler kabul edilmiştir. 1926 Kurultayına Türkiye’den Türkiyat Enstitüsü Müdürü Dr. Fuat Köprülü, Hüseyinzade Ali Bey ve İsmail Hikmet Ertaylan katılmıştır. Atatürk’ün bu toplantıyı önemsediği, heyeti konuyu takip etmek üzere görevlendirdiği biliniyor. Sovyetler Birliği’ndeki bütün Türklerin 1927’den itibaren Latin alfabesine geçme kararı alması ve bunu kısa sürede uygulamaya koyması Türkiye’nin de sürece dâhil olmasında etkili olmuştur. Çarlık rejiminin izlerinin henüz silinemediği, bu yüzden Türk Cumhuriyet ve topluluklarına daha hoşgörülü yaklaşıldığı bu dönemde bütün Türk illerinde alfabesi kullanılmıştır. Bilindiği gibi, Türkiye ile Türk Cumhuriyet ve topluluklarının Latin alfabesinde birleşmeleri Rusları ürkütmüş, İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin işitildiği, Çarlığın izlerinin iyicesilindiği 1937 yılından itibaren Stalin bu süreci durdurmuştur. Türk’üm diyen, Türkçe diyen, kim olduklarının farkına varan binlerce Türk aydını katledilmiş, 1940 yılına gelindiğinde Latin alfabesi tamamen kaldırılarak yerine zorla (!) Kiril alfabesi kabul ettirilmiştir. Böylece Türkiye ile Türkistan Türklerinin aynı alfabeyi kullandığı, birbirini anlamaya çalıştığı dönem bitmiştir.
Kiril alfabesi zorla kabul ettirildi...
Evet, her Türk topluluğu için ayrı birer yazı dili oluşturulduğu gibi, ya Ruslar ya da millî kimliği yerine Sovyet insanı kimliğini kabul etmiş, yani rejime boyun eğmiş Türk aydınları tarafından ayrı birer alfabe de oluşturulmuştur. Bu alfabelerde aynı sesler birbirinden farklı harflerle gösterilmiştir. 1940 yılından itibaren, Türkiye aydınları olarak bu alfabe değişiminin zorla yaptırıldığını, hatta her bir Türk topluluğuna farklı alfabe verilerek aralarında anlaşmanın zorlaştırıldığını, böylece birbirlerinden gittikçe uzaklaştırıldıklarını, farklı milletler olduklarına inandırıldıklarını iddia ettik. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk devlet ve topluluklarından birçok aydın da bizimle aynı fikri paylaştı ve tasdik etti. Demek ki, bizler bu kanaatimizde haklı imişiz. Moskova, yalnız farklı alfabeler yaratmakla kalmadı, bu alfabelerin kullanılmasına da fazla fırsat vermedi. Dayatılan Rusça eğitim, Rusça konuşma ve yazma mecburiyeti alfabelere ihtiyacı ortadan kaldırdı. Millî kimliklerin yasaklandığı ve herkesin Sovyet insanı kabul edildiği süreçte Türklerin birbirlerini anlamalarına ihtiyaç da yoktu. İşte bugün yaşanan birçok sıkıntının ardında Moskova’nın yetmiş yıllık politikalarının etkisinin hâlâ silinmemiş olması yatmaktadır.
Latin alfabelerine geçiş süreci...
Yukarıda biraz bahsettim. 1991 yılından itibaren süreç başlamış, Latin alfabesi bir araya gelen Türklerin birinci tartışma konusu olmuştu. Bilim insanları uzun süre tartıştı durdu. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün toplantısında Türk dilcileri 34 harfli bir çerçeve alfabe kabul etti. Bu bir ön almaydı aslında. 34 harfin içinde Türkiye’nin kullandığı 29 harfe ilave olarak ä, ŋ, x, w, q harfleri de bulunabilecekti. Peki, sonra ne oldu? Latin alfabesine geçen ilk ülke olan Azerbaycan bu çerçeveyi bir harfle (ä yerine Э) deldi. Ardından Türkmenistan ve Özbekistan bu çerçeveyi birkaç harfle deldiler. Delmekle kalmayıp Türkiye alfabesindeki harfleri farklı seslere karşılık olarak kullandılar. Üstelik Özbekistan alfabesini İngilizceye benzeterek ç ve ş yerine ch ve sh harflerini de kabul ederek çerçeveden epey uzaklaştı.
Kazakistan, 1991 yılından itibaren Türk Cumhuriyetleri içerisinde en istikrarlı, Batı’ya en yakın, Türkiye, Rusya ve dünya ile ilişkilerini çok bilinçli ve akıllıca yürüten bir ülkedir. Nursultan Nazarbayev gibi bir devlet adamının Kazakistan’a 30 yıl devlet başkanlığı yapmış olması Allah’ın bu topluluk için bir lütfudur. 1989 sayımına göre nüfusun %42’sini oluşturan Rusların varlığı ve başka sebepler Kazakistan’ın Latin alfabesine geçme sürecini geciktirmiştir. Fakat Nazarbayev’in Kazakçayı her Kazağa öğretme arzusu, 2025 yılına kadar Latin alfabesine geçme kararlılığı, 2030 yılından itibaren Kazakçayı ülkenin tek resmî dili yapma projesi çok iyi işlemiştir. Bugün ekonomik olarak kalkınmakta olan, eğitimde belirli seviyeye ulaşmış, Kazakçayı eğitim dili yapmış, Latin alfabesi konusunda toplumda fikir birliği oluşturmuş, modern bir Kazakistan vardır.
