Üçüncü Bin Yılda Türk Dünyası

14 Aralık 2022

İfrat ve tefrit arasında salınım yapan bir sarkacın ivmesi hamaset ile doğru orantılı olursa uluslararası ilişkilerde gerçekçi bir bakış açısını yakalamak ziyadesiyle zor hale gelir. 

Image

Uluslararası söylem uzunca bir zamandır Türkiye öncülüğündeki Türk Dünyası’nın bu yüzyıl içerisinde uluslararası politikanın lider aktörlerinden birisi olacağını dillendirmekte. Bu yaklaşım bir süre sonra hamasetle yoğurulmak suretiyle Türkler arasında da hatırı sayılır bir kabul görmeye başladı. İçinde bulunduğumuz dönem itibariyle neden ve nasılları sorgulanmaksızın bu teorik yaklaşımın üzerinde tartışmalar gündeme gelmekte. 

Bu politik öngörü Türkler arasında mutlak bir kabul ve ret söylemleriyle tartışılmaya devam ediyor. Kimin hangi argümanları kullandığının bir önemi olmaksızın yapılan sözde akademik söylemler, hamaset sarkacında daha fazla bir momentuma sahip olma arzusuyla yarışıyor. Ancak güzel olan bir şey var ki devlet aklının kadim müdavimleri, olup bitenlerin farkındalığı içinde sükûnetle bir yol izlemeyi başarabilmekte. Belki de Türk Dünyası’nın gelecek algısına dair böylesine bir yöntem bilinçli bir tercih olarak sunulmuş olabilir. Ancak görünen ve görünmeyen yüzü itibariyle Türk Dünyasının gelecek dönemde maruz kalabileceği durumları Batı ve Doğu aklını cem ederek algılamaya çalışmak belki farklı bir yaklaşım sunabilir. 

Kendine özgü bir var oluş felsefesi ve devlet zihniyeti oluşturan Batı, yüzlerce yıldır sahip olduğu değerleri ülkesel ve küresel düzeyde koruyup geliştirme hususunda başarılı lakin bir o kadarda meşakkatli bir süreç yaşadı. Ancak bir insan bedeni gibi yaşlanan zihniyetin ayakta kalacak takati kalmadığında Batı’da felsefi bir yok oluş süreci başladı. Bu yok oluş mevut uluslararası sistemle birlikte içinde bulunduğumuz çağın da sonlanacağının habercisi olabilir. 

 

Image

Efendi köle ilişkilerinin sorgulandığı bu geçiş sürecinde Batı, yeni bir ötekileştirme politikası ile yeniden nefes alabileceğini hesaplamakta. Bu yüzden uzunca bir süredir Türkiye ve Türk Dünyasını yeni öteki olarak uluslararası arenaya sokmaya çalışıyorlar. Bu hem isyan eden köleleri dizginleyebilmek hem de raydan çıkmış treni yeniden raylara oturtabilmek için onlar açısından bir zorunluluktu. Ancak bu ötekileşmenin oluşturacağı yeni blok yapılanmalarının beklenilenden daha güçlü bir stratejik öngörü içinde olduğunu da unutmamak lazım. 

Her iki tarafın bu husustaki istekliliği ve kabullenişi üçüncü bin yılda Türkiye ve Türk Dünyasına yeni sorumluklar yükleyecek. Batı’nın ve alternatif yapılanmaların bu sürecin yönetilmesi hususunda yüklendiği ekonomik ve siyasi sorumlulukları hassasiyetle yerine getireceği aşikâr. Lakin bu yazı bunlara değinmeden Türk Dünyasına ilişkin bazı gözlemleri dile getirilmekle yetinecektir.

Türk Dünyası kültürel, ekonomik, siyasi ve güvenliğe dair örgütlenmelere yönelik çalışmaları yoğun bir şekilde gerçekleştirmektedir.  Lakin Türk Dünyasının kendi içindeki birlikteliğinin ve örgütlenmesinin ilerleyen dönemde onu uluslararası politikanın en önemli aktörlerinden birisi yapabileceği düşüncesini öncelemek sanıyorum yapılabilecek en büyük hatadır. 

Türk Dünyasının birinci önceliği ortak dil, din ve kültür havzasında bir var oluş ve devlet felsefesi oluşturmasıdır. Neyin neden ve nasıl yapılacağına dair devlet aklının sınırlı bir zümreye tahsis edilmesindense, toplumun her kesimi bunu ruhlarının en derinlerinde hissetmeli. Devlete ve millete dair sadakat, hamasi çıkar ilişkilerinin mezesi olmaktan kurtarılıp bunun kutsal ile eşdeğer bir statüye yükseltilmesi icap eder. Yaratıcıya olan ihanetin bedeli neyse bu kutsala olan ihanet de aynı şekilde cezalandırılır. Halk bu konudaki vicdani sorumluluğunun ve hesap sorabilirliğinin her daim farkında olmalıdır. Bu yüce idealler elit bir zümrenin tekelinde olmaktan ziyade milletin vicdanında yaşam bulmalıdır.

