Okulu Bir Devlet Kurumu Olmaktan Neden Çıkarmalıyız? (2)

28 Kasım 2020

 

Image

Nietzsche, “kötüye kullanılmış ve hizmete alınmış bir kültür” türünden söz eder. Bu kötüye kullanma ve hizmete almanın bizzat, kültürü en hararetle destekler gözüken güçler tarafından yapıldığını söyler.

Burada kültür ve eğitim kavramlarını birlikte düşünebiliriz. Zira Nietzsche bu bahsi açtığı yerde tam da eğitimi konuşmaktadır. Nietzsche bu güçlerin eğitime ve kültüre yaklaşımlarını “saflıktan uzak” ve “art niyetli” olarak tanımlar. Bu güçlerin yaklaşımlarının temelinde ise “bencillik” olduğunu belirtir.

Nietzsche’nin bencillik ile suçladığı ve kültüre yönelik ilgilerini art niyetli olarak tanımladığı güçler; iş adamları, devlet, ruhsuz biçimciler ve bilimdir. Böylece Nietzsche, modern eğitim kurumları ve onları şekillendiren, yöneten ve yönlendiren unsurların eleştirisine girişir.

İş sahipleri kültürün yardımına gereksinim duyarlar ve buna teşekkür olarak kültüre yardım ederler; fakat bu sırada açıkça kültürün hedefini ve ölçütlerini belirlemek isterler, der Nietzsche. Yaklaşımlarında bencillik olarak gördüğü de tam olarak budur. Nietzsche’ye göre onların baştan çıkarıcı formülleri şudur: “Olabildiğince çok bilgi ve kültür, bu sayede olabildiğince çok kazanç ve mutluluk.” Bu çevrelerin yaklaşımını betimlerken madeni para örneğini verir. Der ki; “Bir madeni paraya geçer akçe denilmesi anlamında, olabildiğince çok sayıda geçer insan eğitmek, işte budur hedef; bu anlayışa göre bir milletin ne kadar çok geçer akçe insanı varsa, o kadar mutlu olacaktır.”.  Dolayısıyla bu yaklaşımı benimseyenlere göre eğitim kurumları, herkesi doğasının elverdiği ölçüde geçer akçe olmaya teşvik etmeli ve bilgi düzeyinde olabildiğince çok mutluluğa ve kazanca ulaşabilecek düzeyde eğitmeyi amaç edinmelidir.  Burada Nietzsche’nin göstermeye çalıştığı bencillik aşikârdır. İnsanın dünyadan alacağı bir pay olduğunu varsayan ve bu payı alabilmesi için –sadece bunun için- bilgiye, kültüre yer açan ve eğitim kurumları için bunu hedef olarak tayin eden bir bencillik. Çünkü bu tür bir eğitim iş hayatı ve dünya ticareti için lüzum eden insanı ortaya çıkaracaktır ancak. Böyle bir eğitimden başka türlüsü çıkamaz zaten. Dolayısıyla insana para ve işin ötesinde hedefler koyan bir eğitim ise yadsınacak, değersiz ve verimsiz bulunacaktır.  Nietzsche’ye göre bu yaklaşımın “zekâ ile mülkiyet” “zenginlik ile kültür” arasında olduğunu varsaydığı bir bağ vardır dahası bu bağın ahlaki bir zorunluluk olduğunu düşünmektedir. Ona göre bu kusurlu bir düşünme biçimidir.

1960’larda Amerika’nın önde gelen özgürlükçü filozofu Paul Goodman okul eğitimini bireyin damgalandığı, derecelendirildiği, belgelendiği ve topluma geri gönderildiği bir süreç olarak tanımlıyordu. Goodman okul eğitiminin gerçek işlevinin becerileri derecelendirmek, pazarlamak olduğunu söylüyor ve mekanizmayı ifşa ediyordu: “Bu, aslında bir avuç büyük şirketin dev bir ayıklama ve seçme sürecinin kârını elde etmesi demektir; bütün çocuklar değirmenden geçiriliyor ve herkes bunun bedelini ödüyor.”

Bu tespitler bugün bile canlılığını korumaktadır. Ne var ki arazide büyük çaplı değişimler olmuştur. İş dünyasının taleplerini olumlayan eğitim kurumları bugünlerde arazideki değişimlere ayak uyduramamakta ve tam da bu yüzden eleştiri oklarına hedef olmaktadırlar. Günümüz dünyasında piyasada iş ve zenginlik getirecek tek bir paket bilgi bulunmamaktadır. Yahut bilgi bir istasyonda dolumu yapıldıktan sonra kişiye bir ömür mutluluk getirmemektedir. Bugünlerde bilginin taşıyıcısı olmaktan çok yorumlayıcısı olmak dahası her gün güncellenmesi ve yinelenen bir performans eşliğinde sunumunun yapılması talep edilmektedir.

Söz konusu eğitim olduğunda ikinci olarak devletin bencilliği vardır;  Nietzsche devletin de kültürün mümkün mertebe yaygınlaşması ve genelleşmesini istediğini ve bu arzusunu gerçekleştirmek için en etkili araçları elinde bulundurduğunu söyler. Yeter ki der; “yalnızca dizginleri serbest bırakmak için değil tam zamanında boyunduruk altına alabilmek için güçlü hissetsin kendini.” Eğer bir serbest bırakma iddiası varsa bu yalnızca bir kuşağın zihinsel enerjisini mevcut kurumlara hizmet edebilecekleri ve yararlı olabilecekleri kadardır -yalnızca o kadardır-, dolayısıyla der Nietzsche, bu kontrollü serbestlik bile bir dizgine vurmadır aslında.

