Soylu, Kaplan ve STK Yasası: Bence Daha Fazlası

05 Ocak 2021

 

Sivil Toplum Kuruluşlarının kahir ekseriyetinin sivil toplum örgütlerini susturmayı ve kayyum atanmasının önünü açtığı iddiasıyla karşı çıktıkları  Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi, bilindiği üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. TBMM’de yapılan oylamada muhalefetin 113 karşı oyuna rağmen AKP ve MHP milletvekillerinin 254 lehte oyuyla teklif yasalaşmış oldu.

Yasaya karşı 620 sivil toplum örgütü ‘‘Kanun teklifi Anayasa’ya ve Örgütlenme Özgürlüğüne Aykırıdır’’ başlıklı bir bildiri yayınlayarak sosyal medyada #SivilToplumSusturulamaz kampanyası düzenledi. Bildiride, eğer kanun teklifi yasalaşırsa sivil kuruluşların tek imza ile kapatılma riskiyle karşılaşacağı, bu konuda açılacak idari davalar yıllarca süreceği için pratikte ‘hızlı kapatma’ prosedürü yaratılmış olacağına dikkat çekildi.

Yasaya ilişkin çeşitli toplum kesimleri tüm farklılıklarına rağmen benzer tepkileri gösterdiler. Mesela “İslami kimlik” vurgusuyla faaliyetlerini sürdüren Özgür Der, Genel Başkanı Rıdvan Kaya imzasıyla geçtiğimiz hafta yayınlanan açıklamasında, ‘‘Belli ki otoriter devlet ve bürokratik tahakküm mantığı burada da devreye girmiştir. İktidar zaten epeyce cılızlaşmış, etkisizleşmiş sivil toplum alanının daha da etkisiz kılınması, kısmen de olsa muhalif bir zemin oluşturabilme potansiyeli taşıyan bu alanın tam bir kontrol altına alınması iştiyakıyla söz konusu yasayı fırsat bilmiştir.”, dedi. 

YUSUF KAPLAN’IN YAZISI

Yazar Yusuf Kaplan’ın STK yasası ile ilgili olarak attığı bir tweet sonrası saat 01.30’da İç İşleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu tarafından arandığını Kaplan’ın hem aynı gece attığı tweetten hem de 28.12.2020 tarihli yazısından öğreniyoruz. 

Şahsen ne Yusuf Kaplan’ın yazdığı bir yazının ne de İç İşleri Bakanının bir yazarla gece saatlerinde yaptığı bir telefon görüşmesinin benim için özel bir anlamı yok. Ne var ki Yusuf Kaplan’ın tartışmalı STK Yasası üzerine yazdıkları, bunu yaparken Soylu ile görüşmesine ilişkin yaptığı aktarımlar ve kompeze ettiği düşünce, Yusuf Kaplan ve Süleyman Soylu’yu aşan bir biçimde; devlet-toplum tasavvuruna, bir kesimin meseleyi nasıl kavradığına, diğer yandan Bakanın şahsında devletin kendisini nasıl konumlandırdığına ilişkin önemli şeyler söylüyor. Dolayısıyla tam da bu nedenle Yusuf Kaplan’ın yazısı bakmamız gereken bir metne dönüşüyor. Söz konusu yazının bu yazıya konu olmasının bundan öte bir amacı da bulunmuyor. 

Kaplan yazısına; Türkiye’de ailenin çöküyor olduğu, adalette derin çatlaklar bulunduğu eğitim, medya ve kültür alanının çocukları köleleştirdiği ile ilgili haberlerle başlıyor. Çözüm için uygun aparatın “neşter” olacağını belirtiyor.

Yazı ara başlıkla asıl konuya geliyor.

İlgili başlık ve o başlık altında şunları okuyoruz:

 

“STK YASASI VE BAKAN SOYLU’NUN AÇIKLAMASI

STKlar terör bahanesiyle kapatılacak. Kolayca kayyum atanabilecek!

Teröre karşı bir adım gibi bu. Ama sonuçları ortam değiştiğinde felaket olabilir! Her İslâmî çalışma irtica/terör yaftasıyla engellenebilir! Çok tehlikeli bu! Bu yasa girişimi derhal durdurulmalı!

Önceki gün STK’larla (sivil toplum kuruluşlarıyla) ilgili yasa taslağı Meclis’in gündemine gelmek üzereyken böyle bir tweet attım.

Gece saat 01.30’da İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu aradı, yarım saat kadar konuştuk.

STK yasasının aslâ sivil toplumu zayıflatmayacağını, STK’ların İslâmî çalışmalarını engellemesinin sözkonusu olmayacağını, buna ilk önce kendisinin karşı duracağını söyledi.”

 

Yukarıdaki pasajın ilk cümlesi belli ki Yusuf Kaplan’ın da yasadan endişe duyduğunu izhar ediyor. Gerçi hemen altındaki satırlarda yasanın teröre karşı olduğu belirtiliyor. Kaplan’ı endişelendiren yönü ise yarın Türkiye’de muhtemel bir iktidar değişikliğinde yasanın İslami çalışmaları irtica/terör yaftasıyla engelleyebileceği ihtimali. Bu endişelerini dile getiren bir tweet attığını söylüyor yazar. Neyse ki aynı gece İç İşleri Bakanı saat 01.30’da Kaplan’ı arıyor. İç İşleri Bakanı, Kaplan’dan öğrendiğimiz kadarıyla yüreklere su serpen şu sözleri sarf ediyor: “STK’ların İslâmî çalışmalarının engellemesi söz konusu olmayacak, buna ilk önce ben karşı dururum.”

