Rudyard Kipling’in “Beyaz Adamın Yükü” başlıklı meşhur şiiri malum. Batının (beyaz adamın) gelişmişliğine/üstünlüğüne belirli bir anlam yükleyerek kabul etmeyi ve bu gelişmişlikten/üstünlükten gelişmemiş/üstün olmayan halkları aydınlatmayı, kendi kültürünü, uygarlığını onlardan esirgememeyi dile getiriyor. Beyazların sahip olduğu üstünlüğün bir bedeli var ve o bedel de tam da Kipling’in altını çizdiği “yük”. Mustafa Özel ‘Beyaz Adamın Yükü’ ile Kipling’in “eski sömürge ABD’yi, hegemonya bayrağını devralmaya çağırdığını belirtiyor ve ekliyor: “Ve bir süre sonra ülkeye başkan seçilecek olan Theodore Roosevelt şiiri kopyalayıp, ‘genişleme yanlısı’ senatör dostu Henry Cabot Lodge’a şu kısa yorumla gönderiyordu: “Şiir kötü, fakat genişleme bakış açısından çok anlamlı!” Kipling’in ABD’nin sömürge macerasını hümanist bir anlamla kamufle etmesi Roosevelt’in de yerinde tespitiyle (ABD’nin) genişleme ihtiyacına karşılık vermesi itibarıyla anlamlıydı.
Meşhur şiiri hatırlatan Ziya Selçuk’un öğretmen maaşlarıyla ilgili açıklaması oldu. Bilindiği üzere atalarımız teşbihte hata olmaz derler. Bu çağrıştırma üzerinden hem sayın Bakanın söylemine hem de bu söylemin satır aralarından eğitime ilişkin kavrayışımıza bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Önce isterseniz sayın Bakan ne demişti onu aktaralım, ardından bu söylemin mimarisine ilişkin neler söyleyebileceğimize bakalım. "Eğitimde asıl yük öğretmenin maaşıyla ilgilidir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesine bakarsanız, yatırım bütçesinin çok çok küçük olduğunu görürsünüz.” Öğretmen maaşlarının eğitim bütçesinde yük olarak görülmesi haklı olarak kamuoyunun tepkisini çekti. Bakanın açıklamaları ve konuşmanın akışı dikkate alındığında kastedilenin yatırım bütçesinin eksikliği olduğu anlaşılıyor. Ancak yine de buradaki eksikliğe dikkat çekmek için bütçe içindeki büyük kalemi teşkil eden personel giderlerini tanımlama şekliniz sizi ister istemez post-pozitivist bir okumanın muhatabı kılıyor. Zira söylemde dile gelen, dile gelmeyen, satır aralarında bırakılan, dile gelenin ve gelmeyenin çağrıştırdıkları ve ‘dil sürçmeleri’nin bir tür bilinçdışının, bastırılanın gün yüzüne çıkması şeklinde değerlendirilmesi kaçınılmaz oluyor. Diğer taraftan hele hele eğitimcilerin mali ve özlük haklarına ilişkin durum kendi beklentilerinin ve görece kıyas edilebilecekleri ülkelerdeki çalışanların durumlarından bariz şekilde gerideyse ve bu geride olma hali son dönemlerde ekonomik verilerin gösterdiği gibi daha da kötüye gidecek şekilde pekişiyorsa sayın bakanın sözlerinin tepki çekmesinden daha doğal bir şey olmuyor haliyle.
Ancak Freud’un “parapaxis” şeklinde tanımladığı ve basit bir ‘dil sürçmesi’ne indirgeyemeyeceğimiz bu durumun ruhsal dünyamızın (korku, istek vs.) gerilimli doğasına ilişkin bir şeyler söylediği hususunu bir kenara bırakarak bu söylemin yüzeyinde eğitime dair ne tür bir kavrayış olduğuna bakmak istiyorum. Kamuoyu, kelime tercihi üzerinden söylenene tepki gösterince aynı zamanda sorunu ve sorgulamayı nerede gördüğünü de izhar etmiş oluyor. Bu kavrayışta sorun bütçeye ilişkin açıklamada eğitimcilerin giderlerinin yük olarak görülmesinde görülüyor. Nitekim Bakan da maksadının başka olduğunu dile getirerek bu tepkinin haklılığını ve kelime tercihinin yanlışlığını kabul etmiş oldu. Peki, kamuoyu yanlışa tepki gösterdi, söylemin sahibi de maksadının farklı olduğunu belirterek bir anlamda yanlışını kabul edince mesele bitmiş mi oldu? Yani özünde MEB bütçesinde eğitimcilerin gideri çok çok büyük bir kalem oluşturuyor, o yüzden de yatırıma imkân kalmıyor ve doğal olarak bu yüzden de eğitimde istemediğimiz bu sevimsiz duruma mahkum oluyoruz, öyle mi? Bu söylem acaba gerçeğin dile gelmesi mi yoksa bir takım gerçeklerin kulanıldığı gerçekliğin manipülasyonu mu? Kipling sömürgecilik gibi dünyanın en insanlık dışı ameliyesini hümanist bir görünüme nasıl büründürüyorsa, beyaz adamın “gelişmişliğinden/üstünlüğünden” hareketle nasıl sömürgeciliğe tertemiz bir yol açıyorsa benzer bir duruma kamuoyunda tartışma yaratan sayın Bakanın bu söyleminde de rastlıyoruz.
