10. Yılında Arap Baharı : Hayal Kırıklıkları ve Umutlar

01 Ocak 2021

 

                                                                                 “Hiçbir şeyin değişmemesi için, her şey değişmelidir”

                                                                                                               Giuseppe Tomasi di Lampedusa

17 Aralık 2011’de Muhammed Bouazizi’nin Tunus’ta kendini yakmasıyla başlayan Yasemin Devrimi, kimileri tarafından emeğin mücadelesi olarak sosyalist, kimileri tarafından liberalizmin yeşermesi olarak kapitalist bir yaklaşımla analiz edilmeye çalışıldı. Ama ortak bir uzlaşmayla, Arap halkının demokratikleşme mücadelesi olarak kabul gördü. Bu bakımdan hareket her ne kadar bir ayaklanma ve devrim olarak başlasa da “bahar” olarak tanımlandı. Lakin kimse Bouazizi’yi hakkını arayan bir Müslüman olarak düşünmedi.

Demokrasinin ve muhalefetin olmadığı otoriter yönetimlerde halkın kendini ifade etme biçimi olan ayaklanma, başkaldırı ve şiddet eylemleri esasında bir siyasal katılım şeklidir. Bu tür hareketler her zaman mevcut siyasal yapıyı tamamen değiştirme, ortadan kaldırma ve yıkma arzusuyla başlamaz. Ancak içeriden veya dışarıdan müdahaleler ile tahayyül edilemez boyutlara çıkması ise hiç şaşırtıcı değildir.

Çoğu zaman bir “iş ve aş” söylemiyle başlayan bu hareketlerin, ülkenin siyasi tarihini değiştirecek boyutlara yükselmesi, ülke içindeki sıkıştırılmış enerjinin yoğunluğuna bağlıdır. Esasında bir rüzgâr olarak toplumsal kültürün siyasal yapıyla uyumsuzluğunu da arkasına alan “Arap Baharı”nın, bölgeyi kısa sürede kasıp kavursa da kendisinden beklenen sonuçları ancak onlarca yıl sonra ortaya çıkaracağını unutmamak lazım. Dünyanın en etkili devrimlerinden birisi olan Fransız ihtilalinde de ellerindeki kazma, kürekle bir parça ekmek için sarayı basan kadınlar hala aynı söylemle sokakları ateşe vermiyorlar mı? O gün milliyetçiliği tetikleyen hareket bugün yeni bir milliyetçi söylemin habercisi değil mi?

Hali hazırda Arap Baharı’nın başarısız olduğu yönündeki kanaatler çok yoğun olarak bölge içinde ve dışında telaffuz edilmektedir. Baharın yaşandığı ülkeler açısından baktığımızda, şu an Suriye, Libya ve Yemen’de mezhep ve kabile temelli iç savaşlar devam ediyor. Mısır’da yine askeri bir darbe yönetimi, Tunus’ta seçimlerin yapılabildiği istikrarsız bir demokrasi, Bahreyn’de ise baskı altında bir düzen. Bu ülkelerde yaşayan insanların hiç birisi siyasal özgürlük ve refah anlamında devrim öncesindeki dönemden daha iyi durumda değiller. Bilakis binlerce kişinin ölümü, mülteci olması, açlık ve hastalık kadere eşdeğer bir kabule döndü. İş ve aş temelli toplumsal bir eylemin bu hale geleceğini hiç kimse düşünmemişti.

Sömürgecilik döneminde Batılar bu ülkelerde kurdukları düzen ile toplumsal yapıları tamamen değiştirerek onlara yeni kimliklerini verdiler. Alexis De Tocqueville Cezayir’in işgalinden sonra yaptıkları ilk işin, Osmanlı’nın kurduğu toplumsal yapının tamamen değiştirilmesi olduğunu söyler. Özellikle dini yapı ve gruplar üzerinde o dönemde yapılan düzenlemeler hala canlılığını koruyor. Vakit gelip uluslararası gündem nedeniyle bağımsızlıklarını kerhen de olsa -Cezayir hariç- kabul etmek zorunda kaldıklarında, bu ülkelerde milliyetçilik duyguları oluşturdular ve kabileciliği bir etnik yapı statüsüne getirdiler.

