Rusya'nın Uluslararası İlişkilerdeki Varlığı Üzerine

07 Aralık 2020

 

 

“Dostlarım, dost yoktur!” diye bağırdı ölmek üzere olan bilge.

“Düşmanlarım, düşman yoktur!”  diye bağırıyorum ben, yaşayan budala.

F.Nietzsche

 

Bilge mi haklı budala mı? Hayat elbette ki her ikisini de haklı çıkartacak örneklerle doludur. Lakin her iki yaklaşım türü, insanların psikolojik yapısına ilişkin ipuçları verir. Dostluklar, çoğu zaman, kaygan zemin üzerine kurduklarının farkına varılmadan yaşanıldığında insanları mutlu eder. Bunu fark ettirecek en küçük bir değişim yaşandığında bilgenin üzüntüsü kaplar içinizi. Bu genellemenin dışında, kimi insan iktidar, güç ve menfaat ilişkileri içinde düşmanı ile birlikte yol almak ister. Zira korktuğu insanı yanında görmek onu bir nebze olsun rahatlatır. Düşmanını dostuyla aynı safa koymanın başarısını yaşar içinde. Lakin hayat o kadar eğlencelidir ki bir menfaat çıkmazında dostunuzu kaybettiğinizde kendinizi budala, düşmanınızla aynı masada oturmaktan dolayı da kendinizi bilge sanırsınız.

Devletlerin refleksleri de insanlarınkinden farklı değildir esasında, ne de olsa onları yöneten de birer insan. Uluslararası ilişkilerde dost ve düşman kavramlarının olmadığı, esas olanın menfaat olduğu anlatılagelir. Belki böylesi bir gerçeklik bilge ve budala arasındaki dengeyi kurar.

Amaç her halükarda bir menfaat olsa da devletler ya dönemsel ittifaklar ve dostluklar ya da rekabetler ve düşmanlıklar oluşturmanın da bu menfaatin bir parçası olduğunu unutmazlar. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu dünyanın klasik hikâyesi budur. Bir tarafta liberalizm ve demokrasi vurgusu yapan kapitalist Batı bloğu, diğer tarafta sosyalist Doğu bloğu. Birinin başında ABD diğerinin başında SSCB (bugünkü adıyla Rusya).

Her ikisi askeri, siyasi ve ekonomik ittifaklar kurmak suretiyle dostlarına güven düşmanlarına korku vermeyi ihmal etmeyen bir uluslararası ilişkiler modeli oluşturdular. Yoksa budala gibi düşünüp dostlarına korku, düşmanlarına güven şeklinde mi düşünmek daha mantıklı olurdu. Aslına bakarsanız hikâyenin ana konusu tam da budur.

İttifak, ortaklık veya benzeri isimlerle adlandırılan dostlukların temelinde esasında bir korku vardı. Bu ortak düşmana olan korku mu? Yoksa kendilerini dostluktan çıkartabilecek müttefike yönelik bir korku mu? Aynı ortak yapılanmalar içinde olmuş olsalar bile aslında hiçbir ülke bir diğer ülkenin dostu değildi. O günün şartları itibariyle o şekilde tanımlanmasının ötesinde bir anlamları da yoktu.

Aslında burada önemli olan, dostların dost olmadıklarının farkında olabilmek değil,  düşmanların düşman olmadıklarının farkına varabilmekti. Rusya hiçbir zaman şu an olduğu kadar Batı’nın düşmanı olmadı. Bütün Rusya tarihine baktığımızda ilk dönemde kendi çevresindeki hanlıklar ve prenslikler ile olan mücadeleler, akabinde de sıcak denizlere inebilme adına Osmanlı’yı coğrafi olarak etkisizleştirme arzusunu görürüz. Napolyon ve Hitlerin saldırılarına karşı savunma odaklı savaş stratejisinin başarısı onu hiçbir zaman Avrupa’ya yönelik bir saldırı pozisyonuna sokmadı. Bunun dışında genel olarak Avrupa dengesine saygı göstermek suretiyle Akdeniz politikasının meşruiyetini oluşturmaya çalıştı. Bu genel itibariyle başta İngiltere olmak üzere Avrupalı ülkeler tarafından da kabul gördü denilebilir.

