“Yaldızlı imgelere/ Toplara tüfeklere/ Kralların tacına/ Tarlalara ve ufka/ Kuşların kanadına/ Gölgede değirmene/ Yazarım adını/ Ey özgürlük” Paul Eluard’ın bu dizeleri Zülfü Livaneli’nin bestesiyle dolanmıştı dilimize: Özgürlük.
Daha önce de
“Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden” demişti Namık Kemal.
Yerleşik yaşama geçip, örgütlenip kendisini tutsaklaştıran insan kaybettiği şeye tutkusunu daima en coşkulu biçimde ifade etti. Kural, kaide, mülkiyet, istifçilik, hırs, devlet, yeni ihtiyaçlar, malın muhafazası- çoğaltılması veya başka bir malın ele geçirilmesi, tehdit, risk, güvenlik vb. İnsanın nisbî serbestiyeti yine kendi icat ve kabulleriyle tahdit, tehdit edildi. Modern zamanlarda da hürriyet-özgürlük kavramı yüceltildi ve tanrı postuna oturtuldu. Aynı zamanda sermayenin elinde yeni bir kavramsal put ihdas edilmiş oldu.
Peki, hürriyet-özgürlük nedir, ne vaat eder, mümkün müdür? Bir virt gibi dillerden düşmeyen, her dilde en görkemli sloganların öznesi olan bu kavram; filmden reklama, politik vaatlerden hümanist nutuklara kadar her üst perdeden mesajın öznesi olan bu kavram putlaştığında ne tür sorunlara sebep oldu?
Bu kavram bizde önce “hürriyet”, dil devriminden sonra da “özgürlük” biçiminde görülür. Politik bağlamda bağımsızlık kavramı da bununla ilgilidir. Fransızcada liberté, İngilizcede freedom şeklinde görünen kavram farklı köklerden farklı anlam nüanslarıyla gelse de son noktada tüm dünyada benzer, ortak bir anlamı ifade eder. Sevan Nişanyan, etimoloji sözlüğünde özgürlük kelimesinin “öz” sözcüğünden türetildiğini, -gür unsurunun yapısının ve işlevinin meçhul olduğunu, bu birleştirme ya da türetmeden öz + gür şeklinde bileşik sıfat amaçlanmış olabileceğini söyler. Kavramın bugünkü dilde ifadesi olan özgürlük doğrudan ve yalnızca “insanın kendisine, özüne” gönderme yapar. Ancak özgürlük kelimesinin eş anlamlısı saydığımız hürriyet kelimesinde kavramın kökle anlam ilişkisi biraz daha farklıdır. Nişanyan’ın etimoloji sözlüğünde şu bilgiyi görürüz hürriyet kelimesiyle ilgili: “Arapça ḥrr kökünden gelen ḥurr حُرّ “salınmış, azat edilmiş, köle olmayan” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice ḥōr veya ḥawr חוֹר “1. beyaz giysili, 2. azatlı köle” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice ḥawar חַוַר “beyazlık, beyaz” sözcüğünden türetilmiştir. Nihai kökeni Roma İmparatorluğu döneminde azat edilmiş kölelerin beyaz giysi giyme hakkına kavuşmasına dayanır.” Dikkat edilirse özgürlükteki insanın özüne yapılan vurgu burada görülmez. Burada tutsak olmama, köle olmama hali vurgulanmıştır. Yine Nişanyan bu kavramla ilgili “Fransızcada libéral “1. cömert, soylu 2. özgürlükçü, ticaret ve siyasette özgürlükten yana (19. yy)” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince liberalis “cömert, soylu” sözcüğünden alıntıdır. Latince līber “soylu, özgür, azat” sözcüğünden +al° ekiyle türetilmiştir” bilgisini verir. Kavramın Latince kökeninde “soyluluk ve köle olmamaya” yapılan vurgu önemlidir. Yine Nişanyan’ın sözlüğünde free kavramı ile ilgili olarak da kökende “soylu ve köle olmayan” anlamlarına vurgu yapıldığı görülür. Yine aynı sözlükte azat/lık kelimesiyle ilgili olarak da “Orta Farsça āzāt “1. soylu, asil, toprak sahibi asilzade sınıfına mensup kimse, 2. köle olmayan, özgür” sözcüğünden evrilmiştir.”bilgisi verilir.
