Eğitim-Öğretimde Mecburi Paradigma Değişimi : Çağ Dönümünü Doğru Okumak

08 Şubat 2021

 

İnsanlığın kaderine tesir edecek büyük değişimler genelde ya tabandan tavana bir taleple ya da tavandan tabana bir baskı ile oluşur.

1789 Fransız İhtilali, Bolşevik ihtilali tabandan tavana; Tanzimat Fermanı, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Başkanlık gibi sistem değişiklikleri tavandan tabana değişime örnek gösterilebilir. Ancak içinde bulunduğumuz çağ dönümünde pandemi tavandan tabana ya da tabandan tavana değil tabana da tavana da aynı anda değişimi dayattı. Bu da birçok kalıcı gelişim ve değişimi hayatımıza soktu.

Yaşayarak şahit olduğumuz çağ dönümü, belli zorluklar içerse de çeşitli imkanlar sayesinde yeni yöntemleri kullanmaya zorlayarak bize farklı çıkış yolları gösterdi.  Bu çıkış yolları aslında geçici sorunları aşmak için kullanılan geçici çözümler değil, gelecekte insan hayatının olmazsa olmazları olarak kabul edilecek yöntemler. Home office, e ticaret, e finans, e sağlık, “uzaktan eğitim”1 gibi kavramlar sadece geçici çözüm yolu değil pandemi bittiğinde yaşamın vazgeçilmezleri arasında yerlerini alacak. Ki bu kavramlar zaten uzun zamandır hayatımızdaydı. Peki eğitim-öğretimde geçici çözüm olması “umulan” dijital ortamda öğretim yöntemi bize ne anlatmalı? Bir an önce bundan kurtulmayı mı ummalıyız yoksa bunu nasıl geliştirip daha verimli hale getireceğimizi düşünmeliyiz?

Sanayileşme2, tarım ve hayvancılıkta reform, toprak reformu bu bağlamda her sahada katma değer sağlayacak üretim ve elde edilen maddi refahın adil paylaşımı gibi konularda asgari düzeyde iyileşme sağlamadan,

Modernleşme sürecinde kültür-kimlik çatışmasıyla parçalanmış bir toplumsal zihne sahibiz. En az yüz elli yıllık çatışmayla enerji, imkân, zaman ve nesiller kaybeden toplumda iç barış tesis edilmeden, barış sağlanamasa bile ateşkes yapılmadan,

Devletin yaklaşık yüz elli yıldır sürdürdüğü “makbul vatandaş”3 üretme konusundaki yüksek motivasyonu gevşemeden eğitim-öğretime dair fikir belirtmek, tavsiyede bulunmak her ne kadar “iyi niyetli ama gerçekleşmesi zor görülen bir temenni” olarak görülse de pandeminin bize açtığı pencerenin nereye açıldığına bakmakta fayda var diye düşünüyorum.

Pandemi ile birlikte uyguladığımız uzaktan eğitim (dijital öğretim) yukarıda değindiğim, zaten var olan sorunlardan başka bazı sorunlar doğursa da dijital öğretim tecrübesinin bize tanıdığı fırsat, açtığı pencere daha önemlidir.

