Ayasofya İbadete Açılırken Gereken Duyarlık

11 Temmuz 2020

 

Ayasofya’nın ibadete açılması kararının yankıları öyle kolay dineceğe benzemiyor. Aşırılıklarla dolu söylemlerin çıkışında   Bizans ile ilişkilerimizin ve Ayasofya’nın bizim kültürümüzdeki yerinin yanlış değerlendirmesi etkili diye düşünüyorum.

Ortaçağ boyunca Doğu Roma’nın, yani Bizans’ın Türkler ile arası sanıldığı gibi kanlı bıçaklı olmamıştır.  Savaşlar sırasında bile birbirleri ile ticari, sosyal ve kültürel ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Ama Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi birbirlerinden hiç haz etmemiştir.  Bizans’ın dindaşı  Avrupalılar ile anlaşamamasındaki sebeplerden biri Doğu’ya has derinlikli  yaşam algısına  Katolik kilisesinin  uzak oluşudur. Batı Kilisesi Ayasofya’yı inşa etmiş olsaydı, gayet sığ bir inanç kabulü ile  yapıya azizlerden birinin ismini verirdi.  Oysa,  Doğu Roma insanlık tarihinin ikinci en büyük kubbeli yapısı olan kilisesine  “Hagia Sophia” yani  “Kutsal Bilgelik” demeyi  tercih etmiştir.  Aslında doğru çeviri “İlahi Hikmet” olmalıdır. Ali Günvar, Kutadgu Bilig ile Hagia Sophia tanımının birbirinden pek de farklı  olmadığını ifade eder.  Bu da bizleri 1071’den beri  yolları kesişen iki kültürün  farklı inaçlara sahip olsalar da benzer yaşam algısına sahip olduğu gerçeğine götürmektedir. Her ikisinin  de  Haçlı Seferleri’den rahatsızlık duymasının temel sebeplerinden biri budur.  

Image

Fatih Sultan Mehmet Han 1453’te İstanbul surları önüne geldiğinde Bizanslılar arasındaki  “Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim” sözün taraftar bulmasının bir sebebi vardır.  IV. Haçlı Seferi olarak başlayan süreç Konstantinopolis’in Latinler  tarafından istilasına dönüşmüştür. 1204-1261 yılları arasında devam eden Latinlerin tacizlerini, yağmalarını  ve Doğu Kilisesi’nin kutsal mabedi Ayasofya içinde yaptıklarını  unutmamışlardır.  Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya içinde namaz kılması ile  Latinlerin Ayasofya’nın  apsisinde dansöz oynatmaları iki kültürün  farkını açıkça ortaya koymaktadır. Apsisi bizdeki mihrap gibi düşünmeyelim. Mihrabın kıble yönünü göstermesi dışında ayrıca sembolik bir anlamı yoktur. Oysa apsis kutsal yön olarak kabul edilen doğuyu işaret etmesi dışında  cennetin temsili olarak da görülmüştür.  Bu kısımda sadece  Ortodoks din adamları dini kutsallıkları nedeniyle bulunabilirken,  cemaat orada bulunamaz. Kısacası Latinlerin Ayasofya’da  dansöz oynatmak için herhangi bir yeri değil de  apsisi seçmeleri  sanıldığından daha  ağır bir hakarettir.

Türklerin  feth ettikleri topraklardaki ibadet yapılarına tarihi, estetik ve dini içeriğini ayırmadan saygı göstermeleri geleneği  Ayasofya’da da devam etmiştir. Eğer bizler bugün mozaiklerinden mermelerine kadar  Ayasofya diye bir yapıdan söz ediyorsak Osmanlılar sayesindedir. Osmanlı döneminde kimse eline mala alıp mozaikleri kazımaya kalkmamıştır. Sürekli onarımlar ile yapının belli aralıklarla sorun yaratan kubbesinin çok sayıda depremi  atlatarak günümüze ulaşmasını sağlamışlardır.

Ayasofya’nın ibadete açılması ile şüphesiz bir değişim yaşanacak. Ancak bu süreçte yorum ve  değerlendirmelerin kutuplaşma boyutuna varması faydadan çok zarar getirecektir.  Onun için de Ayasofya ile ilgili daha önceden alınmış  kararların  dönemlerin siyasi, ekonomik ve diplomatik durum ve ilişkileri düşünülerek  incelenmesine dikkat etmek gerekiyor. Bağlamından kopuk analizler ister istemez işlevsiz yergiler toplamına dönüşüyor. Fatih dönemi ile Sultan Abdülmecid dönemi  Osmanlısı aynı değildir. Benzer şekilde  Gazi Mustafa Kemal Atatürk dönemi siyasi ve askeri stratejisi ile günümüzün kıyaslanması da doğru olmayacaktır.

Bu değişim sürecinde en çok dikkat etmemiz gereken husus Türk kültürünün çizgisinden ayrılmamak olmalı. Ayasofya’yı  sadece siyasi ve dini bir sembol olarak göremeyiz. Fransız İhtilali sonrası dünyayı saran milliyetçilik akımına ilk kapılan Rumlar’ın özellikle de Mora, Girit ve Kurtuluş Savaşı’nda yaptıklarını unutmamız da affetmemiz de çok zor. Ama yargılarımızda odak noktamız yapının tarihçesi ile de uyumlu olarak yukarıda da söz edilen Ortaçağ’daki ilişki ağı olmalı, Yakınçağ ’dan bu yana olan  değil.

Image

Unutmamalıyız ki  537 yılından beri Ayasofya insanlığın yaşadıklarına şahitlik ediyor. Hikmetlerinden biri de bu. Bu nedenle de yeni çağın çok işlevli tarzına hızla  uyum sağlayacaktır. Mimari planı ve anıtsallığı aynı anda tursitlerin ziyaretine  ve  ibadete uygun düzenlemelerin  yapabilmesini mümkün kılıyor.  Asgari müştereklerde  başarılı şekilde buluşulacağı temennisi ve kanaatindeyim.  Elbette herkesi memnun etmek mümkün olmayacaktır. Osmanlı zamanındaki gibi ana kubbenin örttüğü mekanda ibadet hayalini yaşayanların biraz  o hayalden uzaklaşmaları gerekebilir. Unutmayalım ki ana mekanda devam eden restorasyon çalışmaları ve  kurulu vaziyette iskeleler var. Benzer şekilde  müze olarak kalmasını isteyenlerin de israrlarını bırakmaları gerekecek. O noktada hem müze hem ibadethane işlevinde Notre Dame gibi yapıların varlığı hatırlanmalıdır. Çözüm yolları  geliştirilirken sakin kalmaya  ve düzenlemelerin işlerlik kazanması için de zamana ihtiyacımız var.

Aynur Kurt

Ayasofyanın aslına dönüştürülmüş olmasından yani ibadete açılmış olmasından memnun olan bir okurunuz olarak yazınızda yapmış olduğunuz analiz ve yaklaşım oldukça yerinde ve başarılı. Her konuda olduğu gibi bu durumda da aşırı tepkilerin kimseye faydası olmayacaktır. Tarihi olayları gerçekleştikleri günün şartlarında incelemek bizi en doğru sonuca götürür. Müzeye çevrilmesine bugün de yeniden ibadete açılmasına bu çerçeve de bakıldığı zaman hiç bir sorun kalmayacaktır

Ct, 07/11/2020 - 23:37 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,090 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.