Ağrı Dağı Efsanesi

10 Eylül 2022
Image

Dostlarım hep sorarlar “bu dağ tutkusu nereden geliyor” diye. Sanıyorum çocukluğumdan. Gençliğim tamamen Ankara’da Çinçin’de gecekondu semtlerinde geçti. Fakat öncesinde 6 yaşımdan itibaren bir 3 yılım var ki bu benim için olağanüstüdür.

Köyümde, Ilgaz Gaziler’de doğdum fakat sonra ailem Ankara’ya göç etmiş iş ve aş için. Köyden kente göç bilindik hikaye. Fakat ne hikmetse 6 yaşımda beni köye dedemlerin yanına bırakmışlar. Sanırım yokluktan.  İyiki de bırakmışlar. Devrez çayının kenarında, Ilgaz Dağları’na nazır yemyeşil bir köy. Köylerin her şeyiyle köy olduğu yıllarda her şeyiyle masal gibi bir köy çocukluğu yaşadım. Çocukluğumda köyde bostan beklerken baktığımda Ilgaz zirvesi hep sisli ve karlı görünürdü. Eskiden evlenmek isteyen bir delikanlı, ağustos sıcağında ekin biçen sevdiğinin ailesinin tarlasına geceden yola çıkarak Ilgaz Dağından teliz içinde kar getirirmiş. Bunu başarabilen delikanlıya kızı verirlermiş. Çocukluğumda sıcak yaz günlerinde saatlerce Ilgaz Dağı’nı seyreder hayal kurardım. Çok uzak ve ulaşılamayacak bir masal diyarı gibiydi. Nenem uzun kış gecelerinde Ilgaz Dağında yaşayan bir kuşun masalını anlatırdı. Öylece uyuyakalırdım. Ulaşmanın imkansız olduğuna inandığım çok uzak bir masal ülkesiydi orası. Hep sisli ve karlı. Bazen hava açılınca muhteşem karlı zirvesini seyreder bu uzak ülkenin hayaline dalardım. İşte bu duygular beni dağların masal ülkesine çekiyor ve çok derin duygular yaşıyorum.

İlkokula köyde başladım. Nenemim soğuk kış geceleri yatarken kulağıma fısıldadığı Ilgaz Dağı hikayeleri/efsaneleri ile büyüdüm. Dağ tutkum buradan, çocukluktan, hepimizin şarkısıyla büyüdüğümüz Ilgaz Dağlarından geliyor. Sonra 2. Sınıfın yarısında tekrar Ankara... Fakat kulağımdaki hikayeler hep çınlamaya devam etti. Ta ki yıllar geçip her şey yaşandıktan, olup bittikten, olgunluktan sonra bu çınlamalar beni yeniden Ilgaz Dağı’na bu sefer dağcılarla birlikte zirveye çağırıncaya kadar. Şimdi Ilgaz'ın muhteşem iki zirvesine de yaz kış defalarca çıktım ve her defasında zirveden hayal meyal görünen köyüme ve çocukluğuma baktım. Artık dağ hikayelerinin peşine düşmüş buldum kendimi. Hem dağın kendi hikayesini hem de bu hikayenin içinde kendi hikayemizi yaşamak... İlk Ilgaz Dağı’nı yaşadım/yazdım. Sonrası Hasan Dağı, Aladağlar, Demirkazık, Kızılkaya, Erciyes, Dedegöl, Kaçkar, arada hep yaz kış tekrar Ilgaz... Nihayet şimdi en büyük efsane... Ağrı Dağı Efsanesi..

Image

Dağlar özgürlük, esenlik, ferahlıktır, dağlar hayattır, dağlar dik ve eğilmez, onurun yiğitliğin, zor şartların mekanıdır. Aşağıda haksız egemenlikler kurmuş küçük onursuzlardan uzaklaşmanın mekanıdır... Ferman padişahınsa dağlar bizimdir... Dağlar onursuz gururu ve kibiri taşımaz, büyüklüğü ile bunları sizden alır, eritir ve tevazuu, onuru yerine koyar. Dağlar ayrıca bereketin, verimin hayat kaynağı suyun başlangıç noktasıdır. Toprak/Vatan gibi uğrunda ölümü göze aldığımız değerlerin kaleleridir. Başları çoğu zaman dumanlı, karlı ve buzludur. İlk kar hep onun tepesine yağar. Allah dağına göre kar verir. Dağ karları biriktirir buz olarak saklar. Kısaca yağmurun, karın, iklimin başlangıç noktası dağlardır. Dağların beslediği ormanlar, canlılar, ovalar, dereler ve ırmaklarla akış/hayat devam ederek denize kavuşur. Bu bir döngü bir dolaşım sistemi gibidir. Dağlar başlangıç noktasıdır. Tanrının ilk sözleri dağdan yankılanmış, Nuh’un gemisi yeni bir başlangıç için dağa konmuştur. Kendimizi ve kibir abideleri kentlerimizi ne kadar önemsiyoruz! Oysa kentler ve tarım alanları yani özenle inşa ettiğimiz yaşam alanlarımız dağlar varsa ve bu sisteme uygun yapılanırsa var olur. Aksi halde sel olur, fırtına olur öfkesiyle siler süpürür. 

Dağ dağa kavuşursa deprem olur, felaket olur, son olur, onun için kavuşmaz. Fakat insan insana kavuşur, kavuşması gerekir. Kavuşursa dostluk olur, sevgi olur, aşk olur.  Kavuşmazsa acı olur, gurbet olur, hasret olur, türkü olur, efsane olur. İşte ben bu efsanelerin peşine düştüm, ve dağcılarla buluştum. Ben bir profesyonel dağcı sayılmam. Evet yaz-kış temel eğitimi aldım, her yıl onaylattığım dağcılık lisansım var fakat daha bir çok ileri dağcılık eğitimi var. Ben bunlara ihtiyaç duymuyorum çünkü benimkisi bir dağcılık kariyerinden çok özgürlüğe yürümek, yeniden tazelenmek, sıfırlanmak, üzerindeki kentin tozlarını, yüklerini atmak, yeniden daha güçlü dağ hikayelerinin, efsanelerinin peşinde koşarken kendi hikayesini yaşamak.  Bunun için güvenli, güçlü, becerikli, tecrübeli dağcı dostlarıma dağdaşlık ediyorum ve etmek zorundayım. Çünkü onlar beni muhteşem dağlarda, yakıcı sıcaklarda, dondurucu buz ve karlarda, tipilerde, zor ve çetin sarp yokuşlarda, kayalıklarda yalnız bırakmaz, menzile ulaştırırlar. Sonrasında kaybetmez, terk etmez, tekrar düze indirirler. Kısaca onlar dağcılık yaparken bende onlara dağdaşlık yapar, dağların hikayelerini yaşarım. Şimdi sıra Ağrı Dağı’nın büyük efsanesinde...