II. Dünya Savaşı sonunda kurulan uluslararası sistemde, Batı ile Doğu bloğu arasındaki karşılıklı çıkar ilişkileri ziyadesiyle meşrulaştırılmış oldu. Düşmanlıklar üzerine kurulan bu çıkar ilişkisi esasında dostların birbirine verdiklerinden daha fazlasını düşmanlarına vermişti.

İngiliz coğrafyacı H.J. Mackinder 19. yüzyılın sonraları ve bilhassa 20. yüzyıl itibariyle, teknolojinin gelişmesiyle birlikte kara gücünün deniz gücüne olan üstünlüğünü anlatan Heartland teorisini jeopolitik bir teori olarak uluslararası ilişkilere kazandırdı.  ABD’nin soğuk savaş döneminde stratejisinin temelini oluşturan bu politika ile Rusya’nın sahip olduğu Avrasya topraklarının önemi ortaya konulmuş oldu. Mete, Atilla ve Cengiz Han dönemleri itibariyle Mackinder gerçekten çok haklıydı. Lakin 20. yüzyıl için böylesi bir söylemin elle tutulur bir yanı olmadığını sanıyorum kendisi de biliyordu.

İdeolojik varlığını iki Alman’dan (Marks ve Engels), stratejik varlığını bir İngiliz’den (Mackinder), siyasi gücünü bir ABD’li den (Franklin D. Roosevelt, Birleşmiş Milletler nedeniyle) alan Rusya, II. Dünya Savaşı sonrasında iki kutuplu dünyanın ikincisi olarak uluslararası ilişkilerdeki yerini almış oldu.

Batı, Rus tehdidini sadece ortada kalmış ülkeler için kullanmıyordu. Aynı zamanda kendi bloğu içindeki ülkelerin iç siyasetlerini sağlamlaştırmak için de sosyalizm ziyadesiyle önemli bir ideolojik tehdit olarak kullanılmıştı. Bu dönemde birçok ülke nedenlerini bilmeden Batı’ya ya da Doğu’ya yanaşmak zorunda kaldı. Birçok ülke de kendi vatandaşıyla kavgaya girdi, kimisinde sosyalizm kimisinde kapitalizm kimisinde de başka ideolojiler veya –izm’ler başarılı oldu. Lakin kazananın daima kasa olması bizleri hiç şaşırtmadı.

Soğuk savaşın sonlarına doğru, SSCB’nin Glastnost ve Perestroyka politikalarıyla, Rusya olarak siyasi tarihteki yerini almasıyla birlikte, birçok doğu bloğu ülkede de eş zamanlı çözülmeler başladı. Herkes ait olduğu dünyaya dönmekte tahminlerden çok daha hızlı hareket etmişti. Batı’nın, dünyayı yönetmek için Doğu’ya ihtiyacı kalmadığı bu dönemde, Rusya lüzumsuz bir tehdit olarak gündeme geldi.

Yaklaşık elli yıllık hayatımdan geriye doğru baktığımda, elimde Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Gogol, Puşkin’den başka hayatımda Rusya’ya dair ne var diye düşündüm; öğrencilik yıllarımda Rus pazarından satın aldığım kalpak hariç hiçbir şey. Belki başka bir şeye de ihtiyaç yoktu ama yeni nesil bundan anlamaz ki, onlar bir fotoğraf makinası, telefon, bilgisayar, tablet, araba, yazılım ister. Dünyaca tanınmış Rus markaları içinde yaklaşık 150. sırada bir banka ve çok daha gerilerde gaz ve petrol şirketleri geliyor. Nasıl olur da yıllarca dünyanın en büyük iki ülkesinden birisi olarak tanıtılan bir ülke bu kadar geri kalmış olabilir?