2017 yılında Nazarbayev’in emirleriyle başlayan Latin alfabesine geçiş süreci hızla ilerlemektedir. Son dört yıl içerisinde sonuncuyla birlikte üç kez Kazak Latin alfabesi taslağı hazırlanmış ve devlet başkanlığına sunulmuştur. Hayli bozuk olan ilk ikisiyle ilgili epey eleştiri gelmiştir.
2021 yılı Ocak ayının son günlerinde Kazakistan Ulusal Alfabe Komisyonu, Başbakan Askar Mamin başkanlığında toplanarak 2023-2031 yılları arasında kademeli olarak kullanıma girecek olan yeni alfabeyi tanıtmıştır. Başbakan Mamin bu toplantıda, “Alfabenin geliştirilmiş nüshası, Kazak dilinin yaygınlaşmasına yeni bir ivme kazandıracak ve modernleşmesine katkıda bulunacaktır.” demiştir. Başbakan, söz konusu alfabeyi kabul etmeden önce 40’tan fazla nüshanın incelendiğini ve eğitim kurumlarında çeşitli anketler yaptırıldığını da eklemiştir. 2015 yılında alınan kararla sürecin 2025 yılında tamamlanacağı belirtilmiş olmasına rağmen, anlaşılan bu yeni kararla süreç 2031 yılına kadar uzatılmış bulunuyor. Yeni alfabede 9 ünlü, 22 ünsüz olmak üzere 31 harf bulunuyor. Alfabenin dışında tutulan c, x ve w harfleri ise Rusça ve başka dillerden alınan kelimelerde kullanılabilecek.
Bu yeni alfabe ilk bakışta olumlu görülse de biraz derinlikli bakıldığında bazı sorunları barındırdığı dikkatlerden kaçmamıştır. Her sesi bir harfin karşılaması ve ä, ğ, h, ı, ŋ, q, ö, ü, v gibi harflerin çerçeve alfabeden seçilmiş olması çok doğru bir tercih olmuştur.
Bu alfabenin olumsuzluklarına gelince:
1. En kolay düzeltilebilecek sorunlardan birisi alfabenin sıralanmasıyla ilgilidir. i harfi ı’dan, q harfi k’den sonra gelmelidir. Q harfinin p harfinden sonra gelmesi Kiril alfabesi alışkanlığının yansıması olsa gerek.
2. Kiril alfabesindeki ı harfinin Latinde y, y harfinin Latinde i, u’nun Latinde ū ile gösterilmesi çerçeve alfabeye uymadığı gibi Türk dünyasında alfabe çeşitliliğini de artıracaktır.
Hiç şüphesiz bu son alfabe önceki iki alfabeyle kıyaslanamayacak kadar olumludur. Bu iki eleştirimiz de göz önünde bulundurularak yeni bir çalışmanın yapılması, olabildiğince ortak alfabede buluşulması mutlaka Türk dünyasının faydasına olacaktır.
Ruslar, 1937-1940 yılları arasında Türk topluluklarına birbirinden farklı alfabeleri zorla (!) kabul ettirmişlerdi. Amaç birbirlerini anlamalarının önüne geçmekti. Peki, 1991 yılında bağımsızlıklarını kazanarak millî devletlerini kuran, Rus baskısından kurtulan Türk topluluklarının birbirlerinden farklı alfabeler kabul etmesini nasıl izah edebiliriz?
Türk dünyası için şimdi bağımsız ve büyük düşünme zamanıdır. Alfabe birliği bizi dil birliğine götürmese de ortaklıklarımızı artıracak, birbirimizi anlamamıza yardımcı olacaktır. Türkmenistan ve Özbekistan 1993 yılında kabul ettikleri Latin alfabelerinde 1995’te iyileştirme yaptılar. Her iki ülke de tam anlamıyla Latin alfabesine geçmiş değildir. Alfabelerini güncellemek, çerçeve alfabeye dâhil olmak için hâlâ zaman ve fırsat vardır. Özbekistan şu günlerde alfabesini yeniden tartışmaya açmıştır. Duyduğumuza göre, bir alfabe değişikliği yaparak Latin alfabesine tam geçişi gerçekleştireceklerdir. Türkmenistan’dan da beklentimiz bu yöndedir. Kazakistan’ın ise henüz son kararını vermediğini, değişiklikler için son bir fırsatının daha olduğunu düşünüyorum. Türkologlar başta olmak üzere Türk dünyası aydınları olarak alfabe birliğinin sağlanması için siyasilere baskı yapmalı, onları bu yönde cesaretlendirmeliyiz.
Türkiye ise Latin…
Türkiye ise Latin alfabesindeki eksiklerini 100 yıla yakın bir zamandır görmezden gelmektedir. Halen k-ķ, 3 h tek harfle yazılmaktadır. En eski çağlardan beri Türkçenin bir sesi olan ñ ise ağızlarda can çekişmektedir. Türk cumhuriyetleri bu sesi yeniden canlandırıyorlar.
Yeni yorum ekle