
"Mealcilik" hayatımda duyduğum en saçma kavramlaştırmalardan biridir. Bundan daha kötüsüyse, bunun bizzat İslam düşmanlarınca bilinçli biçimde kotarılarak dolaşıma sokulmuş, şeytani bir projenin ürünü olması ihtimalidir…
Bu fikre nereden mi ulaşıyorum? Çok basit bir mantık yürütme ve matematik hesabıyla… Açıklayayım:
Malum olduğu üzere dinini öğrenmek her müslümana farzdır. Bununla birlikte Arapça öğrenmek ise dini bir vecibe değildir. Ayrıca Peygamberden sonra kimseye, davet etmek dışında insanlara dinlerini öğretmek, insanların imanını, ibadetini kontrol etmek ya da denetlemek gibi görevler verilmiş de değildir. Tam tersine bu konuda kendilerini yetkili görebilecek aracılar (ruhban sınıfı) açık bir dille yasaklanmıştır.
Şu halde, dinlerini öğrenmek için müslümanların elindeki en güvenilir temel, hatta yegâne kaynağın Kur’an’ı Kerim olduğu söylenebilir. Yani, Arapça bilsin ya da bilmesin, her müslüman dinini öğrenmek için Kur’an’ı okumak ve anlamak zorundadır.
Eğer, “mealcilik” iddiasıyla ortaya çıkanların söyledikleri gibi, meal okuyarak Kur’an’ın (dinin) anlaşılamayacağı kabul edilecek olursa, müslümanların çok büyük bir bölümümün dinini (doğrudan, ilk kaynaktan) öğrenmesinin de önüne geçilmiş olacaktır. Ayrıca sadece Kur'an değil, hadis külliyatı, içtihat içerikli önemli ilmi eserler dahil, pek çok kadim dini kaynağın da Arapça olduğu düşünülürse bunun ne büyük bir zaafiyete yol açacağı anlaşılabilir. Çünkü bugün dünyada 1 milyar 600 milyon civarında müslümanın yaşadığı bilinmekle birlikte Arapça konuşanların (müslüman olmayanları da dahil) toplam sayısı yaklaşık 246 milyon olarak (%15) hesap edilmektedir. Bu basit matematik hesabına göre, yaklaşık, 1 milyar 350 milyon müslümanın (ki bu tüm müslümanların % 85'ine tekabül eder) Kur’an’ı ve pek çok birincil dini kaynağı orijinal dilinden okuyabilmesin imkânı yoktur yani dinlerini ister istemez meal okuyarak öğrenmek zorundadırlar.
Bu durumda, bilinçle üretilmiş bir "mealcilik" kavramının müslümanların kahir ekseriyetini İslami kaynakların aslından, yani dinin hakikatinden uzak tutmak suretiyle, onları kendisini din temsilcisiymiş gibi sunan (ve belki de ipleri başkalarının elinde olan) bir takım kişi ve kurumlara mecbur ve mahkûm etmeye yaradığı anlaşılmaktadır. Bu kavramın şuursuzca ortaya atılmış bir kavram olabileceği ihtimalini dillendirmek, ötesinde savunmak ise, müslümanlar açısından çok daha acınası bir tabloya işaret etmektedir.

Kaldı ki bugün, müslüman kitleleri mobilize etme konusunda en yaygın ve etkili (çoğunlukla, gelenekçi) yapıların pek çoğunun başında, kendisini, veli, evliya, şeyh, gavs, allah dostu, mürşit vb sıfatlarla tanıtan tek bir insan yer almakta ve dini konularda hüküm verme yetkisi de tek başına bu kişide bulunmaktadır. Kabul etmek gerekir ki, insan olması bakımından zaafları da bulunan bu kimseleri bir şekilde vesayet altında tutabilen herhangi bir otorite (kişi ya da kurum, örneğin bir devlet ya da terör veya istihbarat örgütü) onlara tabi olan (Kur’an okumayan, sorgulamayan, kayıtsız şartsız itaat eden, adeta mankurtlaştırılmış ve /veya köleleştirilmiş) büyük kitleleri kolayca kontrol edebilecektir. Bu durumun İslam için, müslümanlar için ne denli büyük bir tehlike barındırdığını izaha gerek yoktur.
Özetle “mealcilik” kavramı İslam’dan ziyade düşmanlarına hizmet etmeye çok daha elverişli bir kavram görüntüsü vermektedir. Günümüz İslam dünyası gerçekliği de maalesef bu iddiayı kanıtlar niteliktedir.
Allah razı olsun. 34 yıldır…
Allah razı olsun. 34 yıldır haftada bir akşam, arkadaşlarla bir araya gelip , Yüce Rabbimizin mesajını daha iyi nasıl anlayabiliriz gayretindeyiz . Bunu yaparken farklı kaynaklardan istifade etmekteyiz. Zaman zaman malum çevrelerce olumsuz değerlendirmelerle karşılaşıyoruz . Müellife bu doğru tespit nedeniyle teşekkür ediyorum .
Eyvallah, çok doğru,…
Eyvallah, çok doğru, teşekkür ediyorum.
