Devleti kuran zihniyetin çeşitliliği, devlet inşasındaki mimari yaklaşımların da temelini oluşturur. Bu zihniyet farklılığından kaynaklanan var oluş felsefeleri devletin hangi tarzda inşa edileceğini belirler. Bu elbette ki devletin bir masa etrafında oturulup mimar edasıyla nasıl tasarlanacağı anlamına gelmiyor. Toplumsal uzlaşma süreçlerini içeren uzunca bir yaşanmışlığın hikâyesi yatar bu tasarımda.
Halkıyla bütünleşmeyi başarabilmiş veya onu anlayabilmiş en azından onun için iyinin tanımını yapabilmiş devletin aklıselimleri, yaşanmışlığa ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bir devlet mimarisi ortaya koyarlar. Bu tasarım illaki toplum ile mimarlar arasında mutlak bir uzlaşmayı gerekli kılmaz, zira kurguyu yapanlar her daim toplumsal aklın öncüleri olduğu için halka rağmen kimi unsurları da tasarımlarına yerleştirmekten hiç çekinmezler. Bu durumda halk bazen anlamlandıramadığı ancak hayatını da zorlaştırmayan bu yapılara umursamazca bakmayı başarabilir. Hatta kimi zaman tasarımcılar halka rağmen bazı u
nsurları inatla ve zorla yapıya entegre etmeyi başarabilir. Bu tamamen mimarların güçleri, iradeleri ve özgüvenleriyle ilgili bir durumdur.
Tasarımı yapanlar doğal olarak onu inşa edecek bir mühendis grubunu da seçme iradesine sahip olmayı arzular. Gayet doğal karşılanması gereken bu durum kimi zaman beklenildiği gibi olmayabilir ve mühendisler mimarlara inat fantastik arayışların ötesine geçip daha uygulanabilir yapılara sıcak bakarlar. Bu da tasarımların değişmesi anlamına gelir ki işte o zaman devlet işleyişinde akla ziyan çatışmalar ortaya çıkar. Bu durumda mühendisler çoğu zaman popülist bir yaklaşımla halkı yanına almak suretiyle kendine bir güç vehmetmeye çalışır. Ancak devletin kurumsal mekanizmasına ruhunu veren mimarlar zorlansalar da bu mücadeleden galip çıkmayı başarabilirler. Ya da yeni bir tasarım ekibi devreye girer ve mühendisleri yönetmeye başlar. Zira onlar devleti sabırla nakış nakış örmenin erdemiyle hareket ederler, hiç aceleleri yoktur ve mühendislerin aksine nesillere sari sürdürülebilir bir akılla hareket ederler.
İdeal bir devlet inşa edilirken iki büyük engelle karşılaşılması oldukça olasıdır. Birincisi toplumun yapılan tasarımı benimseyip benimsemeyeceği diğeri ise mühendislerin bu tasarımı hayata geçirme hususunda yeterli beceriye ve entelektüel seviyeye sahip olup olamadıklarıdır.
O halde bir devlet inşa edilirken önemli olan şeyin tasarımcıların sahip olduğu felsefi derinlik olduğunu asla unutmamalıyız. Bu derinliğin toplumsal yapı içinde kabul edilebilirliği ise devletin sürekliliği ve gücünü ortaya koyar, yani bekasını. Bu durumda devlet inşası aklıselim mimarlar, yetenekli mühendisler ve bunların ortaya koyduğu esere iman eden toplumsal yapı ile mümkündür.
Bir devletin işleyişi hususunda ortaya çıkan sorunlar bu üç unsurun birlikte çalışmadığının göstergesidir. Bu sorunun tespiti ve çözümünde kimin etkili olacağı ise devletin varlığı ve bekasının temelidir. Burada ne yazık ki en zayıf halkayı tespit etmek oldukça zordur. O yüzden kimin kime üstün olduğunu bulmaya çalışmaksızın bu üçlü arasındaki iletişim kanallarını onarmak gerekiyor.
Bu onarım işine girmeden önce mimarların nasıl bir devlet tasavvuru oluşturabileceği hususuna da kısaca değinmekte fayda var sanırım. Mimar, halkından aldığı güce kendi ferasetini de eklemek suretiyle saray, villa, apartman veya bir gecekondu tasarlamakta özgürce davranabilir. Bu tamamen onun geleceğe doğru bir var oluş felsefesi oluşturma hayal ve kapasitesiyle alakalıdır.
Tasarım farklılıkları kurulan devletlerin gücünün de bir göstergesidir. Bu kuruluş felsefesinin sürekliliği devleti yüzlerce yıl baki kılacak kudreti de beraberinde taşır. Başlangıçtaki tasarımların alt ve üst sınıfa geçmesi devlet inşasına dair yaklaşımların taraflarca kabullenilmesine bağlıdır. Bu bağlılıktaki başarı veya zafiyete göre devlet bir alt veya üst sınıfa geçebilme ihtimaline sahip olur.
Bugün dünyayı yönettiğini düşündüğümüz devletlerin başarılarının altında yatan tek unsur, inşa ettikleri devletlerin felsefi derinlikleri ve bunun toplumun bütün unsurlarınca kabul görmesidir. Bu kabulün çoğu zaman dini ve milli değerlere bağlı olmaksızın çalışabiliyor olması, insanların devletin mekanizmaları ve yasalarına olan inancını ortaya koyar.
