Uzun yıllardır Viyana’da yaşayan biri olarak Viyana’ya geldiğim ilk günlerde hep benzerlikleri görmeye çalıştım. Bu da bana şehirle farklı bir bağ kurmayı sağladı. Her şey bana yabancı göründüğü gibi bir o kadar da tanıdık geliyordu. Üniversitesinde okumak için geldiğimiz bu şehirde (Viyana) çok güzel günlerimiz oldu. Arkadaşlıklarımız, dostluklarımız oldu, en önemlisi de arkadaşlarımızın hâlâ samimiyetlerini korumaları. Nedendir bilmiyorum gurbet bize çok şey kattı ve ondan çok şey öğrendik. Viyana bizim için herhangi bir şehir değildi, her şeyiyle "Viyana, Viyanaydı". Oysa ben kendi ülkemde de babamın memur olması nedeniyle göçü ve gurbeti yaşamıştım. Ulusötesi göç alanında uzmanlık yapan biri olarak göç teorileri hakkında bilgi edindikçe kendi yaşadığım iç ve dış göçü de anlamlandırmaya başladım. Farklı şekillerde yaşadığım hayata dair göçün etkilerinin yeniden bilincine vardım. Bizimkisi biraz da memurluğun getirdiği bir yaşam tarzıydı. Göçü farklı şehirlerde sosyal psikolojik ve siyasi etkilerini yaşamak… Doğduğum şehir Trabzon’dan başlarsam eğer sırasıyla Kastamonu, Kırşehir, Diyarbakır, Sakarya, Ankara... Bu şehirlerin hayatımdaki yeri bir başka... Viyana’nın, en uzun yaşadığım şehir olarak hayatımdaki anlamı çok başka burada gurbeti daha derinden hissettim. Gurbet, Kemal Sayar’ın dediği gibi, “Hep gidecekmiş gibi yaşarsın da dünyada bir gurbet tadı olur ağzında.” Ne kadar güzel söylemiş, hep bir yerlere gidecekmiş gibi tabi ki bir gün bu dünyadan da...
Viyana-Amman iki şehir; biri Batı’da, diğeri Doğu’da iki ayrı dünya. 2017 yılı Kurban yardımı için Rahma Austria Derneği adına gözlemci olarak Ürdün’e giden gruptaydım. Çevreyi gözlemlemek, kurban dağıtımı, aile ziyaretleri, yetimhane ziyaretleri ve yetim çocuklara hediye dağıtımı gibi sorumluluklarımız vardı. Grubumuz çok renkliydi. Türkiyeli, Bosnalı, Filistinli arkadaşlarla yolculuk yaptık. Amman havaalanında uzun bir kontrolden geçtikten sonra, şehre doğru yola çıktık. Şehre giden yol bana adeta Ankara’daki havaalanından şehre giden yolda gidiyormuşum hissini verdi. Daha önce de arkadaşlardan “Ortadoğu’da Ürdün, Türkiye’ye en fazla benzeyen ülke” duymuştum, bunu şehre giderken hissetmek ilginç, bir o kadar da güzeldi. Ankara’daymışsın gibi bir duygu yaşarken, içinizden neler neler geçiyor; bu coğrafyada yaşayanlarla aynı dini paylaştığınız, ortak tarihe sahip olduğunuz, benzer kültürel değerlerinizin olduğu gibi düşünceler İbni Haldun’un, “Coğrafya kaderinizdir” sözünü hatırlatıyor.
