Küreselleşme Perspektifinden Batı Medeniyeti

08 Kasım 2019

Farklı dönemlerde dünyada etkin olan çeşitli medeniyetler olmuştur. Çok sayıda dil-din ve etnik unsur olmasına rağmen, geçmişten günümüze medeniyet sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Geçmişte Roma, Pers, Yunan gibi medeniyetler yanında; Çin, Bizans, İslam, Hint, İran, Rus… gibi kimisi eski ve kadim, kimisi de göreceli olarak daha yeni medeniyetler söz konusudur. Aslında medeniyet köklü ve eski olmayı gerektirir. Hali hazırdaki dominant güç ise Batı medeniyetidir ama bugünkü görüntüsü itibariyle aslında o kadar da eski değildir. Geçmişe dayalı kökleri de olan Batı medeniyeti, bilimsel gelişmeleri pratik hayata indirgeyerek insan hayatını önemli ölçüde kolaylaştırması ile son birkaç yüzyılda daha çok belirginleşmiştir.

ABD 1787’de kurulmuş, görece olarak hiç de köklü olmayan, hatta İnka ve Aztekleri soykırım yöntemiyle doğrudan, diğer pek çok medeniyeti de kültürel hegemonyası ile dolaylı olarak yok etmiş ve bu işlevini günümüzdeki ekonomik ve askerî üstünlüğü ile halen devam ettiren derleme bir toplumdur. Hali hazırda bu ülkeyi ayakta tutan da özellikle II. Dünya Savaşından sonra kurduğu, Doğu Blokunun yıkılmasıyla da perçinlediği bu hegemonik güçtür. ABD insanların hayatını kolaylaştıran gelişmelerin merkezi gibi gözükse de aynı zamanda yüzlerce medeniyet ve milyonlarca insanın yok olmasının da müsebbibidir. Hitler de, Sovyetler de bilimsel olarak güçlü bir ülkeye sahip değil miydi… Ya da geçmişte Moğolların askeri üstünlüklerini düşünün…

Batı medeniyetinin baskın özelliği, (ekonomik, askeri, kültürel) güç merkezli olmasıdır. Batı bilimsel keşifleri insanlığın hayrına olmaktan ziyade hâkimiyet sağlamak ve gücünü pekiştirmek için kullanmaktadır. Geçmişte gözünün kestirdiği bütün yerleri sömürgeleştirerek bu ülkelerin kaynaklarına el koymuş, buralarda yaşayan insanları da köleleştirmiştir. Biraz daha geriye (özellikle Amerika kıtasının keşfi) götürülebilirse de 1700’lü yıllarda İngiltere’de başladığı kabul edilen süreç, yine batı medeniyeti içerisinde yer alan Almanya’nın dünyaya hâkim olmaya dönük iki başarısız hamlesine (Birinci ve İkinci Dünya Savaşları) yol açmıştır. Bugün Batı medeniyetinin lokomotifi Amerika ve Avrupa Birliğidir. Ancak benzer reflekslerden hareket eden öne çıkmış, bir açıdan da bir biriyle mücadele eden başka kültürler de yok değildir. Bunlardan Rusya, Çin ve Japonya öne çıkmaktadır.

Özellikle II. Dünya Savaşından sonra dünyada kendisini daha belirgin bir şekilde hissettirmiş olan Rusya ile 1949’daki Çin devrimi ile güçlenen Doğu Bloku Batı’ya bir denge unsuru olmuşsa da, 1991’de SSCB’nin dağılması ile Batı tekrar ve tartışmasız bir şekilde üstün hale gelmiştir. Bugün her iki ülke de (Rusya ve Çin) temel argümanları itibariyle batı medeniyeti içerisindedir. 1978’de dönüşüm başlatan Çin, özellikle 2000’li yıllarda baş döndürücü ekonomik performans göstermiştir. Şimdilerde kara kara düşünen ABD Çin’i ne yapsa durduramamaktadır. ABD, ekonomik olarak dünyayı adeta işgal eden Çin’i Dünya Ticaret Örgütüne kabul ederek kontrol altında tutmaya çalışsa da, dünya Çin ekonomisinin hangi tarihte ABD ekonomisini geride bırakacağını tahminle meşguldür. (Çin satınalma paritesine göre yapılan hesaplara göre de ABD’yi de geçmiştir).