Image

Aslında Ağrı Dağı efsanesinin izleri bende çok eskilere, merhum Yaşar Kemal ustanın Ağrı Dağı Efsanesi adlı eserini ilk okuduğum lise yıllarıma uzanır. Çok etkilenmiş, çocukluğumun Ilgaz Dağı hikayeleri ile birleştirmiştim. Sonra araya 12 Eylül yılları girmiş unutup gitmiştim. Mamak cezaevinde yerli ve yabancı dünya klasiklerini okurken tekrar okumuş, efsane, bir hayal gibi o zor koşullarda zihnimde yeniden canlanmıştı.

Yaşar Kemal ustanın Ağrı Dağı ilgisi, “Nuhun Gemisi” adlı eserinde belirttiği gibi 1952’de başlıyor. Henüz genç bir gazeteciyken Nuh’un gemisini aramaya Ağrı’ya gelen bir Fransız ekiple dağa bir  yolculuk yapıyor ve  sonrasında Ağrı Dağı Efsanesi’ni 1970’te yayınlıyor. Efsane sonra tekrar küllendi ve unuttum. Nihayet 2015 sonrasında Çankırı Dağcılık Kulübü ve Nuri Erkenci başkanla başlayan Ilgaz Dağı maceralarım ve sonrasında Gezginlerin Rotası’na transfer olarak Mehmet Ekim usta ve ekibinin önemli desteği ile diğer dağlara çıkabilmenin verdiği güvenle Ağrı’yı aklımın bir köşesine koydum ve fırsat kollamaya başladım. Uzun zaman bilindiği gibi terör nedeniyle Ağrı tırmanışları yasaklandı. Hatta dağcılar tarafından Ağrı’nın tırmanışa açılması için benimde katıldığım bir kampanya bile yapıldı ve sonra açıldı. Nihayet geçen yıl Ağustos 2021 de ikinci kulübüm Gezginlerin Rotası Ağrı’ya gitmeye karar verdi. Program yapıldı, uçak biletleri alındı, hazırlıklar yapıldı, sabah uçağa binmek için çantamı hazırlarken, bir anda 41 günlük torunum Toprak'ın  bütün vücudunda allerjik reaksiyonlar görülünce ve kendimizi ambulans ve hastanelerde bulduk.

Image

Torunum kirlettiğimiz dünyaya ilk tepkisini vermişti. Hacettepe çocuk servisine annesi ile yatırıldı ve geceyi orada geçirdik. Her şey bir anda iptal oldu ve Ağrı Dağı hayalim de böylece ertelenmiş oldu. Kulüp arkadaşlarım gittiler ve zirve yaparak torunum Toprak için mesaj gönderdiler. 

Toprak şimdi çok iyi ve 13 aylık oldu yürümeye başladı. Artık Ağrı’ya gitmeye hazırım. Nihayet Ankara Dağcılar Birliği Kulübü başkanı İsmail Kaymak’ın Ağrı Dağı ilanını gördüm ve hemen irtibat kurarak kayıt yaptırdım. Daha önce kendisinin liderliğinde bir kaç yürüyüş yaptığım için beni programa kabul etti. Tırmanışı başarırsam Eylül ayında 63. Yaş günümü kutlayacaktım. Bu benim kendime doğum günü armağanım ve aynı zamanda 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı zirvede kutlayacaktık. Nihayet Türkiye'nin çatısına (5137 m.) efsaneler mekanına gidecektim. Hazırlıklara arazi antrenmanlarına, kas güçlendirme ve beslenme çalışmalarına hız verdim. Şu ana kadar 4000 m'ye kadar bünyem alışkın idi. 4000 üstü için "aklimatizasyon" sorunum olmazsa ve dağ izin verirse hayatımın önemli faaliyetlerinden birisi olacaktı. Program tam bir hafta idi. 

Image

Nihayet 26 Ağustos 2022 cuma günü Ankara Eryaman'dan öğleden sonra 18:30'da ailem ve torunum Toprak'la vedalaşarak Ağrı Dağı tırmanışı için İsmail Kaymak liderliğinde Ankara Dağcılar Birliği ekibiyle Sadık Tanyıldız’ın minibüsüyle yola çıktık. 17 saatlik gündüz ve gece süren bir yolculuktan sonra 27 Ağustos Cumartesi 11:00 civarında Ağrı Doğubeyazıt'a ulaştık. Ertesi gün tırmanışı deneyeceğimiz dev kütle, ihtişamlı Ağrı Dağı bütün haşmetiyle önümüzde idi. Bir gece konaklayacağımız Kenan Otel'e yerleştik. Öğleden Doğu Beyazıt'taki ilk günümüzde otelde biraz dinlendikten sonra İshak Paşa Sarayı'na gittik. İhtişamlı Ağrı Dağı tepesindeki kar buzul ile şehrin fonunu oluşturuyordu. Şehre hakim bir tepeye yapılan İshak Paşa sarayı, iktidarın güç gösterisi olmanın yanında sanatın gücü olarak Ağrı Dağı eteklerinden getirilen kayalardan yontularak yapılan, taş işçiliğinin ve mimarinin adeta zirve noktasını temsil ediyor. Daha önce akademik bir gezi nedeniyle geldiğim ve ikinci kez gördüğüm bu muhteşem yapı detaylarıyla ve efsaneleriyle beni etkilemeye devam ediyor. Yapımı 99 yıl sürdüğü açık kaynaklarda belirtilen İshak Paşa Sarayı 366 odalı imiş. Sarayın yapımına 1685 yılında başlanmış, 1784’te tamamlanmış. Mimarı belli değil. 