1950 ve 60’lardan sonra bölgede bir Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi ortaya çıkmaya başladı. Batı açısından teorik olarak olumsuz algılanması gereken bu yönelişler, esasında toplumsal yapıdaki akıl karışıklığına sağladığı katkı nedeniyle sempatiyle karşılandı. Çünkü bu ideolojiler, kendilerinin kurduğu siyasal yapılarda İslami düşüncenin tamamen ortadan kaldırılmasına vesile olacak sağlamlıktaydı. Öyle de oldu. Arap milliyetçiliğinin kalesi olan Mısır, İsrail ile kurduğu ittifakla kendi dindaş ve ırkdaşlarına ihanete varan bir söylem içine girdi.

21. yüzyıla girdiğimizde bölgedeki ABD, Rus, İngiliz, Fransız, Çin ve İsrail’in çıkarları kartların yeniden dağıtılarak bir düzenin kurulması gerekliliğini ortaya çıkardığında, bunun dışardan değil de içeriden bir hareketle yapılabilmesi herkesin işine geldi. Bu aşamada ayaklanmalar iki amaca hizmet edebilirdi; birincisi bölgedeki dengeler yeniden kurulabilecekti, ikincisi İslam, bir ideoloji olarak insanların kafasından biraz daha silinebilecekti.

Doğduğu yer olması hasebiyle İslam Araplar için bir yaşam tarzı ve kültürdür. Bu nedenle bölgede her ideoloji bir şekilde İslam’a entegre edilir. İslami sosyalizm gibi. Bunu bir ideolojinin İslamileştirilmesi olarak değil de içselleştirilmesi olarak düşünmek lazım.   Batılıların bir ideoloji olarak görüp yok etmeye çalıştıkları şey esasında insanların hayatları ve sahiplendikleri değerleriydi. Bahar, ideolojik İslam’ın değil ama bir yaşam tarzı olarak İslam’ın yıkılması için fırsat olabilirdi.

Her şeye rağmen “Bahar” döneminde de Arap toplumu İslam’ı güvenli bir liman olarak kabul etti. Bu nedenle “Bahar”da milliyetçilik, liberalizm veya sosyalizm yerine İslam siyasal bir söylem olarak gündeme geldi. Bu doğal algı Mısır’da Müslüman kardeşleri Tunus’ta Nahda’yı iktidara taşıdı. Suriye, Yemen ve Bahreyn’de ise mezhep çatışmalarına neden oldu.

Limanın dalgakıranları olmadığı için din bölgede istikrarı sağlamaya yeterli olmadı. Batı’nın fiili müdahalesi olmadan Müslümanlar birbirlerini “besmele” çekmek suretiyle öldürmeye başladılar. Baharın ilerleyen aşamalarında Müslümanların İslam’ı bir ideoloji ve hayat tarzı olarak algılamalarında ortaya çıkan acizlikler Batılıları ziyadesiyle memnun etti. Her ne kadar demokratikleşme yolunda başarı sağlanmadığı ifade edilse de “Bahar” esasında ilk aşamadaki hedefine ulaşmıştı.

Batı düşünce sistemi ironik olarak, öncelikle kendileştirmek istediği toplukları ötekileştirir. Bu operasyona maruz kalan ülkeler savunma mekanizması olarak kendileşmek isterken esasında kendilerinden uzaklaştıklarının farkına varmazlar. Arap Baharı’nda da insanlar kendi değerleri peşinde koşarken, aslında Batı’nın sömürgecilik döneminde kendilerine öğrettiği yönetim şeklinden uzaklaşamadılar. Baharın başındaki söylemler kısa zamanda yerini askeri diktalara, savaş ve çatışmalara bıraktı. Sonuçta elde ettikleri şey, daha fazla işsizlik, ekonomik sıkıntı, savaş ve ölüm oldu. Sadece Tunus’ta demokratik bir yapı kuruldu ama orada da on yılda sekiz hükümet el değiştirdi. Kaldı ki demokratikleşme sürecinin kesintiye uğramaması için Nahda özverili bir tavır sergileyerek kendini geri plana çekmek zorunda kaldı.