Böylesi bir kabullenmeyi halkın zihninde oluşturabilmenin zaman maliyeti ne yazık ki tahminlerin ötesinde bir takvimi işaret eder. Batı sadece yüzlerce yıl bunu yapabilmenin mücadelesini verdi. Kendine özgü bir insan tipolojisi oluşturduğunda, yaptığı her türlü acımasızlığı ve hukuksuzlukları dahi devleti adına meşrulaştırabilen bir toplum meydana getirmiş oldu. 

Türkler böylesi bir ahlaksızlığı rehber edinmeden tarihlerinin kendilerine vermiş olduğu toplumsal akıl sayesinde kutsal idealler oluşturup buna saygı duyan insanlar yetiştirebilmekle işe başlamalı. Bu insan kapasitesinin hali hazırda görevlerinin icaplarını yerine getirdiği beyan ve kabulü ile yola çıkanlar ne yazık ki nerede durduklarını fark edemeyenlerdir.

Image

Hali hazırda binlerce yıllık geleneklerden sadır olmuş kadim devlet aklının varlığı üzerine inşa edilen söylem ve eylemlerin de hamasetten kurtarılmak suretiyle halk ile bütünleştirilmesi bir diğer hususu teşkil eder. Bugün bilinçdışına atılmış olsalar bile, halkın toplumsal hafızasına kazınmış değerlerin, sinematografik kurgularla yönlendirilmeye çalışılması duygusal çatışmalara yol açabilecek boyuttadır. 

Zamanın ihtiyaçlarına göre kendini yenileyen Türk Devlet aklının hangi döneminin veya dönemlerinin baz alınarak Türk Dünyasının ortak aklına ulaşılabileceği hususu, bugün üzerinde düşünülmesi gereken en önemli hususlardan birisidir. Devlet aklına dair ortak bir uzlaşı ve bunun her devlet bazında kabul edilebilir bir yaşam felsefesi olarak yerleştirilmesi üçüncü bin yıla Türk Dünyası’nın damga vurup vuramayacağının göstergesi olacak. Akabinde üzerinde çalışılacak bir diğer husus ise kurmay bir aklın bu var oluş felsefesinin gelişimini ve sürdürülebilirliğini sağlayacak şekilde stratejiler üretmesidir. 

İnsan ve toplumu bu kutsal idealleri gerçekleştirme yönünde motive etmek için sanal gerçeklik malzemelerine sarılmak, oluşacak kitlelerin ve ideolojilerin de sanallaşmasından başka bir şeye yaramayacaktır. İnsana dair değişimlerde yaşanan zorlukları kabul etmekle birlikte, bunun üstesinden gelinebilmesinin zorunluluğunu da anlamak zorundayız. Günümüzde bir güç ve iktidar olunabilmesinin yolu insanı dışlamak suretiyle sahip olunan ekonomik ve askeri güçler olmayacaktır. 

Image

Bugün yadsımaya devam etsek de tarih insan ve insani değerler üzerine inşa edildi. İnsanı hayatın merkezinden dışlayan hiçbir düşüncenin başarılı olmayacağı gerçeği ile hareket edip Türk Dünyasını taşıyabilecek bir insan kitlesi oluşturulmalıdır. Her türlü küresel baskılara rağmen kendi olmayı başarmış bir kitle oluşturabilmek üçüncü bin yıldaki Türk dünyasının temel zorunluluğudur. Türklerin bir başka toplumun sahip olduğu zihniyetle donanmış olarak zengin ve güçlü olması gelecek algımızın en büyük tehdididir. 

Dünya bugün akıl almaz bir değişim süreci yaşıyor. En az altı yüz yıllık bir birikimin oluşturduğu sistem yok olurken Türklerin “kendi” olarak hareket edebilme kabiliyeti her zamankinden daha ehemmiyetli hale geldi. En son İstanbul’un fethi ile taçlandırdığımız ve 18. Yüzyılda kaybettiğimiz kazanımlara yeniden sahip olma imkânımız ortaya çıktı. Türk dünyasının son ortalama 250 yıldır sahip olduğu taşeron zihniyetinden kurtulması için bu belki de son fırsat olabilir. 

Üçüncü bin yıla Türklerin damga vurabilmesi bugün içinden geçtiğimiz süreçte kendi olmaklığımızı yakalamak ve inanmakla mümkün olacaktır. Yeniden var oluş mücadelesinin aynı zamanda mutlak bir yok oluş macerasını da bünyesinde taşıdığı gerçeğini her daim kulağımıza küpe, dilimize pelesenk etmeliyiz.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 253 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.