Güzel adamdı Sezai Ağabey. 16 Kasım 2021 Salı günü Hakk’a yürüyüşünün bizim gördüğümüz ve idrak ettiğimiz etabını tamamladı.
Yürüyen değil, yürüyüş örnek alınır. Edebiyat Yazıları’nda mimesis’i izah ederken hani der ya: sanat yaratışı taklittir, yaratılmışı değil…
Dün Lahey’de bisiklet üzerindeyken kardeşim Ekrem aradı, Servet de yanında imiş. Sezai Ağabey yedi güzel adamdan biri miydi diye bir tartışma çıkmış memlekette. Evet, o güzel adamdı. Cahit Ağabey’in sözünü ettiği “yedi güzel adam”ı sağdan sayarak tespit etmeye, listesini çıkarmaya çalışmak isimde, resimde, şekilde kalmak olmaz mı? Mana ve maksat savuşur gider bu durumda. Yedi rakamı kadim kültürlerde sonsuzluğu ifade eden bir remizdir, cümlenin malumu… Biz Müslümanlar dahi beyt-i atik’i hacca vardığımızda teberrüken yedi tavaf ederiz. Her bir tavaf yedi şavttan oluşur. Yedi kere döndük mü bir sayarız. Böylece insanın zahiri kemal yaşı olan 49’u tamamlarız.
Sezai Ağabey şavtını tamamladı, zemzemini yudumladı, şimdi İbrahim makamında niyaza durma vakti.
Monna Rosa ve birkaç hatıra
Sezai Karakoç’un poetikası üzerine bir makale kaleme almıştım yıllar önce. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nün gayretkeş başkanı M. Muhsin Kalkışım Hoca tarafından çıkarılan Akademik Çerçeve dergisinde yayınlandı. Bilahare üstada dair bir derleme kitaba alındı, internet sayfalarına konuldu. ( https://dirilisyazilari.wordpress.com/2007/01/11/sezai-karakocun-poetikasi/ )
Monna Rosa şiirine dair bir soru da sormuştum kendisine, ‘sakın bunu sorma, fırça yersin!’ ikazlarına rağmen. Güzel güzel anlattı, hiç de azarlamadı.
Başkaları ne sordu, nasıl sordu üstada da ondan azar işitti bilemiyorum. Ben bu şiiri niçin yayımlamadığını sordum.
- “Yayınlanmadığı doğru değil. Monna Rosa şiiri iki kez yayınlandı. Birincisi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dergisinde bir de aynı yıl Çınar’da yayınlandı.”
- Kitaplarınıza niçin almadınız?
- “Benim sesimi, benim şiirimi tam olarak yansıtmayan şiirleri ayrı tuttum. Bunları, ya az önce teklif ettiğiniz gibi bütün şiirleri toplayıp tek kitap halinde yayınlarsak onun içine alırız veya ilk şiirler diye müstakil bir kitap halinde çıkabilir.”
Özetle böyle bir muhavere geçti aramızda. Monna Rosa dâhil, ilk şiirlerinin kendi sesini henüz bulmadan yazılmış şiirler olduğunun farkında olarak bunları kitaplarına almamıştı. Yine de edebiyat tarihçileri açısından bir kıymeti haiz olduğu için günü gelince yayınladı. Hem ilk şiirleri içeren bir kitap tertip etti, hem de tüm şiirlerini topladığı Gün Doğmadan’ın içine aldı.
--
Kitap imzalatmak isterdim ara sıra, “uzak bir yere mi gidiyorsun?” diye cevap verirdi. Bu diyalog birkaç kez tekerrür etti. Ben de üstadın sadece uzaklara gidenler için kitap imzaladığı zehabına kapılmıştım. Nihayet günün birinde yeni çıkanlardan ve eskilerden birkaç kitap alıp masasına koydum. “Mısır’a gidiyorum” dedim. Tebessüm etti… “- Ben, uzak bir yere gidersen imzalarım demedim ki..” İmzalatamadım…
--
Sezai Ağabey kelime seçimi ve imla konusunda titizdi. Eskiden kitaplar mürettip tarafından dizilir, hızlı yapılan bu dizgi işlemi hatasız olmazdı. Sezai Bey, her kitabının dizgisini, örnek baskısını titizlikle tekrar tekrar inceler, hata varsa düzeltirdi. Diriliş Yayınları’nın kitaplarında mürettip hatası bulunmaz.
Kitap demişken, yardım veya destek olsun diye kitap alınmasına da kızardı. Kitap okunmak için alınır.