Pandemi süreci aslında daha önceden de var olan ve bazı üniversitelerce kullanılan dijital ortamda öğretim uygulamasını hayatımıza ciddi şekilde soktu. Bu yöntemle uzaktan “matematik öğretmek” mümkün oldu. Her ne kadar öğretmen ve öğrencilerin alışkanlıkları, yer yer altyapı ve donanım sorunları arzulanan verime ulaşmayı zorlaştırsa da zaman içerisinde öğretim düzeyinin istendik noktalara ulaşması mümkün görünüyor. Hal böyle olunca her gün sekiz saat tahta sıralarda ve kapalı mekanlarda oturup bir şey öğrenme şekli makul bir yöntem olmaktan çıkacaktır. Bu konuda ciddi tepkiler oluşacak, itirazlar yükselecek ve bu eleştiri ve itirazların ne kadar haklı olduğunu ifade eden eğitim uzmanları seslerini daha çok yükseltecektir. Ki bugüne kadar da haftada beş gün günde sekiz saat tahta sıralarda kapalı bir mekânda oturmanın bilimsel, insani ve medeni bir açıklamasının olmadığı çok defa dile getirilmiştir. Bunun piyasa şartlarından doğduğu, piyasanın bir dayatması olduğu, kadın ve erkek dışarıda üretim-tüketim döngüsünü sürdürürken çocuğun güvenli bir ortamda güvenli bir biçimde beklemesi gerektiği, bu sırada da çocuğun piyasanın arzuladığı tipe dönüştürülmesinin sağlandığı çok defa dile getirilmiş bir konudur. Kapitalizme yönelik eleştirilerde bu noktaya çokça temas edildiği hepimizin malumudur. Özellikle bu süreçte “genel kapanma” zamanlarında dijital öğretime geçilince “karı-koca” çalışan ailelerden “Bizim çocuklarımız ne olacak?” şeklinde yükselen tepkilere çoğumuz şahit olduk. Bu noktada okulların sadece bir “öğrenme” alanı değil karı koca çalışan çiftlerin çocukları için güvenli alan olma özelliğinin öne çıktığını tartışmasız biçimde herkes görmüş oldu. Çeşitli tartışmalara rağmen dijital öğretim sürecinde şu ortaya çıktı ki mecburen hızlı biçimde geçiş yaptığımız bu yöntemle “öğrenme ve öğretme” mümkündür. İmkân, yöntem ve alışkanlıklar geliştikçe “öğrenme ve öğretme” dijital ortamda da gayet sağlıklı biçimde yapılabilecektir.

Dijital ortamda özel derslerin verilmeye başlandığı, dijital öğretim portallarının ciddi ücretlerle hizmet sunduğunu düşünürsek çok yakında “dijital özel okul”ların öğrenci kaydı almaya başladığını da göreceğiz. Ortaokuldan sonra isteyen öğrenci hem açık liseye hem de bir “dijital özel lise”ye kaydolarak rahatlıkla merkezi sınavlarla liseden mezun olacak ve istediği bir üniversiteye gidebilecektir. Tabii bu konu “müşterinin maddi imkanları” ile de yakından ilgili olacaktır.

Pandemiden Sonra Okul

Peki okul sadece bir “öğretim kurumu” mudur? Bu sorunun cevabı tartışmasız biçimde hayır olur. İnsanın sosyal bir varlık oluşu, sosyalleşme zorunluluğu, toplumsal düzeni tesis etme zorunluluğu ve devletin “makbul vatandaş” yetiştirme motivasyonu okul binasını “ilelebet payidar” kılacaktır. Bir de karı koca çalışan üretim-tüketim döngüsünü sürdüren çiftlerin, çocuklarını kendileri dışarıdayken evde bırakamayacakları için güvenli bir yerde bekletme ihtiyaçları da göz önüne alınırsa okul hep var olacaktır. Bugüne dek okul, öğretimle birlikte eğitim başlığı altında bu ihtiyaçlara da cevap vermeye çalışan bir kurumdu. İşte pandemide tecrübe ettiğimiz dijital ortamda öğretim (uzaktan eğitim) bize okulun formunu dönüştürmek, bu sayede de geleceğimizi daha sağlıklı biçimde inşa etmek fırsatı sunmuştur.

Okulun formunu değiştirmek belki de bir fırsat olmaktan çok bir zorunluluktur. Ancak toplumsal yapımız, zihniyetimiz, yasalarımız ve teamüllerimiz, hepsi birden ya da bazıları bu değişimi engelleyebilir. Eğer bu sefer de değişerek gelişimi inşa edemezsek zaten kronikleşmiş, geçen yüzyılda çözmüş olmamız gereken eğitim-öğretimdeki sorunlarımız artarak devam edecektir. Hayatın akışı eğitim-öğretim sürecini bu tarafa zorluyor. Ya bu değişime direneceğiz ya da bu değişimi kendimiz kontrol edip süreçleri kendimiz geliştireceğiz.