Bütün bunların ötesinde bu saray ile Ağrı Dağı, efsanede bir birini tamamlar nitelikte. Dağın eteklerinde yaşayan Çoban Ahmet, ve dağa nazır bir tepede olan bu muhteşem sarayda yaşayan zalim Mahmut Han ve güzel kızı Gülbahar arasında geçer efsane. Efsanede geçen bir çok ilginç karakter ve onların bu sarayın zindanları ile kesişen hikayeleri... Mimari, sanat ve ihtişamın ötesinde bu muhteşem yapıyı gezerken her adımında efsaneyi adeta yeniden yaşadım. Hele alttaki zindanları gezerken Zindancı Memo’yu, Ahmet’i, Sofi’yi ve onları ziyarete gelen Gülbahar’ı sanki oralarda gezerken ürperti ile hayal ettim. Her şey tüm yaşananlar efsanede olduğu gibi capcanlı ve gerçek gibi idi. Yarın ben de Ahmet gibi Ağrı Dağına çıkacaktım. Küp Gölü dağın öte yakasında olduğu için göremeyecek çobanların kavallarının eşlik ettiği ağrı dağının ağıtlarını dinleyemeyecektim. 

Image

Sarayın biraz üstündeki tepede bir başka efsanenin yazarının türbesi vardı. Muhtemelen ustanın romanında halkın başında toplandığı kutsal türbe olarak kabul edilen bu mezar, Ahmedi Hani türbesidir. Ahmedi Hani ise eserlerini Kürtçe yazan ve efsanevi Mem u Zin destanının müellifi olan şairdir. Yaşar Kemal eserlerinde ona yer verir ve saygı duyar. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi bu destanda da Mem, Zin’e kavuşamayacağını anlayınca ölümü seçer. Tıpkı Ahmet’in, Küp Gölü’nde ölüme gidişi gibi...

Ertesi gün tırmanacağımız Ağrı Dağı sarayın arkasından bizi adeta izliyordu. Selçuklu taş işleme sanatının esintileri ile bu muhteşem Osmanlı eseri her şeye rağmen hala bütün ihtişamı ile dimdik ayaktaydı. 

İshak Paşa Sarayı’ndan çıkıp aşağıya şehre indiğimizde yeniden efsaneden çıkıp gerçek hayata adapte olmaya çalıştım. Canlı ve dinamik karışımı ile Doğu Beyazıt sokaklarını dolaşmaya başladık. Burası efsanelerle karışık dağ turizmine çok alışmıştı. Oteller, pansiyonlar, dağcılar ve yerli yabancı turistlerle dolu idi. Yılın bu zamanı yurtiçi ve yurtdışından gelen dağcılara sokakta rastlamak olası idi. Türkiye Dağcılık Federasyonu da kalabalık bir katılımla 30 Ağustos Zafer Bayramı Tırmanışı düzenlemişti. Sokakta dağcı dostlara da rastladık. Nesrin Çamdereli, İbrahim Bedir ve temel eğitimleri kendisinden aldığım Şahap Eryılmaz hocam da yarınki tırmanış için buradalar. Bu arada federasyon başkanı Prof. Dr. Ersan Başar da yarınki tırmanış için burada imiş. Şimdi dinlenme zamanı. Yarın sabah 9:00 civarı Ağrı Dağı eteğindeki 2200 rakımlı Çevirme Köyünden tırmanış başlayacak. Otel İran, Ermenistan, Rusya, Avrupalı ve yerli dağcılarla,  salon ve koridorlar sırt çantaları, matlar, uyku tulumları, dağcı ekipmanları ile dolu. Otelin duvarlarını Ağrı Dağı’na tırmanan dağcıların fotoları süslüyor. Bütün bu efsane gerçek karışımı kargaşa, kalabalık ve telaş sonrası odama çekildim. Karmaşık rüyalar, hayaller içinde uyuyarak dinlenmeye çalıştım. Her tırmanış öncesinde olduğu gibi tatlı bir heyecan  vardı. Biliyordum ki ilk tırmanış adımları ile heyecan yerini ritmik kalp atışlarına bırakacaktı.

Image

28 Ağustos pazar günü sabah Doğu Beyazıt’ta Kenan Otelde kahvaltı sonrası bize rehberlik hizmeti veren Barzani Ceylan’ın organizasyonunun yük arabaları gelerek kamp malzemelerimizi yükledi. Otelin önü bir kalabalık ve telaş görüntüsü içinde idi. Anlaşılan bizden başka herkes her gün tekrar eden bu telaşa alışkın idi. Sonunda ekip olarak bizde minibüslere binerek 45 dakikalık bir yolculuk sonrası dağın eteğindeki 2180 rakımlı Çevirme köyü üstündeki başlangıç kampına geldik. Burada kamp malzemeleri katırlara yüklenerek 3200 kampına yola çıktı. Bizde su ve yedek kıyafetlerinizin olduğu çantalarımızı sırtlayarak tırmanışa başladık. İşte günlerdir hazırlığını yaptığımız heyecanını yaşadığımız macera başlamıştı. Bu sene yurt içi ve yurt dışından onlarca dağcı Ağrıya gelmişti. Türkiye Dağcılık federasyonu başkanı Prof. Dr. Ersan Başar da tırmananlar arasında idi. Orada kendisi ile tanıştık ve sohbet ettik. Ben ilk olduğunu söylediğimde kendisi daha önce de Ağrı’ya yaz kış tırmanışı yaptığını ifade etti.

Artık bundan sonrasında dağ taş kayaç ve gittikçe büyüyen bir dev vardı karşımızda. Katırlar ve onların çobanları buraların gerçek yerlisi ve hakimi idi. Bizi hızla geçtiler. Yolda biz tırmanırken dönen kafileler vardı. Ermenistan, Letonya. Estonya, Yunanistan, İran. ABD, Gürcistan ve bir çok ülkeden. Özellikle Ermeni dağcıların Ararat yani Ağrıya ilgileri herkesten farklı adeta kutsal bir boyut taşıyordu.

