Fatih Camii avlusunda öğle vaktini müteakip rahmetli Nevzat Yalçıntaş ağabeyin ve iki şehidin cenazesini kılmıştık. 15 Temmuz vak’a-i meş’ûmesinden hemen sonraydı. Cenazeye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katılmıştı. Orada, cami avlusunda bir konuşma yapılmayacağını düşünerek şehit cenazelerinin defnedileceği Çengelköy mezarlığına ve ardından İkindi namazında Erol ve Abdullah Tayyip Olçok’un Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nden kaldırılacak cenazelerine gitmek üzere uzaklaşırken Başbakan cemaate hitap etmeye başlayınca durdum ve dinledim.
Erdoğan’ın kısa konuşması sık sık “idam”, “idam isteriz!” sloganlarıyla kesiliyordu… Türkiye’de idam cezasını kaldırmış, böylece ülkeyi Avrupa Birliği (AB) normlarına yakınlaştırmış bir siyasal partinin lideri olarak, bu taleplere yatıştırıcı bir cevap vereceğini, mesela intikam ateşini körüklemek yerine adalet ve affetme ahlâkını vurgulayacağını umduğum Başbakan, “demokrasilerde halkın isteklerinin esas olduğu”nu vurgulayarak: “siz isterseniz idamı da yeniden getirirsiniz!” mealinde konuştu. Şaşırmıştım.
“Türkiye’de idam cezası yeniden mi gelecek?” endişesi özellikle AB mahfillerinde konuşulur olmuştu. O sırada Anadolu Ajansı (AA) Analiz Haberler Editörlüğü bünyesinde çalışıyordum. Kıymetli bir uzmana öyle suya sabuna dokunmayan, sadece Türkiye’de idam cezasının hangi aşamalardan geçerek nasıl ve kim tarafından kaldırılmış olduğunu özetleyen bir “analiz” hazırlattım. Haber, dolaylı olarak “endişeye mahal yok” mesajı veriyordu. Bu tür özel haberler başta İngilizce, Fransızca, Arapça olmak üzere birkaç dile çevrilir ve ajansın ilgili dillerdeki bültenlerinde ve internet sayfasında yayınlanır. Bizim haber Türkçede dahi verilmedi. İdam cezasına ilişkin lehte veya aleyhte haber yapılmaması talimatı alınmış. Demek ki iktidar “endişeye mahal var” mesajı vermeyi tercih etmişti.
İdam geri gelir mi?
En son Pınar Gültekin’in katli hem “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılsın mı?”, hem de “idam cezası geri gelsin mi” tartışmasını yeniden alevlendirdi. İstanbul Sözleşmesi bahs-i diğer; kadın cinayetleri bir türlü bitmiyor ve önlenemiyor. Cinayet boyutuna varmayan taciz ve tecavüzler, aile içi şiddet vak’alarının kâhir ekseriyeti istatistiklere bile giremiyor.
AB reformları uğruna ve siyasi idamların tekerrür etmemesi, “iki sağdan iki soldan” asarak güya adaleti sağlayan Evren Paşa garabetlerinin yaşanmaması arzusuyla idam cezası Türk Ceza Kanunu’ndan (TCK) silindi. Mamafih Abdullah Öcalan mes’elesiyle tutuşturulan, 15 Temmuz darbe girişimiyle alevlenen ve kadın cinayetleriyle beslendikçe beslenen “idam isterük!” nidaları ayyuka çıkmağa başladı.
Türkiye on yıllarca töre cinayetlerini konuştu. Avrupa’da bize yıllarca töre cinayetleri soruldu. Türk denince fesin akla gelmesi gibi Türkiye denince de töre cinayetleri akla gelirdi. Akademisyen meslektaşlar töre cinayetlerini Türk (Kürtler tabii ki dâhil) toplumunun ataerkil yapısına ve İslam hukukunun etkisine bağlarlardı. Fakiriniz bu mevzuda özetle şu cevabı yetiştirirdim:
Türk ve Kürt toplumları sanıldığının aksine anaerkil toplumlardır. Türkiye’de kadın 40 yaşına kadar ezilir, eziyetin her türünü yaşar da hayatta kalırsa artık ailenin iplerini eline alır; çünkü çocukları büyümüş, güç dengesi anadan yana değişmiştir. Aileyi yönetmeye, ailede sözünü dinletmeye başlayan bu kadın, hemcinslerine karşı, bir erkekten daha gaddar ve zalim olabilir. İşte bu yüzden töre cinayetlerinde genellikle bu gayrimeşru idam kararı bir kadının teşviki veya son sözü söylemesiyle verilir. İnfazı gerçekleştirmek için seçilen kurban ise bir erkektir. İslam hukuku ise asla yargısız infazı onaylamaz. Sınırlı hallerde ve sadece “cana can” karşılığı uygulanabilen istisnai idam cezası kamu vicdanını yaralayan olağanüstü hallere mahsustur. Sistemin bütünlüğü, tarihi ve sosyal şartları içinde anlaşılmalıdır. İslam hukukunda idam bahsine az sonra döneceğim.
