Yönettiği ilk film olan The Father ile büyük bir başarı elde eden tiyatro yazarı Florian Zeller, 2022 yılında çektiği ikinci filminde yine aile üzerinden yürüyerek ergen depresyonu ve baba-oğul ilişkisini ele alıyor. Venedik Film Festivali'nde ağır eleştirilere maruz kalmış fakat önemsenmesi gereken meselesini etkili bir biçimde aktaran film derinden etkilemeyi başarıyor. İnternetli bir dünyaya doğan, iki yaşında cep telefonuyla oynamaya başlayan, PC başında büyüyen, pandemi döneminde iki yıl eve kapatılan ve ciddi biçimde sosyalleşme ve anlam sorunu yaşayan günümüz ergen kuşağı, filmde evlat karakteriyle temsil ediliyor. 13-18 yaş aralığında çocukları olan anne-babaların filmdekine benzer sorunlar yaşayan çocuklarına nasıl yaklaşmaları veya yaklaşamamaları bağlamında önemli fikirler verdiğini düşündüğüm filmin hikâyesine ve karakterlere biraz yakından bakalım.
Baba, birkaç yıl önce boşanmış ve kendisine yeni bir hayat kurmuş, yeni eşinden bir oğlu olmuş. İşine fazla odaklanan ve zaman harcayan biri olmakla birlikte huzurlu bir aile ortamı kurmuş. Başarılı bir avukat ve önü açık bir siyasi danışman. Bu başarısını annesine ve kendisine kötü davranan babasına rağmen çok çalışarak elde etmiş.
Oğul ise boşanma sonrası annesinde kalmış fakat Anne'nin boşanma sürecini fazla acılı yaşaması ve dağılması çocukta derin ve kalıcı izler bırakmış. Film de zaten çocuğun son bir aydır okula gitmediğini fark eden Anne'nin, gidişatın vahametini paylaşmak üzere eski kocasının kapısına gitmesiyle açılıyor.
Baba, vakti değerli bir plaza insanı ama kendi babası gibi olmak istemiyor; çocuğunu anlayan ve önemseyen bir baba olma çabası içerisinde elinden geleni yapmaya çalışıyor, yıllardır hayalini kurduğu kariyerinde sıçrama yaptırtacak fırsatı oğluna zaman ayıramama riski nedeniyle reddedebiliyor. Yeni karısı da oğula evini açacak, ona yardımcı olmaya çalışacak kadar iyi biri esasen. Pek de sevimli olmayan çocuğu sevemese de kocasına olan aşkı, onu çocuğa karşı iyi olmaya zorluyor da diyebiliriz.
Baba'nın ve yeni karısının çocuğu kazanma gayretleri çocuğun ruh halinin değişmesine dönemsel katkıda bulunsa da genel anlamda sorunları çözmeye yetmiyor. Filmin analizlerinde çocuğun akıl hastası olduğu şeklinde yorumlar yapılsa da o ruh halinde yaşayan pek çok genç görmüş biri olarak sorunun, yeni jenerasyonun dünyaya bakışı, hayatı okuması ve hayata uyum problemi bağlamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. 16-17 yaşında, az konuşan, duygularını belli etmeyerek sabit bakan, sorununu ve yaptıklarının nedenini izah edemeyen, sosyalleşme ve arkadaş edinme sorunu yaşayan, kendisini çok yorduğunu düşündüğü hayata intibak edemeyen ve henüz yaşamadığı hayatın tükenmişliğini hisseden, ürkek-kırılgan-hassas olduğu kadar empati yoksunu ve özgüveni ciddi oranda kırık gençler. Anlamayı hiç düşünmedikleri ebeveynlerine karşı öfkeli ve onlardan hep alacaklılar.