Yeni Rusya ile birlikte farklı bir yaşam tarzına giren Ruslar, kısa zamanda toplumsal yaşamlarında akıl almaz değişimler yaşadı. Özellikle petrol ve gaz satışlarıyla zahmetsiz çok büyük gelire sahip oldular ve geçmişlerine inat hayatı doyasıya yaşamaya başladılar. Batı tarzı yaşam artık Rusya’ya da hâkim olmuştu. Kapitalist yaşam tarzını kabul etmişlerdi ama üretim tarzları hala sosyalist dönem özelliklerini taşıyordu. Son dönem itibariyle dünya petrol fiyatlarındaki düşme ile Rusya’nın kolay para kazanma dönemi sonlandı. Pandemi ve alternatif enerji kaynakları uluslararası enerji piyasasının yeni şartlarını oluştururken, Rusya’nın bu gelişmelere yeterince ayak uyduramayacağı ise aşikâr.

Rusya dün olduğu gibi bugün de uluslararası sistemin kendisine bahşettiği görkeme sahip olamadı. O, sözde düşman sıfatıyla Batı’nın en büyük müttefiki oldu. Bugün o sözde düşmanlıktan da eser kalmadı. Hal böyle olunca, Rusya’ya yıllarca bahşedilen iltimasların sonlandırılma zamanı da gelmiş oldu ve yavaş yavaş kuşatılmaya başlandı. Moldova, Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Kırgızistan, Gürcistan ve Ermenistan’da yaşananlar Rusya’nın etrafında bir ateş çemberi oluşturdu. Rusya her geçen gün adım adım yaklaşan ateşten korunmak için çemberin ötesinde diplomatik ataklar yapmak zorunda kaldı. Ancak ne yaparsa yapsın bu çemberin içinde kalmaya zorlanacak. Libya ve Suriye’deki çırpınışlar belki de son gayretleridir. Kapitalizmin karşısında başarısız olan sadece Rusya mı? Elbette ki hayır. Birçok ideoloji bu süreçte müdavimlerinin ihanetine uğradı.

Hâsılı, dostun dost, düşmanın düşman olmadığı bir dönemde Rusya uluslararası politikada bir figüran olarak görevini tamamladı. Vakti zamanında Rusya’ya vehmedilen gücün güç olmadığı gerçeği bugün başka ülkeler için de geçerli mi acaba? Rusya’da kendisine yüklenen misyonun farkındaydı ve bunu kabullenmişti öyle ki uzay mekiği yaparken bir cep telefonu markası bile oluşturamadı.

Yıllarca düşman olduğunu düşündüğümüz ülkelerin birbirlerine düşman olmadıklarını, sahiplendikleri ideolojilerin de birbirlerini tamamladıklarını belki bugün daha rahat görebiliyoruz. Bu hengame içinde nice kıymetli düşünce hak ettiği yeri bulmakta güçlük çekse de artık onlara da kıymet verilmez oldu.

Dostluğun bilgece, düşmanlığın budalaca olduğunu söyleyip, düşmanları dost, dostları düşman görmek sanıyorum kapitalizmden ziyade şeytani bir aklın ürünü.

Cümle âlemin bilge görünüşlü budalalardan korunması dileğiyle…

 

 

Erhan

Son yıllarda ''Çok eksenli Dış politika '' izleme stratejimizin sonucu olarak ;
-Akkuyu Nükleer Santral İnşa Projesi
-S400 HSS
vb Yüksek öneme sahip ulusal projelerde tercih Rusya'dan yana kullanılmasına rağmen, Rusya açıktan Suriye ve Libya'da karşımıza çıkarak bizi zor durumda bırakmış , sayısı tam olarak açıklanmayan bir çok güvenlik /askeri insan kaynağımızın yok olmasına sebep olmuştur.
Sonuçta dolan hangi tarafın ''kasası'' olduğu çok da belli değil.
Bu arada düşman gibi görünen eksenlerin kültürel ,siyasi ve silahlı mücadelelerinde olan yine 3.dünya ülkesi olarak tanımlananlara oluyor. Kan , gözyaşı , mülteci konumuna düşme vs. nin yanında kimliksiz , kişiliksiz ve değişen güç dengelerine göre şekil alan devletler /toplumlar ortaya çıkması gibi.
2020 yılı başlarından itibaren yeni bir hayat biçiminin oluşumuna vesile olan Mr Corona Dünya zevklerini bırakmak istemeyenlerde daha çok Ölüm korkusu oluşturdu.
Şimdilik iktisatçıların bütün hesapları bozulmuş görülüyor.

Pt, 12/07/2020 - 23:39 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 257 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.