Öncelikle değerli yazarımızı…
Öncelikle değerli yazarımızı tebrik ediyorum: 56 yaşında emekli olup profesyonel bir işe ihtiyaç duymamak bir başarıdır, hatta maharet de denebilir, tabiî miras gibi ekstra bir ek geliri olmadıysa.
Yazı ile ilgili de birşey yazacağım: Mealcilik, yazarın sandığı gibi sadece karşıtlarının bir ithamı değildir. Ben Kemal Kelleci'nin ağzından bizzat "Ankara İlahiyat'ta falan hocaya 'mealcilerin başkanı benim' dedim" dediğini duydum.
Yani bu ifade sadece bir karalama değil, bazılarının benimsediği bir kavramsallaştırma.
Değerli yazarımız sistemden ümidi kesmiş ama kendisi de konuyu tam öğrenmeden yazmış, demek ki tenkit ettiği sistemden etkilenmiş.
Kimin mealini okuyacak…
Kimin mealini okuyacak insanlar o zaman mesela şimdi toprağa karıştı malum bir ilahiyatçı vardı meal yazardı dedi ki bir ayete 28 şubattan önce başka mana sonra başka mana verdim dedi bunu mu okusun veya bir ok mrsl çeşidini kadaya koyup ortalamasını alanın mealini mi veya Kur'an var bir sünnet varmış yok ya fşye sünneti dışlayanın mı mealini mi? Meslcilik tuzaktır meal okuyup İslam'dan soğuyan insanlar.
Bir ilahiyatçı olarak yazıyorum bunları
Sayın Yazar; Arapça bilme…
Sayın Yazar; Arapça bilme farzı yok tabi, ama dini öğrenme ve öğretme farzı vardır. Emri bil-mağruf, nehyi anilmünker farz-ı kifayedir. Ebeveynlerin de çocukları üzerinde öğretim ve denetim yetkisi vardır. Ehline namazı emret (Ve/mur ehleke bi-ssalâti- Taha 132. Ailene (ve ümmete) namaz kılmayı emret) bir ayettir mesela…
Mealciler zaten aynı zamanda ‘Tek Kayakçı’ diye isimlendirilirler. Siz de ‘yegane’ nitelemesi yaptığınıza göre, belki de farkında olmadan, aynı yerde bulunmuş oluyorsunuz. Oysa İslam’ın edille-i şer’iyye diye isimlendirilen iki asıl iki yardımcı kaynağı vardır.
Kur’an anlaşılmaz bir kitap değildir, ancak Arapça bilmek anlaşılabileceği anlamına da gelmez. Ya da bilmiyor olmak anlaşılabilirliği ortadan kaldırmaz. Çok sayıda temel eser ‘ulema’ tarafından telif edilmiştir. Pek çok geçmişte yazılmış tefsir ve güncel olanları vardır. Biraz bilgi birikimi varsa ‘meal’ de kıymetlidir elbette… En kısa tefsirdir denebilir. Ama hiç birisi Kur’an’ın yerine ikame edilemez. O yüzden her biri bir yanıyla eksiktir. Tefsir ya da meal okuyarak İslam tam olarak öğrenilmez bir başka deyişle…
Tefsir bile olsa, ki müfessirin yorumudur, meal bilgisi tek başına ele alındığında, bir o kadar din anlayışı ortaya çıkar ki, bir süre sonra ‘cemaat’ sayısı ile müslümanlıkla iltisaklı sayısı eşitlenir. Bu yüzden kurumlar fevkalade önemlidir. Hilafet-şeyhül-İslamlık, hatta bugünkü diyanet, geçmişteki medrese ve tekkeler, alimler, arifler ve cemaatler de öyle… Yeter ki ‘istikamet’ üzere olsun. Birden fazla olmasında da bir sakınca yoktur. Cemaatlerin çıkış nedeni de hilafetin ilgasıyla ilgilidir. Birbirinden ayrı çalıştıklarından da farklı alanlarda yoğunlaşmışlardır. İstikamet üzere olduklarında, yani Kur’an ve sünneti esas aldıklarında da her biri bugünkü deyimle birer ‘sivil toplum’ kurumudur. Örnekleri de halen vardır.
İslam dindeki hassasiyeti esas aldığından; sizin tabirinizle ‘veli, evliya, şeyh, gavs, allah dostu, mürşit’ kavramı da önemlidir. Öyle olup olmadıkları da ne matematik hesapla, ne beş duyuyla anlaşılır. ‘feraset’ diye bir şey vardır mesela… Kula, halife bile olsa, mutlak itaat yoktur. Mutlak itaat Allah’a ve Allah Rasulünedir. Eksik bilgi, FETÖ’yü, DAEŞ ya da Şii faşizmini besler. Bakmak isterseniz daha geniş bir değerlendirmelerim de var: https://fikircografyasi.com/makale/kuranin-anlamiyla-bulusma
https://www.afyonhaber.com/kuran-muslumanligi
https://fikircografyasi.com/makale/sekulerizm-ve-deizm-kiskacina-karsi-…
Yeni yorum ekle