Emmanuel Macron'un "Ayrılıkçılık" Yasası Fransa'da "Birlikteliği" Sağlar mı ?

20 Ekim 2020

 

Avrupa Birliği içinde ve etki bölgesinde kendine bir yer arama heyecanı içindeki Fransa’nın, iç politikasını güçlendirmeye yönelik gayretleri dikkat çekmektedir. Zira bu günlerde Fransa’nın sadece dış politik söylemleri değil, iç politikadaki eylemleri de bizi ziyadesiyle yakından ilgilendirmektedir.

Uluslararası alanda bir atılım yapması için, içeride cumhuriyeti sağlamlaştırması gerektiğini düşünen Macron bu amaçla 2 Ekim’de Paris’in banliyösü Mureaux’da “ayrılıkçılıkla” ilgili bir konuşma yaptı. “İslami ayrılıkçılık” temelli bu konuşma, Fransa’da yaşayan Müslümanların Fransız kültürüne entegre edilerek Cumhuriyetin sadık koruyucuları haline getirilmesi üzerine inşa edilmişti. Uzun vadede Fransa’da laik cumhuriyeti korumaya çalışan Macron’un,  gelecek seçimlerde aşırı sağın söylemlerinin önüne geçmeyi planladığı da bilinmektedir. 

Avusturya’da aşırı sağın yükselmesiyle birlikte Müslümanlara karşı başlayan siyasal ve hukuki süreçler hızla diğer Avrupa ülkelerine yayıldı. Fransa da laik cumhuriyeti koruma adına ülkesindeki milyonlarca Müslüman’ı ya zor kullanarak ya da asimile etmeye çalışarak kontrol etme sürecine hız verdi.

Macron’un sözde toplumsal uzlaşmaya yönelik söylemlerini Renan tipi bir ulusçuluğa dayandırdığını görmekteyiz. Bir ulus olmak için ortak bir dine, dile ve ırka mensup olmanın gerekmediğinin vurgulandığı söylemde, geçmişten günümüze ortak değerler üzerine inşa edilmiş birlikteliğe dikkat çekildi. Bu amaçla Macron menşei dil ve dinine karşı saygıyı önemle vurgulamaktan çekinmedi.

Macron’un konuşmasını; amaç, özeleştiri, sorun tespiti ve önlemler olmak üzere dört kısma ayırabiliriz. Amaç kısmı metnin tamamına yerleştirilmiş ve sıkça vurgulanmış “cumhuriyet” algısıydı. Öz eleştiri kısmında ise, Macron sömürgecilik döneminden kalma alışkanlıklarına atıfta bulunarak, bunların ortaya çıkardığı psikolojik olumsuzlukları kabullendiğini ifade etmişti.

Sorun tespitinde ise, kamusal alanların kullanılması, dernekler, okullar, imamlar ve Fransa’da İslam eğitimi hususları ön plana çıktı. Ancak bu alandaki tespitlere değinmeden önce laiklik olgusuna vurgu yapılarak Fransa’da herhangi bir dine mensup insanın cumhuriyet ilkelerine bağlı kalmak şartıyla, ülkede özgürce yaşayabileceğinin altını çizdi. Fransa’da cumhuriyete saygılı Müslümanları ayrı tutarak, cumhuriyete paralel yapılanmalar içinde olduğunu ifade ettiği Vahhabi, Selefi ve Müslüman Kardeşler gibi grupları hedef olarak gösterdi.

Esasen bakıldığında Macron, cumhuriyeti koruma adına, Renan’ın kastettiği şekliyle her gün yenilenen plebisiti gerçekleştirme arzusuyla, bir toplumsal mutabakat sağlamaya çalışıyor. Mevcut tarihsel birikimleri dikkate aldığında bunu gerçekleştirmenin mümkün olmadığını kendisi de bilmekle birlikte, Fransa’nın bir dönüşüme ihtiyacı olduğu gerçeğini de görmezden gelemiyor. Aşırı sağda her geçen gün güçlenen yabancı düşmanlığı ile bir arada yaşama arzusunu uzlaştırmak şu an sadece Fransa için değil, birçok Avrupa ülkesi için ciddi bir çıkmaz haline geldi. İçerideki bu sorunu çözmeden uluslararası politikada yetersiz kalacağını bilen Macron, Fransız tarihinin belki de en büyük kırılma noktalarından birinde olduğunun bilincinde. Fransa, ya bir tehdit olarak gördüğü İslam’ı ve Müslümanları kontrol altına alacak ya da İslam ve Müslümanlar Fransa’da gelecek on yıllarda etkin bir güç olarak karşısına çıkacak.