Aslında dağcıların Ağrı’ya ilgisinin dağcılık tekniği açısından da önemli bir yanı var. Çünkü Ağrı 4000 ile 7000lik dağların arasındaki nadir dağlardan birisi. Yani 4000’lerden sonra 6000 ve Rusya’daki 7000’lik dağlara çıkmadan önce hazırlık için Ağrı  5165 m. Zirvesi ile çok ideal bir geçiş dağı. Ağrı dağı, Ermeni dağcılardan sonra en çok İran’lı dağcılardan ilgi görmekte. 

Image

3200 kampına tırmanış sıcak havada devam etti. Zemin kuru ve yoğun kayaç yapıdan oluştuğu ve toprak, dağcı kafileleri ve katırlar tarafından çok çiğnenip ezilerek pudra gibi olduğu için çok toz oluyordu. Bu durumda ister istemez toz yutuyorduk. Gittikçe yükselen bir diklik ile sık sık düzenli kısa molalar veriyor, sıcak nedeniyle sıvı kaybına karşılık düzenli su alıyorduk. Ağrı Dağı’nda hakim olan Yaz, sonbahar ve kış olmak üzere üç mevsimin yaz etabını yaşıyorduk. 5 saat yaklaşık 7 km tırmandıktan sonra 3200 kampına ulaştık. Bu kadar meşakkatli bir tırmanıştan sonra büyük devin sadece eteklerine ulaşmıştık. Dev bizi adeta büyük gövdesi içinde eritmişti. Dağın büyük heybetli kısmı ihtişamlı bir şekilde önümüzde duruyordu.

Image

Kampa ulaştığımızda katırlar bizden önce gelmiş kamp yüklerimizi yıkmışlardı. Yakınlarda farklı organizasyonların kamp alanları vardı. Dağdan su kaynaklarından çekilen hortumlarla kampa su getirilmiş, depolara dolduruluyor, ve oluşturulan sahra tuvaletlerine de bağlanıyordu. Bu yükseltide bambaşka bir uluslarası hayat akıyordu. Tam bir sosyolojik olay gözümün önünde yaşanıyordu, mesleki damarım kabarmıştı. Katırcılar, organizasyon ekipleri ve dağcılarla ayrı ayrı nitel çalışmalardan oluşan değişik tezler çıkabilir buradan. Araştırıcının yerel halkla ilişki kurabilecek özelikte ve bu dağa en az bir ay katlanabilecek performansta olması gerekir. Bu özellikleri taşıyan gönüllü yüksek lisans veya doktora öğrencileri bulursam bu çalışmaları yapabiliriz.

Image

Yerel halktan organizasyon ekipleri otel, nakliye, katırla taşıma ve kampta yemek vb. hizmetleri ücretli olarak veriyordu. Uygun çadır yerleri seçerek çadırlarımızı kurduktan sonra muhteşem gün batımının seyri, büyük yemek çadırında akşam yemeği, çay ve bilgilendirme toplantısı sonrası 10:00 da kesin sessizlik ve istirahat. Çadırda yani bizim tabirimizle "bin yıldızlı otelimizde" dağın koynunda ilk gecemiz... Gece serin fakat üşütecek bir soğuk yok. Uyku tulumum çift katlı ve sıcak. Mata rağmen zemin sert ve sık sık yanlarım ağrıdıkça dönüyor değişim yapıyorum. Gece hayal, rüya, efsane karışık bir heyecan içinde, uyku uyanıklık gelgitleri ile, fakat huzurlu bir ruh hali ile sabahın ilk ışıklarına ulaşıyoruz. Bundan çetin bir gün bizi bekliyor, 4200 kampı.

3200 Kampındaki bir gecelik misafirliğimiz iyi geçti. Şartlar daha sonra tırmanacağımız zirveden önceki son kamp olan 4200 kampından daha iyi idi. Sabah 8 de kahvaltı sonrası kampta bir telaşlı koşuşturma başladı. Çadırları sökerek malzemeleri tekrar çuvallara paketleyip katırlara verdik. Benim geniş sporcu çantası her zamanki gibi işe yaradı. Çadır, mat, çadır altı, kask, krampon, yedek kar/buz botu, zirve çantası, fazla giysi ve kişisel malzemeler, su vb. eşyalar bunun içinde idi. Bizler sırt çantalarımız, yolda kullanacağımız yedek giysiler, su, atıştırmalık kumanya, baton vb. malzemeler ile 9.35 te tırmanmaya başladık.

Patika taşlıydı ama, artık katırlar ve dünyanın her yerinden gelen binlerce dağcı tarafından sürekli kullanmaktan toprak çok ezilmişti ve yer yer pudra gibi olmuştu. Çok toz çıkıyordu. Bu durum solunum ve nefes dengesini oldukça etkiliyordu. Bu nedenle çok kullanılan tozlu yerleri değil de daha az basılan yerleri kullanmak istiyorduk fakat bu taşlı kayalı zor zeminde işi daha da zorlaştırıyordu. Zaman zaman verilen molalar bizi biraz rahatlatıyordu. Sürekli su kaybettiğimiz için dikkatli bir şekilde düzenli olarak su almamız gerekiyordu. Gittikçe artan irtifa ve oksijen azalmasının etkilerini, yorgunluk olarak görmeye başlamıştık. 4200 kampı uzakta tepede çadırların nokta gibi görüntüsüyle yakın gibi görünüyor fakat sanki gittikçe uzaklaşıyor ve dikleşiyordu. Bir gün gibi gelen 4 saatlik zorlu ve yıpratıcı bir tırmanıştan sonra sarp kayalıkların arasında zar zor bulunan küçük düzeltilerden oluşan 4200 kampına ulaştık.  

