1988’den itibaren çalışma hayatımın büyük bir kısmı dış ilişkilerde geçti.
Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya, Afrika’nın bir bölümü ve Balkanlarla ilgili pek çok toplantıya katıldım; birçok faaliyetin ve projenin içinde oldum. Bazen teknik yardım, bazen kültürel diplomasi, bazen ekonomik işbirliği alanında proje ve faaliyetlerdi bunlar. Elbette bu ilişkiler siyasal ilişkilerden bağımsız seyretmiyordu. İşimiz gereği Dışişleri Bakanlığı ile yakın temas halinde çalıştık. Artık emekli olmuş pek çok diplomatla bir arada olma fırsatı buldum. Şimdilerde büyükelçi olmuş pek çok diplomatın da mesleğe başlangıç yıllarına tanıklık ettim.
Zaman zaman hükümetlerle hariciyenin çekişmelerinin ortasında buldum kendimi. Bürokrasinin oligarşileşmiş yapısının bu çatışmalardaki direnişlerini, zaman zaman acı acı gülümseyerek ve çaresizlikle izlemek durumunda kaldım
Sayısız antlaşma, işbirliği anlaşması ve protokolün müzakeresine katıldım. Bazı bölgesel işbirliği örgütlerinin sekretaryalarının yapılanmasına tanıklık ettim, mütevazı katkılarım da oldu.
Bu konuda yaşadıklarım, gördüklerim bir bahs-i diğerdir. Ancak “taç giyen başı uslandıran” bürokratik manevraların, benim için zaman zaman usandırıcı, zaman zaman da çileden çıkartıcı bir Türkiye gerçeği olduğunu görmek galiba meslek hayatımı sonlandırmama neden olan hususların başındadır.
Ancak dış ilişkilerde gördüğüm önemli birkaç noktayı da vurgulamam gerekir:
- Dış politika teknisyenlerin eline bırakılamayacak kadar çok yönlü ve vukufiyet gerektiren bir alandır. Soğuk Savaş dönemi şartlarının parametreleriyle yürütülemeyecek kadar karmaşıklaşmış, ayrıca yeni şart ve imkanlar oluşmuştur.
- Siyasi iktidarlar, -varsa- dış politika konusundaki vizyonlarını gerçekleştirmek üzere bu konuda birçok enstrümanı birlikte devreye sokmak zorundadırlar. Hariciye dışı büyükelçi atamaları, operasyonel danışman kullanmak ve hiç olmazsa ülke için hassas bölgeler için ‘Strateji Belgeleri’ hazırlamak vb. AK parti döneminde dışardan büyükelçi atama uygulamaya konulduysa da bu uygulamanın bazen atanan kişilerin siyasi etkilerle atanması, bazen yeterince ehil insan bulunamaması gibi nedenlerle etkili kullanılabildiğini söylemek zor.
- Dış politika sahada aktörler ve kurumlarla oynanan bir oyundur. Kitabi ve kurumsal bilgi tek başına işe yaramaz. Alandaki dengeleri ve dinamikleri iyi analiz etmeniz gerekir.
- Türkiye gibi tarihsel coğrafyası ve kültürel akrabalıkları bulunan ülkeler için dış ilişkiler, ülke olarak hem tarihsel sorumluluğumuzun hem de ülke olarak varlığımızın olmazsa olmazıdır. “ülkemizde o kadar sorun varken oralarda ne işimiz var” mantığı çok yalınkat bir mantıktır. Türkiye oralarda olmak zorundadır. “Misak-ı Milli” dışında Türk görmeme algısı bir dönemin şartlarında şu veya bu nedenle söylenmiş bir söz olmaktan ibarettir.
- Sorumluluğumuz olan bölgelerdeki ülkelerle “kör kör parmağım gözüne” yaklaşımı gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu ülkelerde bulunan akraba toplulukların mağduriyetini gidermenin tek yolu, bu ülkelerle ilişkileri, korumayı düşündüğümüz topluluklar üzerinden yürütmek sonuç alıcı olmak bir yana, kuzuyu kurdun önüne atmaktan başka bir işe yaramaz.
Somut örnek vermek gerekirse –şahsımın da görev alanı olan- Balkanlarda merkezi hükümetlerle kurulan akılcı ilişkilerle pek çok sorunun kangrenleşmesi kısmen de olsa önlenmiştir. Filistin meselesinin çözümü için Türkiye’deki bazı iktidarlar, zaman zaman İsrail’le ilişkileri geliştirmek için adım atmışlarsa da İsrail’deki ve dünyadaki maceracı ve akıldışı Yahudilerin iktidarlar üzerindeki baskısı nedeniyle bunu gerçekleştirmek mümkün olmamıştır.
- Küreselleşmenin her alanda yaygınlaştığı bir dönemde kendi içimize kapanarak, sağa sola sürekli kafa tutan popülist bir mantığın bırakın uzun dönemi orta vadede de anlamı yoktur ve dünya gerçekleriyle örtüşmemektedir.
- En büyük ticari paydaşınızın olduğu bir bölge ile sürekli zıtlaşarak bir yere varmanız bir ham hayaldir.
- Büyük güçlerle diplomatik dans zordur, ama zorunludur. Ani manevralar tehlikelidir.
- Uluslararası ve bölgesel uluslararası örgütlere girmek de çıkmak da kolay değildir. Bir ülkeye maliyeti büyüktür. O nedenle uluslararası/bölgesel ittifaklarda adım atarken iyi düşünmek gerekir. Brexit’in İngiltere için sonuçlarına bakmanız bile bunu anlamanız için yeterlidir.
- Gerçekçi bir ekonomik ve siyasi zemini olmayan işbirlikleri vitrinlik ve markaj amaçlı olmaktan öteye gitmez. İİT, ECO ve Şangay İşbirliği Örgütü bunun canlı örnekleridir. İİT, kırk benzemezle nasıl işbirliği olamayacağının iyi bir örneğidir. Rahmetli Erbakan bu nedenle İslam Ülkelerinin belli başlılarının öncülüğünü yapacağı bir işbirliği için D-8’i kurmuşsa da, siyasi, ekonomik ve bölgesel farklılıklar bu örgütün de etkin çalışmasını önlemiştir.
- Dış politikada Özallı yıllarla başlayan AK parti ile ivme kazanan paradigma değişimi ile sonuç alınabilmesi için Türkiye’nin aydınları, bürokratları, akademisyenleri ve STK’ları ile güçlü bir alt yapı oluşturulması gerekir. Bu konuda son 30 yıldaki ciddi gelişmeler olduğu da bir gerçektir.
Yukardaki tesbitlerin birçoğunun ayrıntılandırılmaya ihtiyaç duyduğunun farkındayım.
Fakat en önemlisi, özellikle bölgemizdeki şartlardaki hızlı değişimler dolayısıyla dış politikanın gerek duyduğu esnekliktir. Ama esneklik başka şeydir, hızlı ve hesapsız eksen kaymaları başka şeydir.
Doğrudur. Dış politikada her zaman çok yönlülük/çeşitlendirme esas olmalıdır. Ama bu çok yönlülüğü üzerinde yürütebileceğiniz zeminin temeli sağlam olmalıdır. Türk hariciyesinin, bu paradigma değişimine ayak uydurmakta zorlandığı dikkate alındığında ise atılacak adımların iyi düşünülüp atılması gerekir.
Yeni yorum ekle