Bütün insanlığın kitleselleştirildiği ve yapay zekânın tahminlerin ötesinde bir yönetim başarısı elde ettiği bir dönemdeyiz. İnsanların nesneleştiği ve belirli merkezlerden yönetilebildiği böylesi bir süreç, başta devlet yapılanmaları olmak üzere her şeyi yeniden şekillendirmekte. İnsanları tek merkezden yönetebilme gücünün kendilerini tanrısal bir güce kavuşturacağını düşünen üst akıl, geldiğimiz aşamada bu düşüncenin çıkmazları ile mücadele etmek zorunda kalıyor.
Nesneleşen insanın anlamsızlaşan iradesi dünyanın bir yanılsamadan ibaret olduğu gerçeğini her geçen gün güçlendiriyor olmasına rağmen, üst akıl bunun idrakinde olmamak için direnmeye devam ediyor. Bu akıl, kendi tasarımlarını sürdürülebilir kılacak insan potansiyeline ulaşmakta güçlük çektiğini anladığında, bazı şeylerin yeniden tasarlaması gerektiğinin farkına vardı.
Peki, bu zamana kadar yapılan şeyler yanlış veya anlamsız mıydı? Elbette ki hayır. Kimse altı yüz yıla sirayet eden son tasarım sürecinin böylesi handikapları beraberinde getireceğini tahmin edemedi veya önüne geçemedi. Kaldı ki hala bir çözüm üretilebileceği hususundaki kanaatlerin varlığı, bugün içinde bulunduğumuz çıkmazların nedenlerini oluşturmakta.
Devlet aklı ve tasarımının ana sermayesi olan insanın her geçen gün yoksunlaşması sarayları gecekondu, gecekonduları da saray haline getirmekte. Birinin çöküşü diğerinin yükselişi, birinin sefaleti diğerinin azameti şeklinde tasavvur edilmemeli. Bu toplu bir çöküşün hikâyesi. İnsan kapasitesine güvenen ülkeler dini ve milli değerlerinin varlığını kutsamak suretiyle yeni açılımlar yapabileceklerini düşünmekteler. Bu nedenle gecekondu sahipleri ya gecekondularını saraya çevirme ya da saraylar etrafında kabile çadırları kurmaya yelteniyorlar. Lakin her türlü bozulmuşluğa rağmen mevcut imar ve iskân yasalarının buna müsaade etmeyecek gibi bir niyeti var. Ancak, mevcut sistemin işlevselliği için gecekondu sahiplerinin en azından haleti ruhiyelerini düzeltme babından imar affına uğrama ihtimalleri de hiç küçümsenmemeli.
Binalara yönelik yeni tasavvurlar ve şekli düzeltmeler devlet aklına dair hiçbir yenilik ortaya çıkarmayacaktır. Ancak insanlığın kitleselleşmesi sürecinden en az etkilenebilmiş toplumların diğerlerine nazaran çok daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz.
Mimarlar tasarımlarını koruma yönünde bir mücadele içindeyken onların en büyük yardımcıları olan mühendislerin seçilmesi yönünde de her zamankinden daha müdahaleci olmaya başladılar. Zira insan kapasitesinin zayıfladığı bir dönemde mühendis ekibiyle uyumlu çalışabilmek eskisinden daha önemli hale geldi. O yüzden ülkeler yöneticilerini belirlerken daha hassas davranıyorlar.
Mimarlar hem ülke içinde hem de uluslararası düzeyde yeni bir devlet ve üstün insan aklı oluşturmaya çalışıyorlar. Gelecek tasavvuru insanoğlunun Hyde parkta kimsenin fark etmediği bir ceviz ağacı haline gelmesiyle doğru orantılı olarak gelişmektedir.
Herkesin gözleri önünde insanoğlu kendi neslini yok etme mücadelesini gerçekleştiriyor. Üst aklın sürdürülebilirliğini sağlayabilecek kadar bir insan kitlesini var etme mücadelesi yapay zekâyı da her gün hayatımızın kaçınılmaz parçası haline getiriyor. Belki de sırf bu yüzden, bugün geri kalmışlığına üzüldüğümüz toplulukların, hayatlarını yaşanılır kılma hususunda yarın daha başarılı olacağını söyleyebiliriz.
Netice itibariyle içinde bulunduğumuz süreçte hemen her devlet ve topluluk yeni bir dünya tasarımına uyum sağlama gayreti içinde hareket ediyor. Kimlerin mimarları feraset sahibi ise o ülke ayakta kalabilme gücüne sahip olacaktır. Mimar mühendis ve toplum üçlüsünün ortak iradeleri devletlerin gelecek tasavvurlarını belirleyecektir.
Ali beyin bütün yazılarını ,…
Ali beyin bütün yazılarını , analizlerini zamanımın elverdiği ölçüde okumaya çalışıyorum .
Fakat ''Devlet İnşasında Mimari Yaklaşımlar'' analizini diğer yazılarından daha fazla keyifle ve dikkatle okudum.
Sağlıklı ve daim olan olacak bir ''Devletin '' inşasında Mimar , Mühendis ve Toplum üçlüsünün uyumu elbette önemlidir .
Ancak '' Bu durumda devlet inşası aklıselim mimarlar, yetenekli mühendisler ve bunların ortaya koyduğu esere iman eden toplumsal yapı ile mümkündür.'' cümlesindeki ''iman eden '' ifadesinin yerinde olmadığını belirtmek isterim.
Kurulacak ''Yeni dünya Düzeni'' konusunda ironilerle tespit bulunulmuş.
Kendisine teşekkür eder , analizlerinin devamını bekleriz.
Yeni yorum ekle