Kavramın Teorik Topografyası
Sekülerleşme esasen geleneksel olarak dinin başat/eksen kurum konumunda olduğu kültür ve toplumlarda ortaya çıkan bir süreçtir. Bu süreç, dinin özellikle öte dünyaya adanmacı değerleri terviç ettiği, çileci ahlak vurgularıyla dünyevî tatminleri değersizleştirdiği ve ağırlıklı olarak riyazet pratikleriyle yetiştirilmiş ruhban sınıfına dayalı bir dini otoritenin dominasyonu altında şekillenmiş bir kültür ve toplum yapısının tersine dönmesi biçiminde gerçekleşir. Sekülerleşme, sosyal değişmeye diyalektik-metodolojik yaklaşımla geliştirilmiş bir kavramsallaştırmanın ürünüdür.
Bu kavram, geleneksel olarak dünyevî yönelim ve tatminlerin insanî varoluşun özsel bir biçimde dayanmak zorunda olduğuna inanılan ulviyete aykırı, ayartıcı, sapkın, ihlalci, çirkin, aşağılık ve hatta iğrenç olarak mahkum edilip dışlanmasına yol açan bir kutsiyet tasavvurunun tayin edici olduğu bir formasyonda ortaya çıkan bir tersine dönüş süreci olarak yani dünyevî yönelimlerin yeni bir dünyevî değer sistemi inşa edilecek surette gitgide görünürlük, meşrûiyet, rüçhaniyet ve hatta hükümranlık kazanarak dinin; inanç, zihniyet, ibadet, cemaat bağları ve sosyal müesseseler üzerindeki sembolik ve işlevsel tahakkümünün ortadan kalktığı, dinin başat kurum konumunu kaybederek tümüyle sivil topluluk paylaşımına ve hatta bireyin mahrem vicdanî varoluş meselesine tereddî ettiği bir dönüşüm süreci olarak tanımlanabilir.
Toplumda dünyevî yönelim ve değerlerin yükselişi sürecinin en kapsamlı ve derine nüfuz eden tezahürleri ise kimi işlevselci sosyologlar tarafından “kültürün sekülerleşmesi” olarak kavramsallaştırılmıştır. Kısaca ifade edilecek olursa kültürün sekülerleşmesi, beşerî düşünüşte birbiriyle ilişkili iki kökten dönüşümle gerçekleşir: 1. Kişilere ve eşyaya yönelik tutumun ”kutsaldan arındırılma” sı (desacralization), yani dinî mukabele edişte, kutsala mukabelede yer almak durumunda olan duygusal bağlılığın geri çekilmesi 2. Dünya üzerine düşünüşte kutsal referanslı duygusal katılımın alıkonulması yani “fikriyatın rasyonalizasyonu” (rationalization).
Geleneksel Yapıda Kutsalın Odağı Din miydi?
Osmanlı geleneksel yapısında başat ya da eksen kurumun hangisi olduğu sorulacak olsa çoğu kişinin din cevabını vereceğini tahmin etmek zor olmasa gerekir. Oysa bu, hem opak bir kavrayış hem de analitik olarak yetersiz bir bakış açısının ürünüdür. Osmanlı geleneksel yapısında başat/eksen kurum din değil, siyasettir. Din, Ancak siyaset kurumunun sembolik meşrulaştırıcısı ve topluma dini cemaat ve ritüeller aracılığıyla nüfuz ve tahakküm etme kanalı oluşturuyordu. Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı geleneksel toplum yapısının talep ettiği kutsala yönelik duygusal bağlılık ve kutsala referanslı duygusal katılım karakteristik olarak dini değil siyasi bir nitelik arz ediyordu; çünkü kutsal tasavvuru, dünyevî olanı şeytanlaştırıcı öte dünyacı bir dinsellikte değil, dünyevî siyasî zâtiyeti, sorgulanamaz ve karşı çıkılamaz bir biçimde ulvileştirip kutsamaya yönelmiş bir mutlak tâbiiyyette kristalize olmuştu.