2018 yılı itibariyle Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan’da Baharın ikinci aşaması başladı. Henüz ilk aşamadan gereken dersler çıkartılmadan başlayan ikinci aşama en fazla Sudan’ı etkiledi. İş ve aş sloganıyla sokağa çıkan insanlar hala aynı sloganla sokaklarda gösteri yapmaya devam ediyor. Yönetim tamamen değişti ama hayatta her şey daha kötüye gitti. Lübnan’da olaylar dönem dönem alevlense de henüz üstesinden gelinmez bir aşamaya gelmedi. Lakin sürecin gidişatı pek de hayra alamet görünmüyor. Lübnan’da çıkacak bir çatışmanın iç savaşa dönüşme ihtimali bile Ortadoğu’yu yerle bir eder. Cezayir’de ise halk bağımsızlık savaşı sonrası siyasal yapılarındaki sorunlardan elde ettikleri tecrübeler nedeniyle, daha mutedil bir süreç izlemeyi tercih ediyor. Hirak hareketi ülkeyi bir iç savaşa sokmadan siyasal muhalefetini yapabilmeyi şu an için başarıyor.

Sürece G. Lampedusa’nın yazımın başında alıntıladığım ifadesiyle baktığımızda on yılın sonunda her türlü değişime, binlerce kişinin ölmesine, milyonlarcasının mülteci olmasına rağmen baharda hiçbir şey değişmedi. Hatta birçok şey daha kötüye gitti. Ama bu sürecin böyle gideceği anlamına gelmiyor tabi. Bouazizi ve takipçilerinin refah içinde yaşama arzusu gerçekleşmese de Arap coğrafyasında bir değişim süreci başladı.

Belki de bir on yıl sonra bugünün zengin Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde yeni bir akım başlayacak. Bu ülkeler bunun farkında olarak bugün toplumsal alanda bazı açılımlara imza atsa da petrol gelirlerindeki azalma, yapılan çalışmaların yetersizliğini daha da belirgin hale getirecek. İsrail ile normalleşme süreci de bu ülkelere bugün dışarıdan gelecek tehditlere karşı bir kalkan gibi algılansa da yarın bunun ne kadar büyük bir yanlış olduğu daha net ortaya çıkacaktır.

Bahar olup olmadığı tartışmalı olan bu sürecin önümüzdeki on yıllarda halkayı genişletmek suretiyle devam edeceğine şüphe yok. Her bir ülkede ve her seferinde kendi menfaatleri için sokağa çıktığını düşünen halk, yaşanan gelişmeleri gördüğünde başkalarının menfaati için sokaklara döküldüklerinin farkına varacak. Bu insanlar ne zaman kendi iradeleri ve değerleri ile hareket edebilme kabiliyetine kavuşursa gerçek dönüşüm o zaman başlayacaktır.  

2040’larda alternatif enerji kaynaklarıyla birlikte, petrol gelirleri zaafa uğrayan ülkelerin bugünkü ekonomik önemleri kalmayacaktır. Lakin dini mitolojiler bölgenin tartışmasız ve sonsuz ehemmiyet kaynağı olmaya devam edecektir.

Hâsılı, bölgenin sahiplerinden çok efendilerinin mücadele edeceği yeni bir yüzyılda yaşadığımızı unutmamalıyız.

Erhan

1992 yılında Libya Tripoli' de bir Türk İnşaat firmasında çalışıyordum .
25 yaşlarında genç ve heyecanlı bir Mühendis olarak , bir taraftan Arapça öğrenmeye çalışırken diğer taraftan karşılaştığım her Libya' lıya çokça soru sorular sorarak arkadaş edinmeye çabası içindeydim.
Ana Şantiyemizdeki Libya'lı Kontrol Mühendisi (Arapça , İtalyanca, İngilizce ve Türkçe biliyordu) sahip olduğum heyecanı ve azmi görünce Arapça sorduğum her soruya içtenlikle cevap veriyordu.
O yıllarda Libya'da Kaddafi ;iktidarını devam ettirebilmek ve ABD Ambargosunun etkisiyle sıkı güvenlik tedbirleri almıştı.
Kontrol Mühendisi Yusuf'a ''Libya nereye gidiyor ?'' diye sordum . Bana çok anlamlı bir şekilde baktıktan sonra ''Libya ;İslam'ın gölgesinde SSCB ni taklit ederek ABD'ye doğru gidiyor '' dedi.
Arap Baharından etkilenen Ülkelerin durumu ''Raysız Trenin Gidişatına'' benziyor sanki.

Ct, 01/02/2021 - 00:13 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 192 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.