Benim projeksiyonu kaydırmak istediğim yer hem sayın Bakanın hem de kamuoyunun sorunsuzca kabul ettiği söylemde dile gelmeyen ancak dile gelmeden kabul edilen hususlarla ilgili kısım. Eğitimcilerin giderlerinin bütçe üzerinde yük olarak görülmediği fasılla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Zira burası hem gerçekliği nasıl manipüle ettiğimizi hem de asıl sorunumuzun neresi olduğunu gösteriyor. Eğitimcilerin giderlerinin yük olarak dile gelmesinin kabul edilen bir yanlışlık olarak görülmesinin ardından çıktığımız düzlükte şunu sormamız gerekiyor: MEB bütçesi yatırım için yeterli olduğunda ne yapılacak? Bütçede eğitimcilerin giderleri çok çok büyük kalem oluşturuyor söylemi, dile geliş maksadı itibariyle zaten, bize böyle olmadığı takdirde çok önemli ve olumlu şeylerin gerçekleştirileceği intibaını, iddiasını veriyor. Dolayısıyla eğitime ilişkin yapabileceğimiz çok önemli, çok anlamlı şeyleri yapamayışımızın temel nedeni bütçemizin düşük olmasıdır. Şimdi, hayati önemde olan bu vaziyete dikkat kesilmemiz gerekiyor. Acaba bu, yukarıda da değindiğim gibi, gerçekliğin dile gelmesi mi yoksa bazı gerçeklerin payanda edildiği bir manipülasyon mu?
Şuraya getirmek istiyorum: MEB’in planlamasında, söyleminde, kavrayışında eğitime-öğretime dair nasıl bir tasavvur var ki bütçesizlikten dolayı hayata geçiremiyor? Bir çözümümüz varmış gibi yaparak, bu yönde hem kendimizi hem de kamuoyunu yanıltarak bir çıkış yolu bulmamızın imkânı yok. Bütçenin durumundan daha önemli olan husus eğitim-öğretim vaziyetimizi perdeleyen bir takım gerekçeleri aşılması gereken, çözüme kavuşturulması gereken problem olarak görmektir. Israrla altını çizmeye çalıştığım ve eğitim başta olmak üzere toplumsal hayatımızın tüm sorun alanlarında karşımıza çıkan bu düşünce tarzı, bu tanılama sistematiği bizim en büyük sorunumuzdur. Alanı, alanın gerçekliğini görmek, bu gerçeklikle yüzleşmek ve buradan çıkış için alternatif yollar düşünmek yerine teknik-tali mecralara bizi yönlendiren, bütün enerjimizi orada tüketen, sahte çözümler peşinde maceralara sürükleyen bu kavrayışın asıl itiraz edilmesi gereken yer olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu kavrayış, bu yaklaşım ister bilinçli ister bilinçsiz olsun alana karartma uygulamakta ve bizi anlamlı bir çözümden daha da önemlisi anlamlı bir çözüm girişiminden alıkoymaktadır.
Evet, Kipling ABD’yi sömürgeciliğe doğru motive etmeye çalışırken bu insandışılığı bir tür hümanist görev olarak kodluyor ve beyaz adamın kaçamayacağı, ifa etmesi gereken bir yük olarak tanımlıyordu. Sayın Bakanın tartışmaya neden olan söylemi de kelime tercihindeki yanlışlıktan ziyade bizi var olmayan bir çözümümüz, haklı mazeretlerimiz (eğitim bütçesinin yetersizliği) nedeniyle şu an hayata geçiremediğimiz güçlü tedbirlerimiz varmış yanılsamasına yol açtığı için problemlidir. Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. Söylemimiz ortada, eylemimiz ortada. Stratejik planlarımız, vizyon belgelerimiz vs. önümüzde. Evet, eğitim bütçesinde yatırıma ayrılan pay çok küçük ancak bu gerçeği öne sürerek eğitimde mesafe alamayışımızı gerekçelendirmek açık konuşmak gerekirse sömürgecilik ihtirasını şairane bir dokunuşla karşılanması gereken hümanist bir yüke çevirmek arasında mantıksal kurgu açısından fark yoktur.
Yeni yorum ekle