Çocuğun haklı olduğu noktanın, babasının ona yardımcı olma biçiminin çocuğun ruh dünyasına etki edememesi olduğunu söyleyebiliriz. Baba, çocuğun düzenli olarak okula gitmesini çok önemsiyor; ödevlerini, testlerini, gireceği sınavları gündem ediyor, başarılı olma ile mutlu olmayı özdeş göstermeye çalışıyor. Çocuğun, yıkıcı iç geriliminden kurtulmak için kollarına çizik attığını, hayata anlam yükleyemediği için yaşamanın acı verdiğini, okulun veya başarının zerrece umurunda olmadığını, içinde hapsolduğu yalnızlık ve yalıtılmışlığın tercih gibi görünmesine rağmen anlam eksikliğinden kaynakladığını göremiyor veya görmek istemiyor. Zira hayat, dünyayı karamsar ve kasvetli ruh haliyle algılayan çocuğa cehennem gibi geliyor. Bir önceki neslin kutsalları olan okumak, başarmak, kariyer yapmak onun için çok manasız kalıyor. Okul; onu boğan, bunaltan, hapishaneden veya kışladan farksız bir kapatılma ve biçimlendirme mekânı olarak çok sevimsiz geliyor.
Hayatı belli bir anlam ufkuna oturtamayan, dünyaya yabancılaşmış, intihara meyilli böylesi gençlere; kendini gerçekleştirme, başarma, motivasyon, mutlu olma vb. kişisel gelişim yaklaşımları etkili olmuyor. Hatta etkili olamadığı gibi bu yaklaşım, ebeveynle çocuk arasındaki mesafenin açılmasıyla sonuçlanıyor. Eskinin "disiplin toplumu"nda emir-yasak-ceza ile yapılmaya çalışanı şimdi bu tür makyajlanmış "olumlu düşünme" ifadeleriyle yapıyoruz. Ama derin depresyon yaşayan ve ruhunun katmanlarına inilemeyen çocuk için bunlar laf-ı güzaftan öte anlam taşımıyor. Bir anlamda kanser bürümüş bünyeyi ağrı kesicilerle tedavi etme mesabesinde kalıyor.
Yukarıda betimlemeye çalıştığım genç sanılmasın ki istisnai bir vakıa. O yaşta evladı olanların deneyimlediği üzere genel anlamda yeni yetişen kuşak buna yakın bir ruh haline sahip. Anne babalar aynı filmdeki baba gibi yardımcı olmak istiyor, çocuklarının etrafında, o mutlu olsun diye, pervane oluyorlar. Fakat teşhis yanlış konulduğu için uygulanan tedavi yöntemleri pek bir işe yaramıyor. Hatta aşırı hassas davranılıp "kıyamamak" biçimindeki yaklaşımlar ters tepip daha kötü sonuçlara yol açabiliyor.
Baba karakterinin, Anthony Hopkins'in canlandırdığı kendi babasıyla olan diyaloğu, kuşaklar arasındaki baba-oğul ilişkisinin nasıl bir değişim-dönüşüm yaşadığını göstermesi bakımından önemliydi. İlgisiz baba elinde büyüyen çocuk kendi çabalarıyla, okuyarak-çalışarak başarıyı yakalamış, kendince anlamlı bir dünya kurmuştur. Ancak aynı çocuk büyüyüp ilgili baba olduğunda hayata kayıtsız kalmış kendi evladına deva olamamaktadır. Babası gibi olmamak için yaptığı hiçbir olumluluk çocuğu üzerinde işe yaramamaktadır. Çünkü çok farklı bir kuşağın ortalama bir örneği ile muhataptır. Filmde ebeveynlerinin boşanmasının çocuk üzerindeki etkisine vurgu yapılmakla birlikte boşanmamış ailelerde de benzer yapıdaki gençlerin aynı sorunları yaşıyor olması meselenin genel, problemin ciddi olduğunu gösteriyor. Ama maalesef şu ana kadar gördüğüm kadarıyla, eskinin araçları ve yöntemleriyle anlayamadığımız, çözümleyemediğimiz yeninin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz.
Yeni yorum ekle