Mayıs ayının her ikinci pazarı ülkemizde anneler günü olarak kutlanmakta. İnsanlık, bizleri şaşırtmayarak, hiç bir konuda hemfikir olamama tavrını anneler günü kutlama tarihi söz konusu olduğunda da devam ettirmekte. İngiltere’de Büyük Perhiz’in dördüncü pazarı, Meksika’da her Mayıs’ın 10. günü, Arap ülkelerinde 21 Mart şeklinde çeşitlenen kutlama tarihleri mevcut. Bizler genel kutlama tarihini tercih etmişiz.
En az iki hafta öncesinden, kutlama mesajları içeren afişler ve “şu hediye ile annelerinizi memnun ediniz” şeklinde reklamlar ile anneler günü hatırlatmaları başlarken, bu güne muhalif olmak ile taraf olmak arasında gidip gelen duygular içindeyim.
Muhalif olmamın iki temel sebebi var. Birincisi annelik tamamen kısmet işi. “Kadının asli görevi anneliktir” görüşünü tartışmaya açmak niyetiyle demiyorum. Benim sözünü ettiğim, anneler günü kutlamalarının, çok sayıdaki kadının gönlünü nasıl acıttığı. Ömrü boyunca çocuk sahibi olmak istemiş, bunun için maddi manevi uğraş vermiş ama olamamış kadınların gönlü eminim en derinden acıyordur. Hayatın ne getireceğini kim bilebilir? Tek başına yaşam mücadelesi vermiş ve çocuk sahibi olamamış kadınlar bu günü kalpleri kırık geçiriyordur. Ülkemizde bu kadın öyküleri arasında, kardeşlerine abla yerine anne olmuş, onlar için yaşamını ve ideallerini feda edenlerinkiler de oldukça çok.
Bir de evladını, evlatlarını yitiren anneler var. Ateş çemberi içindeki ülkemizde, ateşlerin düştüğü şehit aile ocaklarındaki annelerinin bugün ayrıca nasıl bir yangın içinde kaldığını düşünmek bile istemiyor insan. “Anacığım” sözünü uzun zamandır dile getirememiş, yatağa bağlı bir gazinin annesinin halini bir saniyeliğine gözünüzün önünde canlandırınız. Anneler günü tebrikler bir çeşit kör gözüne sokmak gibi incitici bir hal alıyor.
Muhalif olmamın diğer sebebi ise, annelerini kaybetmiş, anne sevgisinden mahrum kalmış olanlar. Bu acıyı çok erken tatmış kuzuların buruk bakışları altında anneler gününü kutladığımızı hatırlatarak can sıkmak istemem. Ama bu bir gerçek. Kutlamaların, onların hiç kapanmayacak yaralarına tuz basmak ile eş değer olduğunu bilmek muhalefetimi arttırmakta.
Tüm acı gerçekliklerin içinde anneler günü kutlamalarının taraf olduğum yanları da var.
Anneler gününü, tüm bu acıları yaşayan kadınlar ve anneleri kucaklayacak şekilde geniş bir yelpazede kutlamaya özen gösteren bir kültüre sahibiz. Kültür yapısı itibariyle değişime açıktır. Bilgiden kaçamadığımız şu dijital çağda değişim çok daha hızlı gerçekleşiyor. Bir kültürün gücü ve büyüklüğü kültürel uyarlama yeteneğinden belli olur. Bizim kültürümüzde özel gün ne kadar geniş bir çevre ile birlikte kutlanırsa o kadar anlamlıdır. Anneler günü ithal olabilir ama ithal edilmiş hali ile değil kendi değerlerimize uyarladığımız hali ile kutluyoruz.
Dikkat ediniz, kutlayanlar sadece annesi ile sınırlı kalmıyor. Anneanneler, babaanneler, teyzeler, halalar, anne gibi sevdiğimiz tanıdıklar.... Anne olmamış ama anne ruhu taşıyanlar... Anne olmuş arkadaşlar... Çok sevdiğimiz komşularımız...
Bu günü "Annelik" ya da "Anne Sevgisi" günü haline dönüştüren biziz. Orijinali böyle değil. Emin olunuz. Öyle olmadığına dair bir arkadaşımın anısını paylaşmak yerinde olur. Bir Türk arkadaşı ile Almanya’da bulunduğu sırada Anneler Günü’nde annelerini, sonrasında evin büyüklerini aramışlar. Cep telefon ile görüşmek oldukça pahalı olduğu halde sonrasında teyze, hala, yenge diye uzayıp giden listeye konu komşu da eklemişler. Almanlar, annelerini daha henüz aramamış şaşkın bakışlar ile onları izlerken ikisi, kendi çevrelerinde Türkiye’de mesud olmamış bir tane anne ve anne kadar sevilen kişi bırakmamışlar.
Anneler günü kutlamaları hediye ve tüketim propagandası altında her yıl daha geniş bir çevreye yayılmakta. Eskiden annelere alınan hediyelerin özellikle mutfak eşyası ile sınırlandırılmasına oldukça tepki duyardım. Zaman içinde kültürün kodları gerçeğinden kaçmanın doğru olmayacağını gördüm. Bizim ülkemizde hem anneler için hem de evlatlar için annelik mutfak ile doğrudan ilişkili bir durum. Ocağın tütmesi bir kişi ile ilişkilendirilecek ise o kişi “anne” olur. “Aç mısın?” sorusundan kimi zaman bunalsak da o soruyu duymadığımız an kendimizi ayazda hissetmekteyiz. Bir annenin mutlu olduğu temel mekan ne kadar itiraz edersek edelim ağırlıklı olarak mutfak olduğundan onun hayatındaki hayallerinin de bir çoğu o mekana ait eşyalar olmaktadır. Alanı sosyoloji ve psikoloji olanlar bu duruma farklı açıklamalar getirecektir. Ancak kültür tarihi bağlamında bizdeki annelik algısının değişmediği ile ilgili en çarpıcı anekdot Abbasi kaynaklarında karşımıza çıkmaktadır. İbn-i Butlân 11.yüzyıl ilk yarısı kalem aldığı risalede farklı milletlerden kadınların özelliklerini sıralarken Türk kadınını şu şekilde anlatır: “Çocukları ancak nâdiren çirkin olur ve asla kötü bir binici olmazlar. Türk kadını temizdir, güzel yemek yapabilir fakat eli açık olduğundan itimada şayan değildir.” İbn-i Butlân’ın eli açık olmaktan yana şikayeti eve gelen giden herkese yemek ikram etmesi nedeniyle ekonomik sebeplerle ilgilidir. Oysa, “aç mısın?” sorusu ve ardından tok olsanız bile yemek yedirmeye hevesli anne ruhu bize ne kadar olağan gelse de başka kültürler için bir o kadar olağandışı olabilmektedir. Tıpkı anneler günü kutlama tarzımızın da diğer kültürler için olağandışı olması gibi.
Samimiyetle ve şevkatle “aç mısın?” sorusunu soracak bir annesi olmayan kuzuların hali en acısı. Anneler günü dolayısıyla tüketim içinde kaybolmadan önce bu günün, anne sevgisinden mahrum kalan kuzuların da bir şekilde gönlünün alındığı kutlama haline gelmesi temennisi ile...
Annelerimizin, anne ruhu taşıyan herkesin anneler günü kutlu olsun.