Öngörü, tespit ve tavsiye:

Dijital öğretim-dijital ortamda öğretim hep var olacaktır. Pozitif ve sosyal bilimler sahasında “öğrenmek-öğretmek” dijital ortamda da mümkündür. Pratik gerektiren öğrenme süreçleri için okul kullanılacak, teorik bilgiler dijital ortamda öğretilecektir. Okullar; spor, sanat, atölye, kulüp, laboratuvar, sahne, saha kavramları etrafında tekrar kurgulanarak kendini keşfetme, kendini ifade etme ve sosyalleşme alanına dönüşecektir. Bu şekilde okul; çocuğun yetenek, ilgi ve potansiyelinin keşfedildiği, ortaya çıkarılıp geliştirildiği, kendisini ifade edebildiği, sosyalleştiği bir mekâna dönüşecektir.

Bu noktada hem devlet makbul vatandaş için endoktrinasyon imkânı elde edecek -her ne kadar bu tartışmalı bir konu olsa da “devlet” kurumu var oldukça “endoktrinasyon” ve “makbul vatandaş” kavramları yok olmaz- hem çalışan ebeveynlerin çocukları güvenli bir ortamda bekleyecek bu bekleme sürecinde de çocukların “kişisel gelişimleri” sağlanacaktır. Teorik bilgilerin kavratılması da dijital ortamda daha kısa sürede gerçekleşecektir.

Peki bu noktada başarı oranı ne olur? Pandemideki dijital öğretim aslında bize şunu gösterdi:

Yüksek puanlarla girilen okullarda değil de orta düzey okullardaki yüz yüze öğretimde zaten sınıflardaki derse katılım ve başarı oranları düşüktü. Şu anda uzaktan öğretimde de öğrencilerin bir kısmı sisteme giriyor, sisteme girenlerin de az bir kısmı derse katılıyor. Normalde bedenen sınıfta olup ruhen sınıfta olmayan öğrenciler uzaktan eğitime katılmıyor. Uzaktan eğitime katılanların büyük çoğunluğu yüz yüze eğitimdeki sınıflarda “öğrenme motivasyonu” taşıyan öğrenciler. Yani uzaktan öğretim aslında bir durumu realize etti. Onun için bu noktadaki yakınmalar pek de gerçeği yansıtmayabilir. (Altyapı, donanım yetersizliği, maddi yetersizlik kaynaklı sisteme girememe sorunları istisna.)

Geleneksel dinlerin öğretileri güçlü bir “kıyamet” inancına vurgu yapıyor. Ancak kıyametin zamanı konusunda bazı kehanetler dışında bir bilgi bulunmuyor. “Bu gerekçelerle kıyametin şu tarihte kopacağını öngörüyoruz.” şeklinde bilimsel ya da dini bir öngörü yok. Yani tabii olarak kıyamet kopana dek insanlık var olacaktır. Hindularca “Kali Yuga”da bizce ahir zamanda yaşıyor olsak da “insanın kıyametinin her an kopabileceğini düşünüyor, insanlığın kıyametinin ise uzak bir gelecekte kopmasını umuyoruz.” O halde içinde bulunduğumuz zamana ve yakın geleceğe odaklanmak zorundayız.