Amman’da Arefe günüydü ve biz bir Kurban Bayramı’nı burada geçireceğimizin heyecanı içindeydik. Kurban Bayramı’nın ilk gününde, sabah erken kalkıp Amman’ın hafif yüksek bir yerinde kurulan Kral Hüseyin tarafından yaptırılan Kral Abdullah Camii’ne gitmek için yola koyulduk. Bayram namazını kıldıktan sonra kurbanların kesileceği kesimhaneye gittik. Hayatımda ilk defa bu kadar çok kurban kesimi gördüm. Bayramı uzun yıllar Viyana’da yaşayan biri olarak ilk defa burada bambaşka bir atmosferde başlıyordu. Bayram namazından sonra mülteci bir ailenin evine kahvaltı için misafir olduk. Misafirperverlikleri dikkat çekiciydi. Daha sonra İrbid Kampı’ndaki bir yetimhane ziyaretinde bulunduk. Burada çocuklar bizi hoş bir coşkuyla, güzel bir şarkıyla karşıladılar. Yetimhaneye girerken farklı duygular yaşadım, aklımdan geçenleri anlatamam üzüntü ve sevinç arasında gidip gelen düşüncelerimi. Hazırlanan kısa bir program sonrası çocuklara hediyeler verdik daha sonra ise ailelerine kesilen kurban etlerinden dağıttık. Vermek ve almak, alanın ve verenin birbirinden haberinin olmadığı bir dini gelenekten gelen bizlerin biraz çekinerek biraz mahcup olarak bu yardımı yapmamız duygulu anlar yaşamamızı sağladı. Daha sonra ise Ürdün’ün kuzeyinde bulunan View Point denilen sınır bölgesine gittik. Burası, tarihi bir dokuya sahip olması yanında Suriye, Ürdün ve Filistin topraklarının birleştiği bir bölge. Geldiğin topraklara uzaktan bakmak, herhalde Filistinli biri için ne kadar ağır olduğu tarif edilemez bir duygu. Öğleden sonra Amman’ın güneyinde yaşayan bir aileye misafir olduk. Burada bayram havasını daha çok hissettik. Geniş güzel bir evdi ve ev sahipleri bizi çok sıcak karşıladı. Doğu insanının farkını daha çok hissediyorsunuz gurbette. Akşam otele döndükten sonra, yakın bir yere künefe yemeğe gittik. Arapların künefesi çok farklı, Türkiye’de yapılan künefeye göre.
Bayramın ikinci gününde, başka bir kesimhaneyi ziyaret ettik; burası, veterinerlik geleneği olan bir ailenin, aynı zamanda Kurban bayramlarında kurban kesimhaneleriydi. Daha sonra başka bir Kampa gittik, burada da yetim çocuklara hediye ve ailelerine kurban eti dağıttık. Madaba kampındaki eğitim merkezinde karşılaştığımız yetim çocukların bizlere Türkçe kelimelerle hitap etmeleri, Türk dizileri izlediklerini söylemeleri; özellikle Diriliş Ertuğrul dizisinin oyuncularının adlarını bilmeleri dikkat çekiciydi.
Bayramın son günü, Ürdün`ün kuzeyinde Suriye sınırına 3 km uzaklıktaki Umm el-Jamel bölgesinde bir mülteci kampını ziyaret ettik. Burada çadırlarda yaşayan aileleri ziyaret edip kurban eti dağıttık. Aynı zamanda da kampı gezdik. Umutları bir gün Suriye’deki iç savaş bittiğinde ülkelerine geri dönebilmek. Bu yüzden de sınıra yakın bir yere yerleşmişler. Geçim kaynakları ve uğraşları ise kampın içinde seralarda yetiştirdikleriyle sebzeler ve yetiştirdikleri develer. Daha sonra ise bu bölgedeki engelli mülteci çocuklar için açılmış bir okulu ziyaret ettik. Bu okul, 2 yıl boyunca İtalya’daki bir yardım organizasyonu tarafından yapılan bir proje kapsamında, eğitmen ve eğitim materyali desteğinde bulunmuş. Şu anda bu projenin desteklenmemesi sonucu proje yarım kalmış. Viyana’da arkadaşlarla “bu okul için neler yapabiliriz?” üzerine çalışıyoruz, yani sadece yardım götürmekle işimiz bitmiyor.
Daha sonra Ölü denizi görmeye gittik. Ölü deniz, bakmaya doyamayacağınız bir duygu uyandırıyor içinizde... Pırıl pırıl deniz, sahra... Arabadan indiğimizde yüzümüze vuran sıcaklık tarif edilemezdi. Şu anda daha iyi anlıyorum ki burada bu sıcaklıkta çalışmak neredeyse imkânsız. Çöl, sıcaklık tarif edilemez... Öğleden sonra ise bize okul ve kampta mihmandarlık yapan belediye başkanının evine misafir olduk.
Gezimizin sonunda, ortak tarihimiz, ortak kültürümüz, aynı dine mensup olmamıza rağmen ve bize Avrupa’dan daha yakın olmasına rağmen bu coğrafyayı ne kadar az tanıdığımızı anladık. Sahranın uçsuz bucaksız güzelliği bir başkaydı, kumları, sarı rengin albenisi bambaşka...
Kemal Sayar’ın, “şehir insanının gönül yorgunluklarını, ruhların gizli yaralarını ilaçlardan önce kelimelerin sağaltacağına inanan bir Kalpten Kalbe Bir Yol var” dediği gibi şehirden şehre de bir yol gidermiş...