Batı dünyası içerisinde değerlendirilmeyen ancak aynı müstemlekeci refleksle hamle yapan Japonya ise II. Dünya Savaşında durdurulmakla birlikte, temel argümanları açısından batı medeniyeti içerisinde yer alır. Halen büyük bir ekonomi olan Japonya, 2000’li yıllarda girdiği durgunluğu aşamamaktadır. Bunun sebebi bir yandan Çin ve Hindistan gibi yükselen ekonomilerken, bir başka neden olarak da kapasite kullanım oranındaki doygunluktur. Kamuoyu çok bilmese de, belki de en önemli neden, 2000’li yıllarda Clinton başkanlığındaki Amerika’nın Japonya’ya dönük çeşitli taleplerini bu ülkenin geri çevirmesi nedeniyle, daha önceden yaptığı yüksek ithalat ile bu ülkeyi kendisine bağımlı kılan ABD’nin yürüttüğü örtülü ambargodur. Trump ise bugün bu politikayı daha kaba yöntemlerle başta Çin, Rusya, Avrupa Birliği olmak üzere, Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu diğer bazı ülkelere uygulamaktadır. Bir not olarak şunu da eklemekte fayda vardır; Türkiye yıllara göre değişmekle birlikte ticaretinin yarısı kadar bir kısmını (% 34-56) Avrupa Birliği ile yapmaktadır. Kurumsal olarak karar alma gücü olan Avrupa Birliğinin uygulayacağı bir ambargo Türkiye’yi derinden etkileme potansiyeline sahiptir.

Her şeye rağmen hali hazırda dünyanın güç merkezi Batı medeniyetidir. İnsanlığa ağır bedeller ödetmesine rağmen, insanlığın birikimini yine insanlığın (maddi) refahına sunmada batı medeniyetinin katkıları göz ardı edilemez. Bilimsel keşiflerle, hayatı kolaylaştırmada önemi inkar edilemeyecek katkılar sağlamıştır ama, buradan aldığı gücü diğer medeniyetleri itibarsızlaştırma amaçlı kullanmaktan da geri durmamıştır. ABD’nin başını çektiği Batı bunu “küreselleşme” adı altında zamana yayarak başarmıştır. Sadece itibarsızlaştırmamış, ele geçirdiği yerlerdeki medeniyet kodlarını kazımaktan da geri durmamıştır. Örneğin 200 kadar caminin olduğu Belgrad’ta şimdilerde sadece bir adet cami kalmıştır. Atina’da ise yapılması gündeme gelen bir cami bile büyük direnişlerle karşılaşmıştır.

Bir medeniyetin hâkimiyet sağlaması bütün dinamikleriyle birlikte olmaktadır. Bugün insanların batılı gibi giyinmesi, batılı gibi düşünmesi, benzer şeylerden mutlu olması ya da benzer şeylere üzülmesi ve bütün bunların orijininin de batı medeniyeti kaynaklı olması bir tesadüf değildir. Küreselleşme adı altında insanlığın ortak değeriymiş gibi sunulan şeylerin bir çoğu dominant güçlerin sömürü araçlarının değişen yüzünden başka bir şey değildir. İngilizce diye ortak bir dünya dili yoktur mesela… Ama her birimiz ayrı ayrı ya da birçok devlet bu dili öğrenmek için bütçesinin önemli paylar ayırmakta... Kimi Afrika ülkeleri için de aynı şey Fransızca için geçerlidir. Bu tesbitimizin dil öğrenmeye karşı değil, kültürel hegemonyaya karşı bir duruş olduğunu da bildirmek isterim.

Batı medeniyeti askeri güç kullanarak hâkimiyet sağladığı yerlerdeki kaynakları süreç içerisinde ana ülkelerine aktarmakla kalmamış, yerel kültürleri itibarsızlaştırma politikası ile sömürgeleştirdikleri bölgelerdeki insanların geçmişle bağını da koparmıştır. Bugün bunun meyvelerini de toplamaktadır. Zira çağdaşlaşma, modernizm ya da küreselleşme adı altında bu ülke değerleri adına mücadele eden pek çok kişi, kurum, hatta devletler vardır. Elbette batı medeniyetinin temsilcisi ABD, istese de bunu silah zoruyla yapamazdı. Irak’ta olduğu gibi ara-sıra te’dip için kuvvet kullansa da bunun devrinin geçtiğini çok geçmeden anlıyor. Neyse ki, yüzlerce yıl devam eden çalışmalar bugün altın çağının son evrelerini yaşamaktadır. Arap Baharı ile yeni bir evreye devşirilmek istenen sömürgecilik, sürecin Türkiye ayağı olan FETÖ darbe girişimi ile hesabedemediği bir evreye girmiştir. Oyalama taktikleri devam etse de, bilinçlenen, güçlü toplumsal itirazların varlığı yarınlara dair bir ümit ışığıdır.

Bireylerin de devletlerin de kendilerini yenilemeleri şarttır. Kendini yenileyememek, toplum ve dünyanın dinamiklerini keşfedememek yok olmanın başlangıcıdır. Yeninin ise kuşatıcı olmaya, kendisini şartlara göre dizayn etmeye talip olması gerekir. Zira doğa boşluk kabul etmez. Sizin boş bıraktığınızı dolduracak birileri illaki vardır. İslam medeniyeti zengin bir birikim ve potansiyele sahiptir. Var olan başarı kodları keşfedilmeyi ve ihya edilmeyi beklemektedir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 1,105 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.