Türkiye’de idam cezası geri gelecekse acaba sadece kadın cinayetleri dâhil, haksız yere tasarlanarak ve öldürme kastıyla işlenen “insan öldürme” fillerine mi mahsus olacaktır; yoksa “devlet güvenliği” gibi mevhum ve muğlak suçlar için de idam cezası öngörülebilecek midir?
İdam cezasının geri getirilmesi insanlık ve Türkiye tarihinde hukukta gelinen bir seviyeden geriye düşüş anlamına gelmeyecek midir?
Yasal düzenlemelerin geriye işlemezliği prensibine göre Apo’yu veya 15 Temmuz’da kendi halkını katledenleri asamayacağına göre yeni Türkiye’nin yeni idam kanununun hedef kitlesi kimlerdir? Hiç kimseyi öldürmemiş olsa dahi mesela “darbeye teşebbüs” idamlık bir suç olacak mıdır?
İslam hukukuna göre idam
Konunun, çeşitli sebeplerden ötürü dönüp dolaşıp geldiği İslam hukuku boyutu var, görmezden gelinemez. O halde ucundan açıp biraz görmeye ne dersiniz?
İslam hukukunda idam cezası vardır. İdam cezası sadece tasarlayıp azmederek, öldürmek kastıyla (amden) işlenen adam öldürme suçları için doktrinde öngörülür. İnfazı birçok şarta bağlıdır. Hak sahibi (veli, mirasçılar) katili affedebilir, devletin affetme yetkisi yoktur. Maktulün mirasçılarından birinin dahi affetmesi kısas cezasının düşmesi için yeterlidir.
Hanefi fıkhını tevdin eden İmam Serahsi’ye göre kısas, “bir kimseyi amden öldüren kişinin öldürdüğü kişinin karşılığı olarak kendisinin de öldürülmesidir.”
Hukuk-ı İslamiyye ve Istilâhat-ı Fıkhıyle Kâmusu müellifi Ömer Nasuhi Bilmen’e göre ise “şer’an katili maktul mukabilinde öldürmek veya yaralamış yahut kesilmiş bir uzuv mukabilinde yaralayan ile kesenin ona denk uzvunu yaralamak yahut kesmektir.”
Kısas ve diyet, İslam hukukunun İslam öncesi Arap örfünde maddi hukuk unsuru olarak bulup düzenleyerek kabul ettiği cezalardandır. Kitap (Kur’an-ı Kerim) ve sünnette yer aldığı için doktrinde her devirde mevcut olmakla birlikte uygulanması tarihi ve toplumsal şartlara mebni olmuştur.
Şöyle ki İslam hukukunda iki nevi ceza vardır: “hadd” ve “ta’zir”. Hadler Allah hakkı olarak uygulanan üst sınır cezalardır. Her katlin cezası kısas olmadığı gibi her sirkatin (hırsızlığın) cezası el kesme olarak uygulanmaz, uygulanmamıştır. Bunlar sözkonusu suçların, kullar tarafından değiştirilemeyen üst sınır cezalarıdır. Hz. Peygamber’in (sav) “hadleri şüphe ile düşürünüz!” buyruğuna imtisâlen, asırlar ve nesiller boyunca fakihler ve kanun koyucular eserlerinde ve kanun metinlerinde suçun tam teşekküllü olarak işlenip işlenmediği konusundaki tereddütleri nazar-ı itibara almışlardır.
Nasıl ki, günümüzde yargıçlar, her davada doğrudan doğruya üst sınırdan ceza hükmü vermiyorlarsa, İslam hukukunun mer’i bulunduğu yüzlerce yıllık devirlerde de pek az had hükmü verilmiştir. İstidraden arz edeyim, İslam hukukunun tarihi tatbikatı konusunda ne yazık ki pek az akademik çalışma yapılmaktadır. Tarihi tatbikat ortaya konulursa günümüzdeki algıdan pek başka bir tablonun ortaya çıkacağı muhakkaktır.