Hürriyet, liberte, freedom, azat/lık kavramlarında köle olmama ve soyluluk ifadeleri kökte ortak olarak bulunur. Buna karşılık uydurma suretiyle Türkçeleştirilen özgürlük kavramında soyluluk ya da köle olmamaya atıf olmamakla özgürlük kavramının daha hümanist bir kök anlamı olduğunu söylemek mümkündür. Kelimeyi uyduranın böyle bir ayrıntının farkında olup olmadığını bilmek pek mümkün değildir. Sınıfsız toplum diyebileceğimiz Türk milleti için de hürriyetin özgürlük olarak ifade edilmesinin “tesadüfen” isabetli bir kavram oluşturduğunu konudan bağımsız olarak söyleyebiliriz.
Diğer dillerdeki özgürlük kavramının etimolojisinde kölelik-soyluluk kavramlarına atıf olması şöyle bir ipucu verir: İnsanlık yerleşik hayata geçer; mülkiyet, güvenlik gibi kavramlardan sonra sosyal statüler çeşitlenir, bu bağlamda insanın fıtratına-ontolojisine ters biçimde kölelik ortaya çıkar sonra köle olmamanın ehemmiyeti anlaşılır ve bu durumu ifade eden kavramlar ortaya çıkar. Yani insan önce kölelik sonra da hürriyet durumunu kavramlaştırmış olmalıdır.
Kavramın “özgürlük” biçiminde ifadesinde etimolojik olarak başka bir husus dikkatimizi çeker. Burada insanın “öz”üne bir vurgu vardır. Kutsal ve dokunulmaz bir kavram olan, gerekirse uğruna canın bile feda edilmesi gereken özgürlük kavramında referans insanın kendisi-özüdür. “Her türlü dış etkiden bağımsız olarak” kendisi karar verir. Uğuruna can feda edilecek şey bizzat insanın arzusu, isteği, tercihi, kabulü hülasa özüdür. O halde insan iyinin, doğrunun, güzelin mutlak kaynağı olarak kabul edilmektedir. Hâlbuki insan iyinin olduğu kadar kötünün, doğrunun olduğu kadar yanlışın, güzelin olduğu kadar çirkinin de kaynağıdır. Bu açıdan baktığımızda insanı yücelten, mutlaklaştıran bu hümanist bakış açısı da hakikatle çelişir. Hangi yönde nasıl karar vereceğini bilemeyeceğiniz insanın verdiği her karar dokunulmaz-kutsal olacaktır. Tabii ki bu pratikte karşılığı olan bir durum değildir. Ancak coşkulu bir biçimde yücelttiğiniz özgürlük kavramı bir inanca-imana dönüştüğünde pratikte karşılık bulamaması da insanın ruh dünyasında da sosyal hayatında da çeşitli çatışmalara ve travmalara neden olacaktır. (Bu bağlamda ebeveynlerin çocuklarıyla yaşadıkları özgürlük temalı tartışmaları hatırlayabiliriz.)
Özgürlük kavramı; hürriyet, liberte, freedom, azat/lık kavramlarının yerine ikame edilip Türkçe Sözlükte “Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî; her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet.” biçiminde tanımlanmıştır. Ve bu kavram hangi dilde nasıl ifade edilirse edilsin tüm insanların zihninde benzeri bir anlama tekabül eder. Kelimenin lügat karşılığı dikkate alındığında kavramın ifade ettiği, iddia ettiği, vaat ettiği, anlamın hiçbir surette mümkün olmadığı görülür. Hiçbir surette mümkün olmayan bir kavramın mutlak surette olabilecek bir şeymişçesine kullanılmasının doğuracağı bir takım olumsuzluklar olacaktır.