Image

Her yer kayalık ve taş idi ve aşağıda ve çok uzakta noktalardan oluşan çadırlar ile 3200 kampı siluet gibi görünüyor, yukarıda ise dik ve sarp bir yükselti ile devin gövdesi uzanıyordu. Zirve artık görünmüyordu. Devin gövdesinin arkasında adeta kaybolmuştu. Oraya ulaşmak adeta imkansızdı. Saat öğle 13:30 civarı idi ve İranlı dağcılardan birisi tarafından yanık bir öğle ezanı okunuyordu. Organizasyon/rehberlik tarafından yemek çadırında bizim için hazırlanan çay ve atıştırmalıkları alıp biraz kendimize geldikten sonra bulabildiğimiz küçük düzeltilerdeki yerlere çadırlarımızı kurmaya başladık. Bu sarp kayalıklar arasında kazılarak oluşturulan küçük düzlükler çadır kurma yerleri olarak hazırlanmıştı. Bunlardan uygun olanları seçerek yeniden çadırlarımızı kurduk. Arada esen sert rüzgar çadır kurumunu zorlaştırıyordu. İnsan bu arazide kış tırmanışı nasıl yapılır, her yerin çatır çatır buz/kar olduğu bu ortamda bırakın çadır kurmayı nasıl hayatta kalınır düşünmeden edemiyor. Mevsimin en iyi havası ve şartlarının olduğu bir zamandaydık. Bir hafta sonra iklimin tamamen değişeceği söyleniyordu. Fakat işin garip tarafı tek tükte olsa kış tırmanışları yine devam ediyormuş. İnsan bu dağcıların gerçekten çılgın ve farklı bir organizmaya sahip olduklarını düşünüyor. Kışın buraya asla gelmem ve buna asla teşebbüs etmem!

Image

Sonrasında çadırlarımızda istirahate çekildik. İrtifa nedeniyle bazı arkadaşların baş ağrısı ve bulantı şikayetlerine rağmen o ana kadar bünyemde pek büyük bir tepki hissetmemiştim.  Çadırın manzarası müthişti. Aşağıda noktalar gibi 3200 kampı, karşıda ise Tendürek Dağları ile ovaya yayılmış Doğu Beyazıt görünüyordu. Hava çok iyi ve açık idi. Yorgunluktan hemen uyumuşum. Uyandığımda güneş batmış, hava kararmış, serinlik başlamıştı. Yatmadan önce termoslarımızı yemek çadırındaki görevlilere vermiştik. Gece başlayacak tırmanış için sıcak su ile dolduracaklardı. O an, artık yazdan serin bir sonbahara girmiştik. Yarın ise tırmandıkça kışa girecektik. Bunun için artık bütün giysi ve ekipman kışa göre değişecekti. Hafif yaz çantası yerine kışlık zirve çantasını hazırladım. En alttaki göze buzda takmak üzere kramponları yerleştirdim. Orta göze poşet içinde yedek giysiler ve sıcak su termosu ile yiyecekler, üst göze ise ilkyardım için gerekli malzemeler ve yan ceplere çakı vb gereçler ile arkaya dağ kazmasını yerleştirdim. Eldivenler ince iç eldiven ve kalın, sıfırın altında sıcaklıklara uygun dış eldiven olmak üzere çift kat olmalıydı. Teri dışa atacak termal giysileri üç kat şekilde giydim. En dışa hem rüzgarlık/yağmurluk görevi görecek olan nefes alabilen, başındaki kaskı bile içine alabilecek geniş şapkalı kışlık dağcı gocuğumu giydim. Termal pantolonun altına termal içlik ve kaskın altına bere ve balaklava giydim. Ayak en önemlisi idi. Çünkü dağcı ya ayak parmağından ya el parmağından üşüyordu. Bir çok profesyonel dağcının el ve ayak parmağını donma sonrası kaybettiği anlatılır. Üşüme başlayınca önlemek çok zordu ve hipotermi öncesinden önlem almak zorundaydık. Bu nedenle buraya kadar tırmandığım botları değiştirerek yanıma aldığım kışlık yürüyüşlerde kullandığım daha sert ve altı kalın özel botlarımı giydim. Botların üstüne ise tozlukları taktım. Botlar, buzda/sert karda yürüdüğümüz altı kazıklı kramponları takmaya da uygundu. Bütün bunlar arasında hazırlanırken ve en ince detayları hesap ederken insan bu kadar malzeme ve ekipmana sahip olmadan ağrıya çıkan efsanedeki Çoban Ahmet’i düşünmeden edemiyor. 

Image

Gece 12:30’da herkes kalktı ve yemek çadırında toplandık. Kahvaltı/yemek karışımı bir atıştırma sonrası son bilgilendirme ve uyarılar yapıldı. Özellikle krampon bağlanması tekrar takrar gösterildi. Eksikler tamamlandı. Herkesin sağlık durumu soruldu. Bazı arkadaşlar kusma ve baş ağrısı şikayetleri olduğunu ifade etti. Fakat bu çok ileri bir engelleyici şikayet olmadığı için katılmaları uygun görüldü. Yola çıkıldığında şikayetler devam eder ve ağırlaşırsa bu arkadaşlar geri dönecekti. Rakım yükseldikçe oksijen azalması ve basınç nedeniyle oluşan dağ hastalıkları en büyük sorun olarak önümüzde duruyordu. Ben ise normal sayılabilecek hafif bir baş ağrısından başka bir şey hissetmiyordum. Bunun ötesinde tatlı bir heyecan ve yaş ortalamam nedeniyle bu tırmanışa dayanabilecek miyim korkusu ile rakım yükseldikçe ortaya çıkabilecek sorunlar nedeniyle buraya kadar gelmişken zirveyi görmeden geri dönme kaygısı vardı.