Transhümanist paradigma; yapay zeka, biyodijital gelişim, robot teknolojisinin hızlı gelişimi, dijital iletişimin de etkisiyle insanın çok gelişmiş bir türe evirileceği ve posthuman (insan ötesi) diye adlandırılacağı iddiasında. Bu fütürist bir kehanet olmaktan çok, gelişim ve değişim hızına bakılarak yapılan bir öngörü olarak görülebilir. Şu an görünen, yarının bugünden çok farklı olacağıdır. Yarının dünyasında bugüne değin elde ettiğimiz ya da elde etmeye çalıştığımız bilgi ve becerilerin bir karşılığı olacak mı? Yani makine, motor, elektronik ve dijital teknolojinin üretiminde yapay zeka ve robotların sayısal üstünlüğü ele geçirmesiyle birlikte, dijital iletişimin hızlı gelişimi, nesnelerin interneti ve nesneleşen insanın mahrem ve namahrem bilgilerinin veriye dönüştürülmesi, big datada toplanan verilerin işlenmesi, big data veya big dataları kontrol eden güç veya güçlerin oluşturacağı yeni algoritma veya algoritmalar insana ihtiyaç bırakmayan yeni bir yaşam kurguladıklarında, insana rağmen insan için insanı gereksiz ve değersiz kılan bu home deusların, posthumanların yani transhumanist paradigmanın hakim olacağı çağda acaba bugünkü tarzda matematik, coğrafya, tarih öğretmenin, bu bilgileri ezberletip testlerle bu bilgileri ölçmenin “gerçek” bir değeri olacak mı? Karar verme, problem çözme, yaratıcı düşünme, eleştirel düşünme, etkili iletişim, kişiler arası iletişim, öz farkındalık, empati, duygularla baş etme ve stresle baş etme şeklinde başlıklandırılan temel yaşam becerilerini kazandırma noktasında bile yetersiz olan eğitim-öğretim hayatımız acaba zamansız bir dijital kıyametle, yapay zekalı robotların cehenneme çevireceği bir dünya ile yüz yüze kalması muhtemel insana hayatta kalmak için hangi becerileri kazandırabilir? Devletlerin, şehirlerin, evlerin, ulaşımın, iletişimin “akıllı” evreye geçeceği yakın bir gelecekte istemsiz bir şekilde ya da bir arıza dolayısıyla ya da kasıtla indirilen bir şalterin doğuracağı dijital bir felaket düşünelim. Bizim eğitip çeşitli sertifikalarla donattığımız bir insan bu felaketle nasıl baş edebilir? Marketten gelen yumurta, domates ve peyniri kahvaltı masasında gören çocuk için temel yaşam becerilerinden söz etmek mümkün mü? Acaba çocuğa kazandırılması gereken davranış domatesten tohum elde etmek, buğday ekmek, tavuk beslemek, balık, kuş, tavşan avlamak, söküğünü dikmek olabilir mi? Kıyametten önce yaşanacak olası bir dijital kıyamet ilkel yaşam becerisini yitirmiş modern yığınlar için erken bir kıyamet olabilir mi? Bu bağlamda toprağı, hayvanı, tabiatı tanıyan insanların bir süre daha yaşama şansı olabilir mi? Yaşamın tüm evrelerinin yapay zekâ ile donatılmış robotlarca domine edildiği, akıllı arabaların, akıllı evlerin, akıllı şehirlerin içinde insanın ve insan aklının yeri ne olacak?

Pandemi bize şunu gösterdi ki artık uzak gelecekte olacağını düşündüğümüz felaket, değişim ve gelişmeler uzak gelecekte değil, kapıya dayanmış durumda. Çok uzak olmayan yakın bir gelecekte yapay zekânın hükmedeceği çağa çocukları, üstün teknoloji bilgisi ile donatmak ve onlara bu konuda beceri kazandırmak; sanat ve spor alanlarında kendini geliştirme imkânı tanımak ve temel yaşam becerileriyle birlikte “ilkel yaşam becerileri” ile onları donatmak zorundayız. Bugünkü eğitim-öğretim paradigmamız bu gereklilikleri sağlamaya hazır değil.

Yani geleceğin eğitim-öğretim paradigmasında ideolojik ve ezberci anlayışa kesinlikle yer olmamalıdır. İdeolojik ve ezberci eğitim-öğretim anlayışı bugünkü sorunlarımızın en önemli kaynaklarından biriyken gelecekte herhangi bir ihtiyaca cevap vermeye de uygun değildir.

Yarının eğitim öğretim paradigması

  • İleri teknoloji bilgisi
  • Sanat ve spor
  • İlkel yaşam becerileri ve temel yaşam becerileri noktalarında yeterlilik ortaya koymak zorundadır.