Önce neden hiçbir surette olamayacağı sonra da virde-zikre-slogana dönüştürülüp bayraklaştırılması durumunda ortaya çıkacak sorunların neler olabileceği üzerine düşünelim.
Neden mümkün değildir?
“Herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, ‘her türlü dış etki’den bağımsız olarak insanın kendi iradesiyle karar vermesi.” Tanımdaki bu ifadeler değil insan, herhangi bir varlık için mümkün değildir. Bırakın somut bir varlığın özgürlüğünü soyut varlıklar için bile özgürlük kavramı tartışmalıdır. En özgür olduğunu, kimsenin müdahale edemeyeceğini söyleyebileceğimiz “düşüncenin özgürlüğü”nü ele alalım.
Düşünce özgür değildir. Zira düşünce kelime-kavram ve görünümlerle ilgilidir. İnsan kelimesiz ne düşünebilir ne de hayal kurabilir. Zihnin vasıtası kelimelerdir. Ve kelimeler kullanıcısının malı değildir, anonim araçlardır. Kelime-kavram, tanım ve çağrışımlar “bize gelene kadar” dışarıdan-dışarıdakilerden etkilenmiş ve onların tesirinde binlerce yılda oluşmuştur. Zaman, mekân ve insan bakımından bir kavramın oluşması ve insanın kullanımına sunulması “çok üreticili” “anonim” bir vasıtadır ve onsuz düşünülemez. Dolayısıyla insan düşünmek için diğer insanlara kavram düzeyinde muhtaçtır. Zihin; varlıklar dünyasıyla bir bağ kurar. Bu bağ vasıtası ile kavramlaşma gerçekleşir. Bu durumda benim düşüncem ve hayalimin oluşmasında başkalarının icat ettiği şifreler dizgesi, hayalin ve düşüncenin tam olarak benim eserim olmasını engeller. Bu bağlamda diğerinin, başkasının etkisine maruz kalmadan düşünmek-hayal kurmak muhaldir. Yani düşünürken kullandığımız kavramlar bir “dış etkidir”. Kavram-kelime düşünenin özüne ait değildir, kamu malıdır. Dolayısıyla kelime ve kavramlarla düşünmenin özgürlüğü-kendine özgülüğü tartışmalıdır. Bu bağlamda şahsa mahsus kabul ettiğimiz “düşünme”nin kolektif bir şey olduğunu söylemek pek de iddialı olmaz.
Düşünmek kelime ve kavramlar vasıtasıyla olduğu gibi varlığın görünümleri de düşünmenin asli unsurlarındandır. Varlığın görünümleri düşünen için kendine özgülük ifade etmez, bir çeşit “dış etki”dir. Bir ağaç düşünen için dışarıdandır, ötekidir. Ağaç üzerine düşünebilmek için ağaç denilen varlığa ya da onun görünümüne muhtaçlık söz konusudur. Meseleye bu bağlamdan baktığımızda da ifadenin ya da insanın lügatteki manasıyla özgür olması mümkün değilken düşünmenin özgürlüğü de gayet tartışmalıdır. Kelimesiz, kavramsız, göstergesiz, görünümsüz bir düşünme olamayacağına göre, düşünebilmek için “dışarıdaki” varlık ya da kavramlara muhtaç olduğumuza göre, en olası sandığımız özgürlük alanının bile tartışmaya açık olduğunu söyleyebiliriz.
Düşünme ve hayal etme gibi en olası alanda bile özgürlük kavramsal olarak tam anlamıyla mümkün değilken insanın ve toplumun özgürlüğünü tartışmaya açmak gereksizdir. Zira insan; sosyal, çatışmacı, muhteris bir varlıktır. Haliyle sözlük manasındaki özgürlük ancak güzel, uzak ve fantastik bir ütopyadan başka bir şey değildir. Ve başlangıçtan günümüze insanlık tarihi ideal bir özgürlüğün mümkün olmadığını ispat edecek sayısız örnekle doludur. Tarihin gelişi geleceğin de bilgisini içerir. Hülasa ne soyut-mücerret ne somut-müşahhas anlamda özgürlük mümkün değildir. Ancak insanın gücü, imkânları, şartları ve statüsü itibariyle diğer insanlara göre nisbi bir serbestiyeti olabilir. Buna da özgürlük diyemeyiz. Zira ötekine göre nisbi serbestiyetteki her ilişki özgürlüğü belli bir biçimde tahdit ve tehdit eder. Bu bağlamda düşündüğümüzde özgürlük, hürriyet, bağımsızlık kavramlarının tanımları ve iddiaları ile hakikat çelişir. Hakikatle çelişip çatışan kavramları mutlaklaştırmak daima sorun ve çatışma üretir.