--
Bir dönem, rahmetli Attila İlhan, TRT 2’de haftada bir gün sohbet tarzı bir konuşma yapardı. Önceden hazırladığı notlarını önüne alır, seyirciyle konuşur gibi tek başına bir program… Anlatı…
Sezai Ağabey’e televizyon programı yapmasını önerdim. Aramızda yaklaşık olarak şöyle bir konuşma cereyan etti:
- Hangi kanalda program yapacağım? Kanal 7’den geldiler geçen hafta. Şuraya kamerayı, ışıkları kurdular. Çekim başlamadan önce programı ne zaman yayınlayacaklarını sordum. ‘Arşiv için kayıt alıyoruz’ dediler. Kovdum adamları… Ben ölünce yayınlamak üzere çekim yapacaklarmış…
- TRT olabilir. Attila İlhan yapıyor, onun programı gibi mesela.
- Şimdi ben şöyle düşünüyorum. Bir televizyon kanalı eğer Diriliş düşüncesini temsil ediyorsa zaten orada şahsen benim konuşmama gerek yok. Bir televizyon kanalı da Diriliş düşüncesini temsil etmiyorsa zaten ben oraya çıkmam.”
Böylece konu kapandı.
--
Fakir Hollanda’ya azm-i râh ettikten sonra, demek ki iki binli yıllarda eserlerinin Hollanda diline tercümesini önerdim. Pek sıcak bakmadı. Kapıyı tamamen de kapatmadı; ancak öncelikle köklü bir yayınevinin bu işe talip olmasını şart koştu. Eğer bu şart gerçekleşirse, bu kez bazı eserlerini Hollanda için revize edebileceğini, ekleme çıkarma yapacağını söyledi.
--
Sezai Abi bize göre daha güncel bir Türkçe ile konuşuyor ve yazıyordu. Seksenli yıllarda ilk tanıştığımızda bunu sormuştum. Kelimeleri eski ve yeni oluşlarına göre değil, yerli yerince kullanmanın daha önemli olduğunu vurgulayan bir konuşma yaptı. O günden itibaren kelimeler konusundaki rezervlerimi kaldırdım. Meramımı hangisi maksadıma en yakın anlatıyorsa o kelimeyi tercih ettim.
Diriliş Partisi ve politika
Sezai Karakoç’un ne poetikası, ne de politikası hakkıyla konuşulmuş ve anlaşılmıştır.
Parti kurduğunda şaka yaptığını sandım. “-Abi ciddi ciddi parti mi kuruyorsun? İktidara mı talip olacaksın?” dedim.
“-Evet, ben siyaset bilimi okudum, bizi yönetenlerin hiç biri siyaset bilimci değil” diyerek söze başladı ve tek tek siyasileri eleştirdi.
Bazen isim vererek, ama genellikle üstü örtük biçimde politikacıları eleştirirdi. Bu eleştirilerin aslan payı bir tür özeleştiri sayılabilecek biçimde, İslamcı siyasetçilere yönelik olurdu. En büyük eleştirisi de İslamcı geçinen siyasetçilerin kültür alanında yatırıp yapmamış ve yapmıyor olmalarıyla ilgiliydi.
--
Üstadın İslam birliği ülküsüne bağlılığı tartışılmaz.
Kendi çapında, kendi sahasında elinden geleni yapmıştır. Arapça bilmeden Arap şiirinden yaptığı çeviriler birer işaret fişeğidir. İslam’ın Şiir Anıtlarından yaptığı çevirileri batı dillerindeki çeviriler üzerinden yaptığını söylemişti bir ziyaretimizde… Karakoç’un bu tavrı, Arapça bilenlere ödevler yüklemektedir.
--
“Sürgün ülkeden başkentler başkentine” şiirinin son bölümünü Kahramanmaraş’ta bir hattat dostuma rica ettim, rik’a hatla yazdı, çerçevelettim. Üstada hediye etmek istedim. Hoşuna gitti, memnun oldu, ama sende kalsın dedi. Şimdi o levhayı Sezai Ağabey’in bir hatırası gibi muhafaza ediyorum.
Sözün sonuna geldik. Susalım sözü sahibine bırakalım:
“Şair o büyük ağıtçı geldi dünyamıza
Günlerce gecelerce ağlattı bizi
İrili ufaklı ölenlerimizin ardından
Öldü ve kendi ağıtını yazmadan gitti”
Lahey, 18.11.2021
Yeni yorum ekle