Haber başlığı şöyle: “Erzurum’da 2 bin 500 yıllık ‘Taş Baba’ heykeli bulundu.” 123 santimetre uzunluğunda, 45 santimetre çapındaki heykelin Kıpçaklar dönemine ait olduğu tahmin ediliyor. Elbette araştırmalar derinleşecek. Eser ile ilgili birçok söz söylenecek. Bu sözler arasına eserin taş heykel mi yoksa balbal olarak mı nitelendirileceği de dahildir.
Ancak niyetim heykelden söz etmek değil. Derdim paylaşılan bir fotoğraf.
“Taş Baba” Erzurum’a 180 kilometre uzaklıktaki Şenkaya ilçesine bağlı Ormanlı Mahallesi’nde bulunmuş. Çiftçilikle uğraşan Aytaç Alver hayvanlarını otlatırken bulduğu heykelin varlığını Müze Müdürlüğü’ne haber veriyor. Ardından köye Erzurum Müze Müdürü Hüsnü Genç, Türkolog Prof. Dr. Osman Mert, Müze Müdürlüğü Koordinatörü Oğuzhan Türk ve Araştırmacı Ömer Faruk Kızılkaya giderek heykel üzerinde incelemelerde bulunuyorlar. Ama bir fotoğraf var ki, bence “Taş Baba” kadar kıymetli.
Fotoğraf karesinde sol tarafta “Taş Baba” duruyor. O soğuk içinde, karlar yağarken duruşunu hiç bozmuyor. Taş kesilmiş. Tam da adına ve yapılış niyetine uygun olarak. Niyet geçmişten geleceğe kalıcı olmak. Ömrünün sonuna gelip öteki dünyaya göçtükten sonra geride bir iz bırakmak. Kısacası “Taş Baba” tüm ciddiyeti ile ben de vardım diyor.
Fotoğraf karesinde “Taş Baba”ya dokunan ve bakan insanlar yer alıyor. İnanılmaz bir merak ile dokunan insanlar. Geçmişten geleni merak eden insanlar. Fotoğrafın bize gösterdiği, şeşfetme duygusunun da kalıcı olmak isteği kadar baki bir duygu olduğu..
Ne ilginçtir ki genellikle sanat tarihi ve arkeoloji eğitimi aldıkça insanların dokunma duyguları körelir. Öğrencilere gidip bir Selçuklu eserine dokunmaları öğütlenir ancak çok azı taşın üzerinde elini gezdirir. Yine çok azı ,geometrik desenlerin ne kadar derin ne kadar grift olduğunu parmakları ile keşfetmek için çabalar.
Günümüzde yurt dışındaki müzelerde insanların dokunarak öğrenme eylemini gerçekleştirmelerini sağlayacak şekilde sergilemeler yapılmaktadır. Bunlardan biri de Victoria Albert Müzesi’dir. Türk-İslam dönemine ait çok farklı çeşitteki seramiklerin benzerleri üretilmiş ve bunlar sergileme vitrinlerinin önüne konulmuştur. Hamur kalınlıkları, toprağın cinsi, üzerlerindeki sır denen parlak yüzeylerin farklarını dokunarak keşfetmek inanılmaz bir tecrübe olmuştu benim için.
Dokunmak öyle bir eylemdir ki insan öğrenmek ile kalmaz duygusal bağ da öyle kurar. “Yıldızlar Arasında (Interstellar)” filminde kadın astronotun dışarıdaki figür ile temas etmek için elini gemiden dışarıya çıkardığı sahne bize gösteriyor ki teklonoji ne seviyeye gelirse gelsin insanın temas etme duygusu baki kalacak.
Teması red ederek, yok sayarak yol alınamayacağını kabul etmeliyiz. Kayseri’deki Selçuklu Uygarlığı Müzesi’nde dokunulması amacıyla eserlerin kopyaları konulmuştur. Ancak bu eserlerin hedef kitlesi sadece görme engelliler olarak düşünülmüştür. Önemli bir adım. Fakat görme engeli olmayan kişilerin en çok da çocukların dokunma eylemi ihtiyacı içinde olduklarının da hesaba katılması gerekiyor.
Biz eğer ki ülkemizde bir bilinç yaratmak istiyorsak bu temasın fotoğrafını ders olarak okutmalıyız. Çünkü kasların hafızası vardır. Elbette bir esere nasıl bir hassasiyet ile yaklaşılması gerçeğinin atlanmaması gerekir. O noktada da ülkemizin insanlarını olumsuzlayarak bunun olabileceğini düşünmüyorum. Anadolu’nun çok farklı yerlerindeki eserler üzerinde çalışma yaparken çok farklı insanlar ile karşılaşan biri olarak üst telden değil de üslubunda anlattığınızda inanılmaz hassasiyetlerin yeşerdiğine şahidim.
Kısacası tarihte yolculuk bir mimari esere dokunduğunuz an mümkündür. Zaman ve mekan eşitlenir. Tek bir zaman diliminde tek bir mekanda o zamanda yaşamış kişiler ile birleşirsiniz. Bu fotoğraf karesindeki naif bir dokunuş ile “Taş Baba”ya temas edenler bunu yaşadı. Zamanlarını 2500 yıl öncesi ile eşleştirdiler. Belki de “Taş Baba”ya rastlamış ve dokunmuş 1071’de Malazgirt Ovası’na ya da 1915’de Sarıkamış’a gidenler ile de zamanlarını eşleştirdiler. Açıkça söyleyim şu an çoğumuzdan şanslılar.
Bulunun bir heykel, fotoğraf
Bulunun bir heykel, fotoğraf ve heykele dokunmak.. Üzerine Arkeoloji'de okuyanlara "mezarcı" denirdi öğrenciliğimizde, onlar da bu hitabı sevmezlerdi.!
In reply to Bulunun bir heykel, fotoğraf by Seyit R. Özer
Kazı yapan ve tarihi
Kazı yapan ve tarihi mezarlıklarla ile ilgilenmiş sanat tarihçisi olarak, arkeolog dostlarla bizlere de benzer sözler söylenmiştir. Sanırım bu söze alınganlık gösterenler mesleğinin güzelliğinden haberdar olmayanlar. Mezar taşlarına dokunarak zamanda yolculuğun tadına varanların pek umrunda değildir.
Yeni yorum ekle