Özgürlük-hürriyet masalları, hikayeleri, sloganları, şarkıları, filmleri ve tiyatroları ile büyütülmüş bir insanın hayatının herhangi bir evresinde bu ideale ulaşamayacağı gerçeğini hesaba katarsak putlaşan bu kavram trajediden başka bir şey üretemez. O halde hürriyetle tutsaklık, kölelik, bağımlılık arasında sınırlı-nisbi serbestiyeti ifade eden daha reel ve rasyonel bir kavrama ihtiyaç vardır. Ve bu kavramın Türkçede olmadığını görüyoruz. Diğer dillerde de bu ara formu ifade eden bir kavram olup olmadığını bilmiyorum.
Ülkeler için kullanılan bağımsızlık ifadesini de bu bağlamda ele aldığımızda benzer bir sonuca varacağımız muhakkaktır.
Peki, özgürlük ile bağımlılık arasında ara formu ifade eden bir kavramımız yok ve biz yoğun bir biçimde özgürlük-hürriyet kavramını kullanıyor ve onu bayraklaştırıyoruz. Özgürlüğün ideal anlamda var olamayacağının zaten bilinen bir şey olduğunu, kimsenin de gerçek anlamda bir özgürlük talebinde olmadığını, bunun mümkün olmadığının herkesçe bilindiğini söyleyebiliriz. O halde yazarın bu yazıdan kastı nedir?
Yazının kastı şudur: Asla mümkün olmayacağı herkesçe bilinen bir şeyin mutlaka mümkün olduğu kabulü ile yaygın ve yerleşik kullanımı ciddi bir sorundur. Yazarın kastı bu sorunun ne tür sonuçlar doğuracağına işaret etmektir.
Tanımı ve iddiası kusurlu özgürlük kavramının bayraklaştırılarak, kutsallaştırılarak kullanımından doğacak sorunlar nelerdir?
İnsan dil ve kavramı algılamaya başladığı andan itibaren aynı zamanda bilgi, inanç ve kabuller edinmeye başlar. Bu kavramla zihni şekillenmiş birey, özgürlüğü kısıtlandığı her an çevresine karşı tepkili ve öfkeli olacaktır. Bu tepki ve öfke hali özgürlüğün kısıtlanma hissinden doğuyorsa bunun bitmesi söz konusu değildir. Din, ahlak, yazılı olan yazılı olmayan normlardan tutun da yaşamın temel unsurları olan hava, su ve toprağa karşı olan sorumluluklarımıza kadar her şey özgürlüğü sınırlar. Dolayısıyla da canının istediğini canı istediği zaman - kavramın tanımında geçtiği gibi “hiçbir dış etkiye” maruz kalmadan - yapamayan kişi kendini ne sınırlıyorsa ona arşı tepkili ve öfkeli olacaktır. Din, ahlak, yasa olmadan insanın nasıl bir sosyal gerçeklikte var olabileceği sorusu cevaplanmaya muhtaç olur. Buradan ulaşabileceğimiz en olası sonuç anarşidir.
Bundan başka asla mümkün olmamakla birlikte mutlaka mümkünmüş gibi kullandığımız özgürlük kavramı insan zihnini inşa eden temel kavramlardan biri olduğunda güçlü bir sömürünün de aracı olur. Nisbi olarak ötekine göre daha serbest ve güçlü olan kişinin nisbi serbestisini ve gücünü artırmaya hizmet eder.