İleri teknoloji bilgisi ile donatamadığımız bireyler; aşçı ve berberden, doktor ve yargıçlara kadar her sahada insanın yerini alması öngörülen yapay zeka ile donatılmış robotların çağına girdiğinde herhangi bir vasfı olmayan “çöp insan”lara dönüşeceğini görmeye mecburuz. Ezberleterek öğrettiğimizi düşündüğümüz klasik matematik, fizik, coğrafya bilgisinin bu bireylere yaşam imkanı tanımayacağını söylemek fütürist bir kehanet değil basit bir öngörüdür. Bu bağlamda yarının eğitim-öğretim paradigmasının temelini ileri teknoloji bilgi ve becerisi oluşturmalıdır. Bu noktada iyi yetişmiş bireyler yapay zekâ, robot teknolojisi ve dijital iletişimdeki gelişmelerin doğuracağı gayri insani gayri ahlaki sorunlara da çözümler üretebilecektir.

Yapay zekâ, dijital iletişim ve robotların hayata hükmettiği çağda insan kalabilmek için sanat ve sporla kişisel gelişimini tamamlamış, çevresini anlayıp, kavrayan ve kendini ifade edebilen bir karaktere ihtiyaç vardır. Bu da ancak sanat ve sporla mümkündür. Sanat ve spor derken eğlence dünyasını ve kapitalizmin sömürü aracına dönüşmüş izlencelik sporları değil, herhangi bir sanat dalında kendisini ifade edebilen ve en az birkaç sporu yapabilen bireylerin yetiştirilmesi kast edilmektedir.

İlkel yaşam becerileri diye adlandırabileceğimiz beceriler de yeni eğitim öğretim anlayışının vazgeçilmezlerinden olmalıdır. Market zincirleri bugün için yaşamı sürdürmekte çok önemli bir yeri işgal etmektedir. Ancak bunun ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışmalıdır. Bu zincir kırıldığında doğacak trajedi tahayyülümüzün ötesinde olabilir. Undan bulgura, yağdan yumurtaya, sabundan sehpaya aklımıza gelecek tüm ihtiyaçları marketlerden sağlamak bugün için mümkündür. Ancak enerji, ulaşım, iletişim ağlarında yaşanacak ciddi bir sorun iç savaşların çıkmasına neden olacak kadar büyük yıkımlara neden olabilir. O halde ilkel yaşam becerilerine sahip bireyin yaşama tutunma, hayatta kalma, temel yaşam becerilerini sürdürebilme ihtimali daha yüksek olur. O zaman çocuklarımızı tohum elde etme, tabiat ortamında bir başımıza kaldığımızda ateş yakma, beslenme, avlanma, yönünü bulma gibi hususlarda da eğitmek zorundayız. Modern dünyanın en gelişmiş olduğu zirve nokta ufak bir sarsıntıyla en ilkel dönemlere dönme potansiyelini gittikçe daha da artırmaktadır.

Bu üç noktaya ihtiyaç duyulan başka hususlar da eklenebilir. Ancak gelecekte yaşama tutunacak bireyler hem ileri teknoloji bilgisi ile donatılırken hem de en basit yaşam becerileri konusunda eğitilmek zorundadır. Çünkü gelişme aynı zamanda basit yaşam becerilerini unutturmaktadır. Bunun yanı sıra yukarıda belirttiğimiz gibi “kapitalizmin sömürü aracına dönüşmüş izlencelik sanat ve spora maruz kalmak yerine” sanat ve spor sahasında en alt düzeyde de olsa icra edebilen insanlar yetiştirmek bir zarurettir.

Bugünkü eğitim-öğretim sistemimiz yirmi yıl sonrası dünya için ne anlam ifade ediyor? Bugün sisteme dahil olan bir çocuk 20 yıl sonrasının dünyası için “nasıl bir birey” olarak yetiştiriliyor? Bugün, doktor, asker, öğretmen, mühendis vb. alanlarda meslek sahibi olan bir genç 20 yıl sonra mesleğini yapabilecek mi? Yirmi yıl sonrasının geçerli meslekleri neler olacak? Hangi meslekler ölü hangi meslekler yeni olacak? Eğitim-öğretim paradigmamızda bu soruların karşılığı var mı acaba?