Yazının bundan sonraki akışından anladığım kadarıyla İç İşleri Bakanının bu sözleri Yusuf Kaplan’ı ikna etmiş gözüküyor. Çünkü yazının devamı bu haberden sonra yazar tarafından “İslami” olarak tanımlananlar hariç tutularak STK’ların olumsuzluklarına hasredilmiş. 

Yazı üç ara başlıkla sürüyor: “Hegel ve Sivil Toplum Fikri”, “Dört Tarz-ı STK” ve “İslami STK’lar: Toplumun Nefes Borusu”

İlk başlıkta STK’ların esasında kilise dışı seküler bir örgütlenme olduğuna atıfla toplumu sekülerleştirici etkilerinden söz ediliyor. Yusuf Kaplan’ın hitap ettiği kitle nezdinde “seküler” ibaresinin irrite edici olduğunu söyleyebiliriz. Akabindeki başlıkta dile getirilenler ise negatif STK algısını körükleyip pik yaptırmaya matuf görünüyor. Sivil toplum teorileri açısından bakıldığında ise referans isim olarak Hegel’in tercih edilmesi tam isabet olmuş, denilebilir. Zira Locke, Mill yahut Hayek kurguyu bozardı doğrusu.

“Dört Tarz-ı STK” başlığı altında şöyle bir tasnif yapıyor yazar:

“Birincisi, yabancı STK’lar.

İkincisi, ülke içinde kurulan ama yabancılara hizmet eden uydu STK’lar.

Üçüncüsü, teröre destek amacıyla kurulan STK’lar. Bunlar da esas itibariyle ülkeyi karıştırmaya dönük emperyalistlerin uzaktan kumanda ettikleri sivil görünümlü örgütler aslında! Bunların faaliyetlerine elbette izin verilemez.

Dördüncüsü ise yerli ve toplumun sesi ve nefesi gibi işlev gören STK’lar.

İlk üç STK’lar için elbette yasal önlemler alınması gerekir.”

 

Aslında bu kısım daha ekonomik olması açısından “İki Tarz-ı STK” olarak yazılabilirmiş. Birinciler; meşrebime uymayanlar, hoşuma gitmeyenler. İkinciler; makbul ve muteber gördüklerim.

 

PROBLEM / ÇÖZÜM

Problem açık ve aşikâr aslında. 

Birincisi; bugün devletin denetleme ve müdahale araçları hangi ad ve sıfatla olursa olsun yasa dışı bir örgütlenme söz konusu olduğunda onu durdurma, engelleme noktasında mebzul miktarda araçla mücehhez. Bu noktada hangi eksikten söz edilebilir? Amaçlılığı dışında yasa dışı faaliyetler içine girmiş hangi kurumsal yapı devletin kolluk güçlerinden yahut adli mercilerinden yakasını kurtarabilir? Böyle bir şeye imkan veren bir yasal boşluk mu var bu ülkede? 

İkincisi; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devlet-toplum ilişkimizin mahiyeti toplumun devlet karşısındaki cılızlığı ve güdüklüğü ile betimlenebilir. Hâl böyle olunca zaten tık nefes bir kamusallık içinde bir adım ileri iki adım geri bir salınım içerisinde olan sivil toplum kuruluşlarının elini zayıflatacak bir düzenlemenin  durumu büsbütün onların aleyhine çevireceği açık değil mi?

Üçüncüsü; Türkiye modern bir hukuk devleti olarak kendisini  tanımlayan bir ülke. Dolayısıyla kendisini hukuk ile kayıt altına alır;  bu nedenle devletin bugün ve yarın, içinde olacağı bir eylemlilikte referansın yasadan başka bir şey olması gayr-i kabildir. En azından teorik olarak bu böyledir. Burada herkes için bağlayıcı olan tek şey yasadır. Dolayısıyla şahısların ağzından çıkan sözün yasa ile mukayese edildiğinde irapta mahali yoktur. Ortaçağ tarım toplumu değiliz. Kralın sözü kanundur, diyeceğimiz bir durum yok. Ortada somut yasa varken güvenceyi makam sahibinin vereceği sözde arayamayız. Bu en hafif ifadeyle kendimizi, devleti ve devlet toplum ilişkisini modern öncesi dönemin siyasi düşünce-pratiğine hapsetmektir. Tarihe girmekten, tarihsel gerçeklikle temas etmekten imtina etmektir.

Dördüncüsü; kim ve kimler için güvence talep ediyoruz? Sırf kendimizden bildiklerimiz için güvence arayışındaysak diğerleri söz konusu olduğunda ise umarsız bir vurdumduymazlık içindeysek bir “ortam değişikliği” söz konusu olduğunda nasıl hak ve adalet talebinde bulunacağız?

Bırakın ilkesel açıdan savunmayı pratik/pragmatik açıdan bile izahı mümkün olmayan bu tarz iş ve işlemler bu ülke için kapan hüviyetindedir. İnsanların aidiyetleri, kimlikleri üzerinden niyet okumalar ile kriminalize edilmelerinin ve müdahaleye açık halde tutulmalarının ne devlet ne de toplum için kabulü mümkündür. Toplumu şaibeli kılacak, devletin keyfi müdahale alanı haline getirecek uygulamalar sadece toplumu güçsüzleştirmeyecek aynı zamanda devleti paranoyak bir hale sürükleyerek hem zafiyetini arttıracak hem de meşruiyetini aşındıracaktır. O yüzden ne söylediğimize, ne yaptığımıza ve söyleyip yaptığımız işlerin nereye uzanacağına/uzanabileceğine dikkat etmemizde hem kendimiz hem de başkaları için büyük yarar var.

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 183 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.