Nihayet gece 01:30’da kaskımızın üzerine taktığımız tepe lambalarımızı yakarak mevcut katılımcıların sayımı yapıldı ve öncü lider İsmail Kaymak ve artçı Fatih Solmaz’dan oluşan 5’i kadın 20 kişilik ekiple tırmanışa başladık. Bizden başka ekipler de tırmanışa başlamıştı. Dağın yukarısı ince bir ışık çizgisi gibi gecenin içinden yukarı gökyüzüne doğru yükseliyor, en yukarıda kayboluyordu. Sanki Ağrı dağında değil de kalabalık bir gece festivalinde imişiz gibi tuhaf bir durum vardı. Sanki herkes buraya akın etmişti. Ağır ve bir o kadar da dikkatli hareket ediyorduk. Gecenin içinde taşlara kayalara çarpan baton sesleri ve nefes alışlar duyuluyordu yalnızca. Arada sırada ise liderlerin “30 saniye mola”, “su için”, “derin nefes alın”, “geçenlere yol verin” gibi komutları duyuluyordu. Aşağıda Doğu Beyazıt’ın ışıkları ovaya yayılmıştı. Bir tarafta Ermenistan ve yanında İran’ın ışıkları görünüyordu. Dağın eteğindeki bir kaç köyün ise zayıf ışıkları görünüyordu. Arada sırada yukarıdan tırmananların oynattığı taşların kaymasını haber vermek için “dikkat taş geliyor” uyarıları yapılıyordu. Yükseldikçe dikleşiyor, dikleştikçe zorlaşıyor, soğuk gittikçe daha çok etkisini gösteriyor, nefes almak gittikçe güçleşiyordu. Nefes alma ritmini iyi oluşturmak gerekiyordu. Ekipten bazıları kusmaya ve baş ağrısı şikayetleri bildirmeye başladı. Artık daha sık mola veriyor ve çok ağır ilerliyorduk. Daha güçlü ekipler bizi geçiyordu. Aynı zamanda farklı ekiplerden dönenler olduğunu gördük ve nihayet bizim ekipten de iki kişi devam edemeyerek geri dönme kararı aldılar. Elbette geri dönmek de dağcılığın kurallarından birisidir. Çünkü dağla inatlaşılmaz.

Tırmanış iyice dikleştiği için saatler geçmesine rağmen sanki dağ gittikçe çoğalıyor, uzaklaşıyor ve bir türlü ilerleyemiyoruz hissine kapılıyorduk. Artık bittiğimi hissediyordum, fakat geri dönüş kısmını da çoktan geçmiştim. Soğuk etkisini gittikçe daha fazla göstermesine rağmen, hareket ettiğim ve ekipmanlarım iyi olduğu için fazla etkilenmiyordum. Çok yorulmuş, bitmiş, adeta yarı uykulu bir şekilde kendimi çok ağır hareketlerle akışa teslim etmiştim. Devam etmekten başka çarem yoktu. Derin nefesler alarak, hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Zirveye ulaşma ümidimi iyice yitirmeye başlamış, sadece güneşin doğması ile ayakta kalıp, zirveden geri dönenleri güvenli bir şekilde beklemeye odaklamıştım kendimi. Son gücümü ekibi tehlikeye sokmadan ayakta kalarak dönüşüm için saklamaya karar verdim. Zirve kısmet olmayacaktı. Ekipte çoktan vazgeçmiş, bitmiş olanlar vardı fakat lider ve tecrübeli, güçlü olanlar “az kaldı”, “dayanın”, “sizler buraya kadar geldiyseniz mutlaka zirveyi de görürsünüz”, “bırakmayın”, “vazgeçmeyin” diyerek ekibi motive ediyorlardı. Saat sabah 4:30’a doğru Ağrı Dağı’nda tanyeri ağarmaya güneş dağın doğu tarafından vurmaya başladığında ortalık aydınlanmaya başladı ve dağın devasa gölgesi, aşağıdaki ovaya devasa bir koni gibi vurmaya başladı. İlginç bir görüntü idi. Telefonları donmayanlar foto çekmeye başladılar. Tepe lambalarının sönmesi ve güneşin doğuşu ile birlikte hepimize yeniden bir can gelmiş, bitkin olmamıza rağmen umutlar yeniden yeşermişti. Soğuk bitmemişti ama yerini daha makul bir soğuğa bırakmıştı. Nihayet tepe buzulu bembeyaz örtü olarak uzaktan görünmeye ve gittikçe yaklaşmaya başladı. Bu son etap ve zirvedeki takke buzulu demekti. Artık tamamen kış şartlarına girecektik.

Nihayet az da olsa bir düzlüğe geldiğimizde artık zemindeki kahverengi taş, kaya, toprak, yerini üstü buzlaşmış kıtır kıtır bembeyaz bir sert kara bıraktı. Alt katmanlarda ise devasa kalınlıkta Türkiye’nin en büyük buzulu vardı. Hoş bir duygu idi kıtır kıtır kar üstünde yürümek. Bir müddet krampon takmadan ilerledik. Bazıları hemen kramponunu takmıştı. Kramponu takmak da zordu. Öncesinde defalarca krampon bağlama egzersizleri yapılmıştı. Eldivenler ile bağlamak zordu. Eldivenleri çıkarsak eller üşüyordu. Tecrübeli olanlar, pratik yapanlar kolayca bağlamış yola devam ediyordu. Fazla sorun yaşamadan kramponumu taktım ve buzlaşmış karın üstünde ağır ve daha güvenli bir şekilde ilerlemeye başladım.  Artık zirve net bir şekilde görünüyordu fakat halen çok uzakta idi. Fakat artık geri dönmek değil oraya ulaşmak idi hedef ve bu artık hayal değildi. Gerçek olmaya çok yakındı. 