Ya bir buçuk asırlık alışkanlıklarımıza, kader olarak görmeye başladığımız kronikleşmiş sorunlarımıza boyun eğerek devam edeceğiz ya da bizden beklenmeyen inovatif bir refleksle gelişim ve değişim sürecini yönetip yarına hazırlanacağız. Eğitim-öğretimde paradigma değiştirmeye mecbur olduğumuzu görmemek ancak vizyonsuzluk ya da alışkanlıklarımızı hakikat sanmakla mümkündür.

Bu sırada alışkanlıklar, beklentiler ve öngörüsüzlük, yazının girişinde bahsettiğimiz sorunlar bu değişimi durduracak bir dirence sahiptir.

Alışkanlıklar, eğitim-öğretim personelinin yaşamın gerçekliğini kendi branşı ve bu branşın müfredatından ibaret sayması, tüm velilerin çocuklarının doktor-hakim-mühendis olmasını beklemesi, makbul vatandaş yetiştirmek için ideolojik ve ezberci eğitimden taviz vermeyen sistemin 20 yıl sonrasına umut vaat etmediğini öngörememesi bu değişime direnme potansiyeline sahip görünüyor. Bu çağ dönemini de kaçırma ihtimalimiz çok yüksek. 20-30 yıl sonra ne veliler ne eğitimciler ne de sistemin temsilcileri doğacak “büyük trajedide” kendilerini hatalı görmeyecek tüm aktörler bir tek kendilerinin masum asıl hatalı olanların ötekilerin olduğunu, zamanında değişim ve gelişimi öngöremedikleri için bu sorunların yaşandığını söyleyeceklerdir.

Hülasa içinde yaşadığımız çağ dönümünde eğitim-öğretim konusunda gelişerek değişme işini beceremeyen toplumlar maalesef daha büyük sorunlar, daha büyük bir öfke ile var olmayı sürdürecektir.

Anne-babalar ve öğrenciler bu noktada şunu çok iyi anlamalıdır: Dijital öğretim artık “insan hayatının vazgeçilmez bir unsuru” olmuştur. Bundan önce bazı üniversitelerin etkin biçimde kullandığı bu yöntem artık ortaöğretimin de çeşitli oranlarda daima kullanacağı bir yöntem olmuştur. Bu bağlamda “öğrenim suretiyle gelecek – kariyer planı” yapanlar dijital ortamda öğretimle öğrenme becerilerini geliştirmek, buna uyum göstermek, bundan verim almanın yollarını bulmak zorundadır. Pandemi bitince bu yöntemin ihtiyaç olmaktan çıkacağını düşünmek hatadır.

DİPNOTLAR

 

 