Fransa’nın farklı medeniyetler ve kültürlerle kaynaşmayı sağlayacak bu yumuşak geçişin önündeki en büyük engeli, kültürel ve siyasi değerlerinin üstünlüğüne dayalı “kendini beğenmişliğidir”. Kendisi açısından doğru olan bir şeyi yaparken başkalarına ne kadar zarar verebileceğini hesap edememesidir. Macron konuşmasında bu hassasiyetlere dikkat edeceğini mütemadiyen tekrar etse de pratikte bunu yapamayacağı aşikardır. Bir toplumsal mutabakat sağlanmak isteniyorsa birlikte yaşanılan medeniyet ve kültürel değerlerin de varlığına saygı gösterilmelidir.

Dokuz aralıkta gündeme gelecek kanun tasarısında köken dili ve dinine saygı duymakla birlikte; çocukların üç yaşından itibaren eğitime tabi tutulacağı, sözleşme kapsamında olmayan okulların kapatılacağı veya sözleşme yapılmak suretiyle sisteme entegre edileceği, derneklerin finansman taleplerinde “laiklik sözleşmesi” yapılacağı, bu sözleşmelere uymayanların kapatılacağı, Fransa’da yeni bir “aydınlanma İslam’ı” oluşturulacağı ve Fransız Müslüman İnançları Konseyi (CFCM) üzerinden imamların yetiştirileceği gibi radikal önlemlerin alınacağı belirtiliyor.

Macron konuşmasında her ne kadar amaçlarının sadece laik cumhuriyet değerlerini korumak olduğunu söylese de bunu eyleme geçirme aşamasında Fransa’nın ruhundaki klasik jakoben değerleri hortlattığını görüyoruz. Yine tepeden inmeci, inançları için her eylemi meşrulaştırıcı, dayatmacı, cehalete karşı aydınlanmacı bir merkezi yönetim anlayışını metnin içinde ve uygulamalarda net bir şekilde görmekteyiz. Dolayısıyla Fransa’nın geleceği ve değerleri için kaleme alındığını düşünsek bile metin içindeki çelişkiler onu ciddi bir boşluğun içine atmaktadır. Bir kere toplumsal uzlaşmayı sağlamak için hazırlanmış bir kanunun başlığının “ayrılıkçılık yasası” olmasını kime nasıl izah edeceksiniz? “Bütünleşme” için “ayrılıkçılık” vurgusu yapmak ancak farklı kesimler içindeki “bütünleşmeyi” destekler. Kanunun bu şekilde çıkması durumunda ülkedeki Müslümanlar daha fazla gettolaşmaya gidecek ve kendi içindeki bütünlüklerini korumanın yollarını arayacaklardır.

Bunun farkında olan Fransız aydınlarının yoğun eleştirileri nedeniyle hükümet, konuşmadan kısa bir süre sonra yasanın adının değiştirileceği yönünde bir açıklama yaptı. Ama sorun sadece yasanın adında değil. Macron’un, tepeden inmeci anlayışa bir son vermesinin zamanının geldiğini bilmesi lazım. Fransa bugün cumhuriyeti yeniden revize etmek istiyorsa, bunu evrensel demokratik değerlerin farkında olarak yapması lazım. Aksi halde bir fırsat olarak gördüğü günümüz şartları bir tehdit olarak karşısına çıkabilir.

