Üç beş yıl önce Hollanda’da bir diplomatımız beni kahve içmeye davet etmişti. “Mesaiye 10’da başlıyoruz, siz 9’da buyurun, bir saat sohbet ederiz” dedi. Bisikletime atlayıp gittim. Dokuza beş kala makamdaydım. Beni içeri buyur ettiler. Makam sahibi dokuzu beş geçe geldi ve trafiğe takıldığını söyleyerek özür beyan etti. Ben gayr-i ihtiyari “siz bisiklete binmiyor musunuz?” dedim… Bunun üzerine sohbete yakın tarihli bir hatırasıyla başladı:
“Malumunuz geçen yıl Türkiye – Hollanda ilişkilerinin 400’üncü yılıydı. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Hollanda’yı ziyaret ediyordu. Bir sabah, Başbakan Rutte ile randevusu vardı. Biz önceden gidip yerimizi aldık. Cumhurbaşkanı’nın makam aracı sokağın başında göründü. Ancak Rutte ortalıkta görünmüyordu. Biz, diplomatik bir kriz çıkmasından endişe etmeye başladık. Gül’ün şoförü manevralar yaparak park süresini uzattı. Tam o sırada Rutte bisikletiyle sokağın başında göründü. Rahat bir nefes aldık… Şükür, kriz çıkmayacak, iki lider tam vaktinde buluşacaklardı. Hafif yağmur çiseliyordu. Başbakan bisikletini park etti, kilitledi, anahtarını cebine koydu ve bizim beklediğimiz merdivenlerin başına doğru yürüdü. Tam o sırada Gül’ün aracı park etmişti ve Cumhurbaşkanı araçtan inerek geldi, iki lider merdivenin başında tam planlanan randevu saatinde el sıkıştılar ve birlikte merdivenleri çıkarak görüşmeye geçildi.”
Diplomatımız vak’ayı böyle özetledikten sonra bir de ister istemez zihninde beliren muhayyel bir manzarayı belirtmeden geçemedi. Kendi kendine şu soruyu sormuş: Olmaz ya, farzımuhal, Türkiye’de başbakan, haşa herhangi bir bakan… bisikletle işe gelse… Bir de yağmur yağıyorsa ne olur? Kendi sorduğu bu soruyu şöyle cevaplandırdı: “Herhalde 15 kişi birden sayın bakana şemsiye tutardı…”
Bir ülke hayal ediyorum… Makam araçları ve özel şoförleri olmayan. Orada bakanlar da bakılanlar da eşit statüde, aynı servisle veya yan yana bisikletlerle işe gidebiliyorlar. Bir ülke hayal ediyorum, Kahramanmaraş’ta 12 Şubat kutlamaları sırasında ben oğlumu omzuma alıp seyrederken, bir de ne göreyim sayın bakan da kızını omzuna almış tam yanımda gösterileri seyrediyor ve göz göze gelip gülümsüyoruz birbirimize.
Bir ülke hayal ediyorum İçişleri bakanı işine bisikletle gidip geliyor, görünür korumalar yok ortalıkta. Anayasa mahkemesi başkanı hakeza. O da işine bisikletle gidip geliyor; çünkü bisiklet yolları var Ankara’sında… Çünkü minibüsler, otobüsler, özel araçlar saygı duyuyor bisikletliye… Yolda bir tek bisikletli varsa tüm trafik yavaşlıyor ve öncelik bisikletlinin oluyor o ülkede…
Bir ülke hayal ediyorum, kızlarım ve oğlum bisikletle gidiyor her yere… Okul servisi yok, sadece bisikletler var… Düşünsenize üniversitenin Kuzey, Güney, Doğu, Batı yerleşkelerinde tam tamına 40 bin bisiklet park etmiş; çünkü 40 bin öğrencisi var ders verdiğim üniversitenin. Rektör ve dekanlar da bisikletle gelip gidiyor üniversiteye…
Kulakların çınlasın Dr. Fartusi… 2002- 2005 yılları arasında Rotterdam İslam Üniversitesi’nde çalışırken Irak’lı akil insan Fartusi hocamız vardı. Ağır ağabeydi kendisi… Beni ne zaman bisikletimle görse yadırgardı… “Hocam, sana bisikleti yakıştıramıyorum” derdi. Ama derse geç kalacağı zaman telefon eder, “köprü açıldı, gecikiyorum” diye haber ederdi. Oysa bisikletle derse asla geç kalmazsınız ve randevularınıza daima vaktinde yetişirsiniz.
Bisiklet dostu bir ülke hayal ediyorum. Böylece toprağa ve birbirimize daha yakın olabiliriz belki. Bir ümit, iletişim kurabiliriz. Birbirimize yol verebilir, selam verebiliriz. Aynı yağmurda ıslanabiliriz hepimiz bisikletli olsak. Çevreyi daha temiz tutar, küresel ısınmaya daha az katkı sunarız.
Velhasılı bisiklete binmenin soylu bir davranış olduğunu söylüyorum ve bunda ısrar ediyorum.
hiç rasyonel bir düşünce…
hiç rasyonel bir düşünce değil.
Yeni yorum ekle