  1. Uzaktan eğitim kavramı hala anlaşılmaz biçimde hem resmi metinlerde hem akademik çevrelerde hem de gündelik dilde kullanılıyor. Bu yanlış kullanım yaygınlık kazandı. Daha önce bu konuyla ilgili yazdığım “Uzaktan Zorunsuz Öğretim” başlıklı yazıda bu kavram yerine “dijital ortamda öğretim” kavramını doğru olacağını ifade etmiştim. https://www.fikircografyasi.com/makale/uzaktan-zorunsuz-ogretim
  2. Sanayileşme önceki yüz yıla ait bir kavrama dönüşmüş durumda. Artık gelişme; transhümanizm, home deus, bigdata, nano teknoloji, dijital, biyodijital, yapay zeka, yazılım, robot vb. kavramlarla ifade ediliyor. Önceki yüz yılların sanayileşmesini kaçırmış bir toplum olarak sondan başlayarak gelişimi planlamak sağlıklı olmayacağı için hala motor ve makine üretme konusunda kendi kendine yeten sanayileşmeyi gerçekleştirmemiz ve kalabalık kitlelere bu sahada istihdam sağlamımızın önemini koruduğunu, bu sırada çağın gelişim ve değişimlerini de ön saflarda karşılamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
  3. 1876 yılında başlayan Batı tipi zorunlu eğitim-öğretim, Avrupa’dan geri kaldığımızı düşündüğümüz “pozitif bilimler ve teknolojik gelişme” noktasında açığımızı kapatma anlayışı içerse de eğitim-öğretim anlayışımızda asıl motivasyon, öncelik hep “makbul vatandaş” yetiştirmek olmuştur. Makbul ve vatandaş kelimeleri sözlükte olumsuz anlamlar içermeyen ancak bir sıfat tamlaması olarak kavramlaştırıldığında sorun içeren bir kavramdır. Devleti yöneten erkin kendi yanında saf tutmasını istediği, kendi bekası için gerekli gördüğü, belli başlı politik ilkeler etrafında hayatını sürdürmeye istekli vatandaş tipidir. 2. Abdülhamit döneminin makbul vatandaşı biraz İslamcı, biraz Türkçü biraz Batıcı özelliklerle donatılmaya çalışılmış, cumhuriyetin ilanından sonra İslamcılık devre dışı kalmış ağırlıklı olarak Batıcı, biraz Türkçü özelliklerle donatılmış makbul vatandaş tipi üretilmeye çalışılmış son dönemde ise Batıcı, Türkçü özelliklerin yanına biraz İslamcı özellikler eklenmeye çalışılsa da bunda pek başarılı olunamamıştır. Devletin makbul vatandaş yetiştirmede kullandığı en önemli araç “eğitim-öğretim” sistemidir. Bunun yanı sıra edebiyat, sanat özellikle sinema ve televizyon bu konuda önemli rol oynamıştır. Eğitim-öğretim sürecinde özellikle sosyal bilimler kullanılarak makbul vatandaş yetiştirme arzusu en önemli motivasyon olunca pozitif bilimleri öğretmek, yabancı dil öğretmek konusundaki başarısızlığımız değişmeyen bir başarısızlık olarak kalmıştır. Ancak çeşitli dönemlerde devleti yöneten farklı politik düşünceler yönetim süresi ve güçleri nispetinde kendi politik düşüncelerinin fanatiği olacak kadar makbul vatandaş tipi üretmiştir. Bu makbul vatandaş-lar bugün politik çatışmanın başat unsurlarıdır. Artık devletin makbul vatandaş yetiştirme arzusunu bırakıp -ki bu mümkün görünmüyor- insanları yetenek, ilgi ve imkanları nispetinde eğitim-öğretime tabi tutması gerekmektedir.

AHMET DEMIR

eğitim tarihi adına yaptığınız tespitler harika. Okulun bu haliyle islevsiz ve gereksiz olduğu da bir gerçek. Okulun formal yapısından çok içersinde ne olduğu neler yapıldığı önemli. Yapay zeka ile birlikte önümüze çıkan bu yeni duruma hantal teşkilat ve öğretmen yapısıyla milli eğitim bakanlığının çözüm bulması imkansız. Aslında biz modern ve POSTMODERN dünyanın eğitim paramatrelerinide hiç bir zaman yakalayamadık. Bunlar hep eğitimin teknik yönüne bakan kısımlardı. Benim katkı olarak sunmak istediğim şey, hangi cağda ve hangi teleolojik boyutta olursa olsun eğitim ilk önce insanı yaradılış amacındaki orjinalligine dönüştürmeyi amaçlamalı yani fitratini bozmamalı. Bunun içinde beden ve ruh dengesini sağlayacak aklı maaş ve aklı maad kavramları üzerinde kafa yormalı ve eğitimi bu iki temel sutun üzerinde inşa etmeliyiz . Bu yapilabilinirse eğer yeni teknolojiler karşısında insan hep kazanan olacaktır. Aksi takdirde son 300 yılda gördüğümüz gibi teknolojik gelişim hızla insanın sonunu hazirlayacaktir.

Sa, 06/01/2021 - 12:58 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 423 kez görüntülendi. 2 yorum yapıldı.