Şu ürünü kullanarak özgürce yaşa ya da özgürlüğüne kavuş mesajı sermayenin reklamlar vasıtasıyla en çok kullandığı mesajdır. Bu mesaja muhatap olan edilgen zihin, ürünü edinip özgürleşmek için elindeki parayı-malı-imkanı kullanır. Hatta henüz kazanmadığı parayı, çalışmadığı-yaşamadığı zamanı ipotek ettirerek özgürlüğünü(?) satın alır. Özgürlük için eldeki varlığı takas eder. Şampuanı kullanır ama saçlar özgürce dans etmez, dondurmayı yer, o otomobile biner, o parfümü kullanır, o tatile gider, o sitede oturur ama hiçbiri ona özgürlüğü sağlamaz. Elde kalan hayal kırıklığı ve mutsuzluk olurken “patron” kazanır. Yani bu kavramsal put kapitalizmin bekasını tahkim eder.
Her devlet, yasa, iktidar, yönetim (iyi ya da kötü olsun) özgürlüğü tahdit ve tehdit eder. Bu bağlamda her politik organizasyon, lider ya da söylem kitleye daima “özgürlük” vaat eder. Bunu en üst perdeden yapar. Gerekirse bu özgürlük için inananlarının, savunucuların canlarından vazgeçmelerini onlardan ister. Nihayetinde özgürlük propagandası yapıp özgürlük vaat edenler de “sözlükteki anlamı”yla yaygın ve yerleşik kabul bakımından ideal bir özgürlük sunamaz. Sonunda ortaya çıkan duygu yine hayal kırıklığı, tepke, öfke ve hatta nefrettir. Peki kim kazanır? Söylemi üreten, nisbi olarak ötekine göre daha güçlü ve serbest olan politik organizasyon ya da liderlik daha güçlü ve daha serbest olur.
Bundan başka özgürlüğü en büyük kutsala dönüştürdüğünüzde “özgürlük” adına yapılan her şey dokunulmazlık payesi kazanır. Dolayısıyla özgürlük kutsalının varlığı ahlak ve inanç alanını yok eder.
İnsanın dâhil olduğu bir hayatın varlığı ikinci bir insana ve mutlak olarak diğer varlıklara bağlıdır. İnsanın diğer insan ve varlıklarla ilişkisi de çeşitli mecburiyetler, bağlar, bağımlılıklar, muhtaçlıklar doğurur. İnsanın diğer varlıkla ilişkisi ya mülkiyet, sahip olma, çatışma, savaşma biçiminde ya da saygı duyma, değer verme, onlara karşı görev ve sorumluluklar biçiminde kendisini gösterir. Bunlardan doğan yazılı-yazısız normlarla insanın sosyal bir varlık olarak hayatını sürdürmesi mümkündür. Bu bağlamda özgürlük dediğimiz kavram sözlükteki anlamıyla ancak fantastik bir ütopyadır. Kavramsal karşılığı asla mümkün olmayan bir kavramı bir kişinin zihnine çocukluktan itibaren sayısız kez sözlü, yazılı, görsel yöntemlerle naklettiğinizde-nakşettiğinizde o birey için yaşam hayal kırıklıkları, öfke ve nefretle dolu, çatışmacı bir sürece dönüşür. Özgürlüğünü kısıtlayan anne-babaya ve yakın çevreye karşı başlayan tepki daha sonra tüm sosyal yapılara, kural içeren her şeye (din, yasa, ahlak vb.) ve daha sonra ölümle varlığı sonlanacak olan hayata karşı tepkiye dönüşür. Peki, bu travmatik sürecin bir kazananı yok mudur? Özgürlük dilini en üst perdeden kullanan, bunun propagandasını yapan, hedefine ulaşabilmek için kitleleri bu kavramsal putla manipüle eden kim ise daima kazanır. Çünkü kalabalıklar genellikle kavramlar üzerine düşünmezler.
Hayat kavramlarla mümkündür. Onlar vasıtasıyla yaşadığımız kavramlardan hangileri acaba kavramsal bir put, biliyor muyuz?
Yeni yorum ekle