Bunun da ötesine geçerek kutsalın dini bir karaktere sahip olup olmadığını sormak gerekir. “Dîn ü devlet, mülk ü millet” klasik formülasyonunda dine birincil bir yer tanımıyormuş gibi görünse de gerek Türk değerler sistemi, gerek Sasani restorasyonu niteliğinde yapılaşarak miras alınan Selçuklu-Pers devlet geleneği -ki Sünnî siyasal teolojisini de mündemiçtir- ve gerekse Bizantinist kurumsal yapıların ruhu, Osmanlı klasik sisteminde kutsalın dinî/uhrevî bir karaktere değil dünyevî olanı ulvîleştiren siyasi bir karaktere sahip olduğunu göstermektedir. Şu halde kutsala aslî duygusal bağlılığın ve kutsala referans veren duygusal katılımın dinî olmaktan çok ve hatta tümüyle siyasî bir karakteristiğe sahip bulunduğu,hayrete sezâ bir surette akademik nazarlardan ve daha önemlisi entelektüel dikkat ve nüfuzdan kaçırılmıştır.
Dinî Kutsala Savaş Açmış Politik Kutsalın Bendesi Cengaverliğin İronisi
Bu mülahazalar dikkate alındığında Türkiye’de, teorik olarak tersine dönüş sürecinin uhrevî dinî kutsalın sekülerleşmesi olarak değil ulvîleştirilmiş dünyevî siyasî kutsalın sekülerleşmesi olarak formüle edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bir adım daha atarak kültürün sekülerleşmesi başlığı altında anılan iki temel sürecin (desacralization & rationalization) dinde değil siyasette gerçekleşmesi çok daha temel bir önem arz ettiği söylenebilir. Hatırlanacağı üzere kişilere ve eşyaya geleneksel mukabele edişte birincil olarak dinî değil politik karakterdeki kutsaldan arındırma ve ikincil olarak dünya üzerine düşünüşte duygusal katılımın dini değil politik karakterli bir mahiyet arz etmesi nedeniyle siyasi fikriyatın rasyonalizasyonu gerçekleşmediği taktirde günümüz Türk toplumu sekülerleşemez. Türk toplumunda kutsal, dinî değil politik bir karakterlidir ve kutsaldan arındırılması söz konusu olan din değil siyasettir.
Din, klasik Sünni politik teolojisinde de Osmanlı geleneksel toplum yapısında da dünyevî olan politik bağlılık ve intisâbın meşrulaştırılıp ulvîeştirilmesine hizmet eden bir sembol sistemi ve başat/eksen kurum değil türev/bağıl bir kurumdur. Aslolan din değil siyaset, onun tecessüm ettiği zâtiyet olarak devlettir. Bu bağlamda dinin değil devletin sekülerleşmesi, başka bir anlatımla gerek bireysel davranışta ve gerekse kolektif tutumlar da dinî kutsalın değil, siyasi kutsalın rasyonaliteden uzak duygusal baskısının ortadan kaldırılması esastır.
Dinin önemini abartan ve batılı ezberlerle Türk toplumunda dinin geriletilmesi, dinin toplum üzerindeki tahakkümünün ortadan kaldırılması yönündeki sekülerleştirici perspektif, tümüyle gerçek dışı bir din heyulâsıyla ödü patlatılmış, dersine az çalışarak kaba nosyonlarla kurulmuş bir “haylaz entelijansiyanın hayal alemi”nden ibarettir. Zihni bu şekilde dumura uğramış fikirden değilse de tefekkürden nasipsiz entelijansiya, asli kutsalın kalbini oluşturan politik zatiyeti karşısına alarak onun toplum üzerindeki ulvîleştirilmiş nobran nüfûz ve tahakkümüne savaş açacak rasyonel bir strateji yerine politik kutsalla özdeşleşerek karikatür bir ulvileştirme mekanizması olarak dine savaş açan ucuz bir kahramanlığa rota kırmıştır.
Din, kutsal politik tahakkümün kendisi değil türev bir mekanizmasıdır geleneksel olarak. Batılılaşma sürecinde, kapsamlı bir modernleşmeyi değil ancak pre-modern bir toplum inşaası ile sonuçlanmış sosyal dönüşümümüz, dini türev bir kurum olmaktan karikatür bir semboller sistemine ve siyasî olarak don biçilmiş ve siyasetle halvet halindeki bürokratik veya sivil çıkar organizasyonlarına indirgemiştir. Dinin gücü kutsallığından değil, siyasetle nikah kaldırmaz ilişkisi içinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Başa çıkılması gereken asıl irrasyonalite, politik zatiyetin irrasyonalitesidir. Din bu irrasyonalitenin kendisi değil, sadece retorik ve organizasyonel kılıfından ibarettir.
Yeni yorum ekle