Bu kanundan en çok etkilenen ülkelerden birisi olarak, Fransa’nın yanlışlarını eleştirirken tarihsel “nedenleri” dikkate alarak günümüz “sonuçlarını” nasıl yönetebileceğimizi düşünmemiz lazım. Zira 2021’in ilk aylarında çıkması planlanan yasayla belki de Türkiye’den giden yüzlerce imam ve öğretmenin geri gönderilmesi gündeme gelecek. 700 binin üzerindeki vatandaşımızın çocukları çok küçük yaşta Fransız eğitimine tabi olacaklar, camilere kendi imamlarımızı görevlendiremeyeceğiz ve Müslümanların kamusal hizmetlerden yararlanmasında dini hassasiyetler göz ardı edilecek.

Macron her ne kadar cumhuriyete karşı paralel yapılanma içinde olduğunu ifade ettiği Vahhabi, Selefi ve Müslüman kardeşler gibi siyasi grupları hedef olarak gösterse de zaten bunların faaliyetlerine karşı mevcut terörle mücadele yasalarının işletildiğini bilmekteyiz. Mütedeyyin Müslümanları sisteme entegre etme amacıyla günlük hayatı yaşanmaz kılan bu yasanın asıl muhatabı kim o zaman? Kuzey Afrika Müslümanları zaten Fransız sistemi içinde yüzlerce yıldır yaşıyorlar, Mısır ve Arap yarımadası kökenli akımlar bir tehdit olarak kabul ediliyor, geriye sadece Türkler kalıyor.

Macron konuşmasında “konsolosluk İslamı”na karşı özellikle menşei ülkelerle (Türkiye, Fas, Cezayir) barışçıl bir şekilde mutabık kalınarak bir çözüm üretileceğini ifade ediyor. Aydınlanma İslam’ının oluşturulması ve imamların yetiştirilmesiyle ilgili CFCM’i devreye sokarak bir süreç yönetilecek olması da dikkat edilmesi gereken bir husustur. Sarkozy tarafından kurulan ve Fransız hükümetiyle işbirliği içinde çalışacak olan bu Konseyin kuruluşundan bu yana geçirdiği süreci ve bundan sonraki yapılanmasını da bilmek lazım. Üç yılı aşkındır imam gönderemediğimiz ülkede bundan böyle imamları bu Konsey yetiştirecek ve camilerde görevlendirecektir.

Laik cumhuriyeti önceleyen, bireyi ve sivil toplumu devlet otoritesini ve yasaları kullanmak suretiyle ortak bir milli irade içinde uzlaştırmaya çalışan jakoben Fransız ruhu bugün bütün canlılığı ile varlığını sürdürmektedir. Bu anlayış bizim için ne kadar kabul edilemez ise en azından bir kısım Fransız aydını açısından da benzeri söylemlerin dile getirildiğini görmekteyiz. Adı ve içeriği her ne kadar daha uzlaşmacı bir hale getirilse de bu kanun birkaç ay sonra karşımıza çıkacak.

Bu süreçten en çok etkilenen kesimin Türk vatandaşları olacağını söyleyebiliriz. Zira Renan tipi ulusçuluğun içine girmeyecek tek millet Türklerdir.  Açıkça ifade edilmeyen, lakin metnin ruhuna baktığımızda kolaylıkla gördüğümüz Türk tehdidini iyi sorgulamak lazım. Fransa sonuçta uluslararası alanda kafa kafaya geldiği bir ülkenin yüzbinlerce vatandaşına ev sahipliği yapıyor.

Fransa’daki Türk vatandaşlarının din ve dil alanındaki eğitim desteklerine her zamankinden daha fazla ihtiyaçları olacak. Türklerin kendi dini ve kültürel değerlerini koruyup gettolaşmasını önleyerek siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda daha aktif hale gelmesini sağlayacak stratejiler üzerinde çalışılmalıdır. Bugün sadece Fransa’da değil bütün Avrupa’da karşılaştığımız bir sorun olması hasebiyle İslamofobi her geçen gün daha büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır.  Bu zor ve anlaşılmaz günleri bir fırsata çevirebilmek de bizim elimizde.

 

 

 

 

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 357 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.