Burada devletin bencilliğine Hristiyanlık ile ilişkisini örnek olarak verir. Bu örnek son derece çarpıcıdır ve kanaatime göre diğer tüm inanç ve dinler için de uyarı niteliğindedir.

Hristiyanlık, der Nietzsche; kültüre ve kutsal olanın yeniden üretilmesine yönelik dürtünün en saf açığa vuruluşlarından birisidir kesinlikle; fakat devlete ait güçlerin değirmenlerini döndürmek için yüzlerce kez kullanıldığından, zamanla iliklerine kadar hastalanmış, ikiyüzlü ve yalancı olmuş, başlangıçtaki hedefiyle çelişecek kadar yozlaşmıştır.

Değirmenleri döndürmek için araçsallaştırılan her inanç Nietzsche’nin belirttiği türden bir yozlaşmadan kurtulamayacaktır. Esasında dinin kurumlarla yahut kurumsallaşma ile ilişkisi bağlamında dindar bir zihni meşgul etmesi gereken bir soru /sorun filozofça tespit edilmiştir burada. Teologlarca aynı sorunun tespit edilmesi ise anlaşılan hayli zaman alacak. Ülkemiz özelinde baktığımızda din eğitimi ile ilgili derinlikli bir tartışmanın olmayışı bile bunun açık kanıtı. Matematik Köyü’nün kurucusu Prof. Dr. Ali Nesin bir sosyal medya paylaşımında Köy Enstitüleri söz konusu olduğunda özlemle iç çekerek nemli gözlerini silenlere hitaben “Sızlanıp duracağınıza bugüne kadar neden özel bir Köy Enstitüsü açmadınız?”, diye sormuştu. Aynı soru bugün MEB üzerinden ‘medeniyet rüyası’ görmek isteyen dindar kitleye de sorulabilir. Fakat böyle bir soru cevaptan önce karşısında Anayasa’nın kanun maddelerini bulacaktır. Eğer ortada gerçekten bir soru ve arayış olsaydı böyle bir karşılaşma belki de çok hayırlı olurdu. Ne var ki içinde bulunduğumuz vasatta cevapların değil işte tam da bu türden soruların yokluğunu yaşıyoruz.

1840’larda Fransa’da önemli bir politik lider olan François Guizot, Nietzsche’nin bahse konu ettiği devletin bencilliğinin sözcülüğüne soyunmuştu. O günlerde devletin karşı karşıya olduğu bir zorluktan bahsediyor ve çözümünü söylüyordu: “Bugünün büyük zorluğu zihne kılavuzluk ve tahakküm etmektir. Eskiden bu görevi kilise yerine getiriyordu; bugün ise kilise bu göreve uygun değildir. Bu büyük hizmet üniversiteden beklenmelidir…”

Zihne kılavuzluk ederek makbul vatandaşının peşine düşen devlet, aradığı imalathaneyi bulmakta gecikmeyecek dini kurumların elinde bulunan eğitimi laikleştirerek temellük edecekti. Aslında o tarihten itibaren bu kurumlarda esas olarak din dersinin adı değişmiş oldu. Resmi ideoloji “sivil din” olarak ötekinin yerini aldı. Bugün devlet-dışı yapı ve teşekküllerin oluşturdukları eğitim kurumlarının bile bu ufka ne kadar meftun oldukları görülüyor. Hal böyle olunca sivil bir eğitim anlayışının niçin bu kadar uzağına düştüğümüz izahtan varestedir.

Guizot, erken modern dönemden günümüze devletlerin eğitimde tekel oluşturmalarının ana motivasyonunu açık sözlülükle ilan etmişti. Şimdilerde bu kadar açık sözlü konuşanına rastlayamıyoruz. Eğitim denildiğinde gerçek, bir takım tekerlemelerin bütünü olan bir retorik ile servis ediliyor.

İş adamlarının uysal ve itaatkâr biraz da teknik beceriler edinmiş işçiler eliyle fabrika bacalarını tüttürme hevesleri, devletlerin resmi ideolojiyi içselleştirmiş uysal ve itaatkâr vatandaşları yaratma ülküsüyle birleşecek ve modern eğitimin iki ana omurgası böylece oluşacaktı. Beklenen ve arzulanan ise endüstriyel toplumun deveranına ve kurumların otoritesine “uyumluluk” dışında bir cevabı aklına bile getirmeyecek bir nüfustu.

Yaklaşık iki yüz yıl önce ortaya getirilen bugünkü ‘eğitim kazanı’ işte böyle kaynamaya başladı. Bu zamana kadar da varlığını muhafaza etti.  Ne var ki günümüz toplumlarının yaşadıkları değişim ve dönüşüm, beliren yeni parametreler bu kazandan çıkan yemeklerin lezzetsizliğini daha görünür kıldı. Nietzsche’nin büyüklüğü ise bunu yüz elli yıl öncesinden görmesiydi. O, karavanadan lezzetli yemek çıkmayacağını biliyordu. Mevcut eğitim kurumları ile ilgili hükmünü de açık yüreklilikle o zamandan söylemişti: “Şimdiki yüksek eğitimcilerin çabaları sonunda ya bilginler, ya devlet memurları, ya iş adamları, ya kültür alanındaki dar kafalılar, ya da genellikle bunların tümünün karışımı olanlar yetişir.”

 

 

 

 

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 319 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.