Had, yani üst sınır ceza düştüğü takdirde ta’zir denilen kul yapısı yasalar devreye girer. Mesela Osmanlı hukukundaki şer’i hukuk - örfi hukuk problematiği de bu konuyla yakından alakalıdır. Sadece Osmanlı değil Karamanoğlu, Dulkadıroğlu gibi beyliklerin kanunnamelerinde de mesela hırsızlık yapanlara, işlenen suçun keyfiyetine mümasil para cezası verildiği görülür. Şöyle hırsızlık eden bir akçe ödeye, böyle hırsızlık eden iki akçe ödeye gibi… Ancak maddelerin nihayetinde genellikle şöyle bir kayıt göze çarpar: “… meğer ki hadd-i şer’i vacip olmaya.” Bu kaydın anlamı, üst sınırdan ceza verme gibi istisnai bir hal meydana gelmedikçe bu maddeler geçerlidir demektir.
Biraz basite indirgeyerek şöyle bir cümle kurabiliriz: İslam hukukuna göre herhangi bir adam öldürme suçunun normal cezası otomatik olarak kısasa kısas idam değildir. Suçluyu suça hazırlayan toplumsal şartlar, psikolojik etkiler dikkate alınır. Suçun oluşma biçimi objektif ve sübjektif yönden incelenir. Sonuçta adam öldürme suçunun tam teşekküllü ve kasıtlı olarak işlendiği ortaya çıktığında maktulün ailesinden herhangi bir ferdin affetme yetkisi vardır. Ölüm cezası affedildiği takdirde devletin ta’zir mekanizması devreye girerek şu kadar yıl hapis vb. cezalar verebilir. Örnek olarak Pınar Gültekin cinayetinde katilin bile isteye, tam teşekküllü bir öldürme eylemini silah vb. adam öldürmek için yapılmış bir alet kullanarak işlediği tespit edilmişse İslam hukukuna göre üst sınır ceza olan idam öngörülebilirdi. Ancak burada da Gültekin’in ailesinden herhangi bir fert; kadın, erkek veya çocuk “katili öldürmeyin, ben intikam istemiyorum” derse idam cezası düşecektir.
Ayet, “biz öldürülenin velisine yetki (sultan, sınırsız yetki) verdik, o da öldürme hususunda israfa kaçmasın” buyurur. Adeta Allah, katili darağacına çıkarıp, ipi maktulün ailesine vermekte ve affetme yüceliğini ona bahşetmektedir. Amaç katili dahi olsa öldürmek değil, insanı insanın iradesiyle yaşatmak, insana yaşamayı ve yaşatmayı öğretmektir.
Türkiye’de artık uygulanmıyor; ancak günümüzde de İslam hukukunu uygulayan ülkeler var malum. Yaklaşık on yıl kadar önce Avrupa’nın önde gelen Müslüman aydınlarından Tarık Ramazan, Suudi Arabistan, İran gibi “İslam şeriatı” uygulayan ülkelere bir moratoryum çağrısı yaptı. “Gelin, İslam hukukunun ceza hükümlerini çağın şartlarını dikkate alarak erteleyelim, askıya alalım” dedi.
Gerekçesi “toplumlarımız ve dünya, şeriatı uygulamak için uygun atmosfere sahip değil ve bu şartlar tahtında hadleri uygulamak insanları İslam’a ısındırmıyor, bilakis onları İslam’dan uzaklaştırıyor; ayrıca şeriat nüfuzlu kimselere uygulanmıyor.” Ramazan’ın temel referansları ise demin sözkonusu ettiğimiz “hadleri şüphe üzerine düşürünüz!” hadis-i şerifi ile Hz. Ömer’ın kıtlık senesinde, Kitap’ta açıkça yer almasına rağmen hırsızlık haddi olan el kesme cezasını rafa kaldırmış olması.
Tarık Ramazan’ın önerisine gelen aks-i sedalardan en dikkate şayan olanı Virginia’daki Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsü’nün (IIIT) kurucu ekibinden rahmetli Taha Cabir el-Alvani’nin yaklaşımıydı: “Tarık bize toplumlarımız şeriata uygun değil; o yüzden hadleri uygulamayalım diyor; ama gelin toplumlarımızı hadleri uygulayabilecek düzeye yükseltelim demiyor.”
Sonuç:
İslam hukukuna göre idam cezası doktrinden kaldırılamaz; ancak uygulamadan kaldırılabilir. Suçu toplumun hazırladığını, suçlunun işlediğini unutmayalım. Şeriat Tanrı’nın kılıcıdır; kestiği parmak o nedenle acımaz. Biz onun merhametine talip olalım. Ne diyordu Konfüçyüs:
“İnsanlar iyi, kanunların ne önemi var; insanlar kötü, kanunların ne önemi var!”
Yeni yorum ekle