Image

Zirveye yaklaştıkça, zirve yapıp dönüşe geçen mutlu ve şanslı insanlarla karşılaşıyor, bazen Türkçe bazen İngilizce onlarla selamlaşıyor ve onları kutluyoruz. Onlar da bize kolaylıklar diliyorlar. Artık son adımlar ve bayrakları flamaları açmış zirve fotoğrafı çeken Ağrı Dağı’nın zirvesindeki hareket eden, konuşan, bağıran, dua eden, şarkı veya marş söyleyen kalabalık iyice görünmüştü. Nihayet artık son gücümü kullanarak, 30 AGUSTOS sabahı saat 8:30’da zirveye ulaştım. Bu tam bir mucize idi benim için. Tam 7,5 saattir tırmanıyorduk. Artık birbirimize sarılıyor kutluyor, yorgun, bitkin fakat mutlu bir şekilde kendimizi bu huzura bırakıyorduk. Bir rüya, bir efsane daha gerçek olmuştu. Dağın diğer yüzünde aşağıda küçük ağrı görünüyordu. Herkes zirve küçük bir alan olduğu için sırasını bekleyerek TDF’nin dikmiş olduğu Ağrı Dağı yazılı tabelanın önünde fotoğraf çektiriyordu. Ben de kurucusu ve danışmanı olduğum, benim için çok özel bir yeri olan, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü’müzün flamasını açarak çekim yaptım. Grup halinde ve tek tek bayrak ve flamalarla fotoğraflar çektirip kutlamalar yapıldıktan sonra artık toparlanıp dönüşe geçmek zorundaydık. Dağın kesin kurallarından birisi de “zirve, uzun süre kalınacak bir yer değildir”. İnme zamanını iyi ayarlamazsanız sizin için felaket olabilir. Çünkü bir çok dağ kazaları ve ölümler çıkışta değil dönüşte gerçekleşir. 

Image

Ağrı Dağına bizi soğuk fakat böylesine güzel güneşli bir havada zirvesinde ağırladığı için çok teşekkür ederek inişe geçtik. Buzulu bitirdikten sonra kramponları çıkardık ve çok dikkatli bir şekilde bastığımız yere dikkat ederek, zor, ezici bir şekilde geldiğimiz yolları nasıl çıktığımıza hayret ederek, büyük bir yorgunluk içinde fakat mutlu ve huzurlu bir sessizlikle inmeye başladık. Elife’yi arayarak zirveyi yaptığımı, sağlıklı olduğumu ve inişe geçtiğimizi haber verdim. Bu haber kaygılı bir bekleyiş içinde olan ev halkını sevindirdi. Daha önce de, hemen her gün arayarak durumum hakkında bilgi vermiştim. Benim çıkış esnasında rakım ve basınçtan dolayı çok başım ağrımamıştı. Fakat ilginç bir şekilde sanırım çıkıştan daha hızlı indiğimiz için başım ağrımaya başladı. Bunun çıkıştan daha hızlı bir inişten kaynaklandığını söylediler. Ani rakım değişimi bünyemi olumsuz etkiliyordu. Aşağıya indikçe ağrı da azaldı. Dizlerim inişte haliyle bütün yük bindiği için daha fazla ağrıyordu. Batonları iyi kullanarak, dizlere binen yükü almaya çalışıyordum. Bütün kaslarım dağılmış adeta lime lime olmuştu. Artık bunun bir son olduğunu, büyük dağlara tırmanmak yerine düz doğa yürüyüşleri yapacağımı yanımdaki arkadaşlara bildirmeye başladım. Bu sondu ve jübilemi yapmaya karar vermiştim. Ağrı Dağı ile çok anlamlı bir jübile olurdu.

Tecrübeli dostlar, "istersen bu kararı inince bir kaç gün sonra ver acele etme" dediler. Ben kararlı olduğumu düşünüyordum. İniş gittikçe uzadı, bitmedi ve 4200 kampı hemen aşağıda yakınmış gibi görünmesine rağmen gelmek bilmedi. Bazı arkadaşlar o kadar bezdi ki acı ve yorgunluktan ağlayanlar oldu. Fakat kesin olarak biliyorduk ki her şey bitecek ve acı kısmı silinip unutulacak, bütün bunlar bir tatlı bir anı olarak kalacak.

Nihayet 3 saat sonra 12:30 civarında 4200 kampına indik. 

Her şey  yolunda giderken tatsız bir şey oldu ve dönüşte artçı olan Liderimiz İsmail Kaymak herkesin bir anda başına gelebilecek küçük bir kaza geçirdi, oynak bir taşa basması sonucu ayak bileği burkuldu ve kemik çatladı. Sonrasında Ankara’da bunun bir kırık olduğu anlaşılacaktı. Bu halde büyük bir direnç ve azimle, kimseye bir şey söylemeden 4200 kampına indi. İşin zor tarafı 4200 kampında biraz dinlendikten sonra çadırları toplayıp katırlara vermek ve geceyi geçireceğimiz 3200 kampına inmek zorundaydık. İşin doğrusu 4200 kampına nasıl indik, orada çadırları toplayıp katırlara verip tekrar üç saatlik bir inişten sonra 3200 kampına nasıl geldik tam hatırlayamıyorum. Yalnız 3200 kampına geldiğimizde sanki biraz eve gelmiş gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Su ve tuvalet vardı ve ayaklarımı, yüzümü yıkadım, saçlarımı taradım, tozlarımı attım, giysilerimi değiştirdim. Yemek sonrası kısa kamp sohbeti ve çadırda ağrılı bir derin uykuya bıraktım kendimi fakat ağrılardan tam uyumak mümkün olmadı. 

Image

Ertesi gün biz çadırlarımızı toplarken yeni kafileler tırmanış için geliyor ve bizim yerimizi alıyorlardı. Onlar zirve yapmış olarak bize gıpta ile bakarken biz onlara sanki biraz acıyarak bakıyorduk. Almaları gereken daha çok yolları vardı. Onlar bizi kutlarken biz de onlara kolaylıklar diliyorduk. Nihayet kahvaltı sonrası çadırları toplayıp kamp malzemelerini katırlara vererek, tekrar başlangıç noktasına 2200’e doğru inişe geçtik. İnişte yine tozlu yollar ve zirveye doğru hareket eden yeni kafileler gördük. Bunların arasında tanıdıklara rastladıkça kısa sohbet ve selamlaşmalar yaptık. İnişte hep dikkatimi çeken Ağrı Dağı’nın volkan sonrası oluşmuş kayaç yapısının ilginç kayalarının bol bol fotoğraflarını çekerek, “AĞRI DAĞINDA TAŞLARDAKİ DOĞAL SANAT” başlığı ile dostlarımla paylaştım. Böylece inişi biraz daha zevkli ve estetik hale getirmeye çalıştım.

Öğle saat 12:30 civarında 2200 kampına ulaştık. Katırların getirdiği yükler orada bekleyen kamyonete aktarılıyordu. Organizasyondan bir görevli, buz gibi bir karpuzu dilim dilim gelenlere ikram ediyordu. Bu buradaki en muhteşem şeydi. İsmail yaralı ayağı ile bazen at sırtında bazen arkadaşına dayanıp yürüyerek inmeyi başardı. Meydan yorgun fakat huzurlu insanlarla dolu idi. Nihayet minibüslere binerek Çevirme Köyü’nü geçip Doğu Beyazıt yoluna koyulduk. Hepimiz daha önce pek beğenmediğimiz oteldeki odamızı ve sıcak suyu hayal ediyorduk. Otel bize 5 yıldızlı gibi geliyordu.

İsmail otele gelir gelmez ilk iş olarak Devlet hastanesine gitti ve ayak alçıya alındı. Medikalciden ona bir çift koltuk değneği alarak rahatlamasını sağladık. Otelde odama yerleştim ve uzun uzun duş alarak bütün kaslarımı gevşettim ve kendimi yatağa bıraktım.

Image

Sertifika töreni yapılarak, herkese kulübün hazırladığı özel hatıra sertifikalar verildi. İşte bu hikayede zirveyi birlikte yaptığımız ekip arkadaşlarım: Kendi ifadeleri ve kendi yazdıkları kimlikleri ile: Lider, İsmail Kaymak (Ankara Dağcılar Birliği Kulübü Başkanı), Milad Asılzade (Dağcılık sadece bir spor değil bir hayat tarzıdır), İsmail Bediz (Beden eğt. Öğrt. ve Basket antrenörü), Ayhan Özel, Muhammet Barış Kalkan, Kıymet Koç, Sadık Tanyıldız (Emekli), İlhan Sövmez (Emekli, ilk dağ tırmanışını gerçekleştirdi), Yavuz Şahinoğlu, Gülhan Şimşek, Hacer Atlar, Sedat Erdemli, Fatma Can, Fatih Solmaz, Uğurcan Oktaylar (Nature Friends Bonn Almanya), Cemile Fidan, Kadir Demir (Alaçam Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü başk. Rotasız), Meltem Tunçay (Alaçam Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü Rotasızın eşi), Nihat Şen (Alaçam Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü), Murat Kılıçaslan ve köpeği Jessica (Hristiyan Müjdeci). Bu isimlerin hepsi ile ayrı ayrı özel anılarımız oluştu. Fakat bunları bu çok uzayan yazıya sığdırmayacağım için geçiyorum. Ancak bu isimlerden Hacer Atlar ve Cemile Fidan’ı özellikle kutlamak istiyorum. Tırmanışın son etabında çok zorlanmalarına, defalarca dönüş sınırına gelmelerine rağmen sabır ve inatla devam ederek zirveyi başarmaları gerçekten takdire şayan idi. 

Image

Akşam 6’da İshak Paşa yolu üzerindeki lüks Beyzade restoranda güzel bir kutlama, yaparak, Beyazıt’ın turistik sokağında çay ocağında oturduk ve bol bol çay içtik. Oteldeki yorgun fakat mutlu son gecemizden sonra tekrar minibüsümüze yerleşerek ANKARA yoluna koyulduk. 

Gece ve gündüz süren meşakkatli bir karayolu seyahati sonunda 2 Eylül Cuma günü 10:30 da evimize ulaştık. Evet şu an eve geleli bir hafta oldu. Ancak dinlenebildim ve kendime geldim.  Abarttığımı düşünebilirsiniz fakat benim gibi 63 yaşında ve profesyonel dağcı olmayan amatör biri için gerçek bu. Bütün kaslarım adeta deprem geçirmiş, lime lime olmuş, bütün enerjim boşalmış gibi. Fakat kuş gibi hafif ve bir o kadar da mutlu ve huzurluyum. Üzerime bir sükûnet, sakinlik ve huzur çökmüş durumda. Buradaki her şey biraz silik bir siluete dönüşmüş gibi ve farklı bir gezegenden gelmiş gibiyim. Uzun uçuşlar sonrası jetlag olursunuz ya sanırım bende -varsa böyle bir şey- dağ jetlagı yaşıyor gibiydim şimdi her şey normale dönmeye başladı. Torunum Toprak bana çok iyi geliyor.

Efsanedeki Ahmet’in torunları, hala Ağrı Dağı'na çıkmaya devam ediyorlar. Bir farkla: Artık aşk için değil ekmek parası için çıkıyorlar ve yüzlerce dağcıyı rehber olarak zirveye çıkarıyorlar. Efsanedeki Ahmet’in kapısına gelen zalim Mahmut Beyin atı ve onun soyundan gelen atlar bu efsanenin adeta cezalandırılmışları olarak her gün ağır kamp yüklerini sırtlarında dağa çıkarıp indiriyorlar. Kısaca Ağrı Dağı’nda Ahmetler ve atlar hiç eksik olmuyor. 

Mehmet Ekim

Ramazan hocam programı çok güzel kaleme almışsın. Okurken, bana her adımında anılarım olduğu dağı tekrar yaşattın. Kalemine sağlık, zirvenizi tekrar kutlarim. Siz daha çok zirveler yaparsınız. Tebrikler.

Ct, 09/10/2022 - 22:20 Kalıcı bağlantı
Feriha Yıldırım

Ramazan hocam okurken güzel ve samimi üslubunuz aldı götürdü beni de 3 kez 4200 metreye kadar çıkıp, sadece bir kez zirvesini yaşayabildiğim Ağrı Dağı'na...
Bilin ki bir kez gidince bitmiyor bu sevda Hocam, tekrar tekrar çağırıyor kendine, özlüyorsun onun tozunu, bitkisini, taşlarını, duman duman başını...

Bütün ayrıntıları öyle güzel ve akıcı anlatmışsınız ki, satırlarınızla yeniden oraya gittim; hasretim depreşti.

Dağlarla muhabbetiniz daima sağlık ve neşe içinde olsun.
Sevgilerimle.

Ct, 09/10/2022 - 22:33 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,754 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.